“Bilgiye sahip olmak, merak ve gizem duygusunu öldürmez. Her zaman daha pek çok gizem vardır.”
—Anais Nin
Merhaba,
David Robson’un “Beklenti Etkisi” bize zihnimizin beklentilerle bedenimizi nasıl dönüştürebildiğini öğretti. Şimdi Suzanne O’Sullivan’ın “Beynimdeki Fırtına” kitabıyla bu yolculuğu derinleştiriyoruz. O’Sullivan, dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan gizemli nörolojik ve psikolojik vakaları incelerken, kültürün ve toplumsal bağlamın beden üzerindeki etkilerini sorguluyor. Böylece zihnin gücünü sadece bireysel beklentilerde değil, toplumsal ve kültürel düzeyde de keşfetmiş oluyoruz.
Kitaptan Öne Çıkan Vakalar
“Nörolojik teşhis yapboz yapmak gibidir, ama nadiren bu yapbozun parçalarının tamamı elinizde olur. Size yüz parçalık bir yapbozun on parçası verilir ve sadece bunlara bakarak nihai resmi tahmin etmeniz istenir. Bugün bile tamamlanmış bir beyin haritasının neye benzeyeceğini bilmiyor; tamamen çözülmesi imkansız çok sayıda yapboz var.” — Suzanne O’Sullivan
Tıbbi ilerlemelerin nasıl eski usul tıpla aynı anda var olduklarını ve nasıl hala tamamen ona bağlı olduklarını söylüyor, O’Sullivan. Burada hikayeleri olan kişilerin hepsi nöbet geçiren insanlar olsalar da bunların hiçbiri diğerinin aynısı değil. Epilepsi, beyne dair en büyük tarihi içgörülerden bazılarını bize sunmuştur. Bu insanlar bize neden ve nasıl sorularının cevaplarını sunuyor.
Nörolog Suzanne O’Sullivan Beynimdeki Fırtına kitabında 12 farklı vaka inceliyor. Bu vakalar dünyanın farklı bölgelerinden geliyor ve her biri hem tıbbi hem de kültürel açıdan oldukça çarpıcı. Öne çıkan bazı vakalar ise şöyle:
- Uyuyan Güzel Sendromu (Refugee Children Syndrome): İsveç’te mülteci çocukların, belirsiz gelecek ve travmalar nedeniyle aylarca hatta yıllarca uykuya dalmış gibi yaşamaları. Bu durum, toplumsal travmanın bedensel bir yansıması olarak görülüyor.
- Havana Sendromu: Küba’da diplomatların baş ağrısı, baş dönmesi ve işitme sorunları yaşaması. O’Sullivan, bunun yalnızca fiziksel değil, psikolojik ve kültürel faktörlerle de açıklanabileceğini tartışıyor.
- Kolektif Hastalıklar: Afrika, Asya ve Güney Amerika’da görülen, topluluk halinde ortaya çıkan açıklanamayan nörolojik belirtiler. Bu vakalar, kültürün ve toplumsal bağlamın beden üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
- Epilepsi ve Algı Bozuklukları: Tarihsel olarak epilepsi, Carroll ve Dostoyevski gibi yazarların eserlerinde de iz bırakmış bir hastalık. O’Sullivan, bu tür vakaları günümüz nörolojisiyle ilişkilendirerek anlatıyor.
“Beynimdeki Fırtına” tamamen kendilerine has engelleri olan insanların inanılmaz güçlerini ve parlak zekalarını anlatan bir kitap. Suzanne O’Sullivan, “Doktorlar daima hastalarından ders alırlar” diyor
Lewis Carroll ve Alice Harikalar Diyarı
Carroll’ın eserinde görülen sıra dışı algı değişimleri, daha sonra “Alice Harikalar Diyarında Sendromu” (AIWS) olarak adlandırılan nörolojik bir durumla ilişkilendirilmiştir.
Bu sendromda kişi, nesneleri ve kendi bedenini olduğundan çok daha küçük veya büyük algılayabilir; zaman algısı da bozulabilir.
Aynı zamanda bakış açısının değişimi metaforu olarak da okunabilir. Alice’in bir anda küçülmesi veya devleşmesi, olaylara farklı boyutlardan bakabilmenin sembolü olabilir. Küçükken ayrıntılar ön plana çıkar, büyükken ise bütün resmi görürüz. Bu sahneler, hem nörolojik bir sendromun edebi yansıması hem de perspektifin dönüşümü olarak okunabilir.
AIWS’nin nedenleri arasında migren ve epilepsi önemli yer tutar.
Carroll’ın kendi migren ve olası epilepsi deneyimlerinin, Alice’in dünyasındaki büyüme-küçülme sahnelerine ilham verdiği düşünülür.
Dostoyevski ve Budala
Dostoyevski epilepsi hastasıydı ve bu deneyimlerini eserlerine yansıttı.
Budala romanındaki Prens Mışkin karakteri, epilepsi nöbetleri yaşayan bir figürdür.
Dostoyevski’nin nöbetlerden önce yaşadığı “aura” anları — yoğun mutluluk ve manevi yükseliş hissi — Mışkin’in deneyimlerinde de görülür.
Bu durum, epilepsinin sadece bir hastalık değil, aynı zamanda mistik ve varoluşsal bir deneyim olarak edebiyata taşındığını gösterir.
Carroll: Algı bozukluklarını fantastik bir evrenin parçası haline getirir.
Dostoyevski: Epilepsiyi karakterin ruhsal derinliği ve insani empatisiyle ilişkilendirir.
İki yazar da epilepsiyi yalnızca tıbbi bir durum olarak değil, zihnin ve edebiyatın sınırlarını zorlayan bir deneyim olarak işler.
Epilepsiden MRI’ye: Zihin ve Bedenin Gizemli Yolculuğu
Epilepsi ve migren, farklı hastalıklar olsalar da ortak mekanizmalar nedeniyle sıklıkla birlikte görülebilir. Bazı hastalarda nöbetler ve migren atakları aynı dönemde yaşanır; bu durum beynin elektriksel doğasının karmaşıklığını gösterir.
BT ve MRI taramaları her ne kadar önemli birer tıbbi ilerleme olsalar da, her ikisinin de hala yalnızca birer resim, birer fotoğraf olduklarının anlaşılması önemlidir. Bu yöntemler yapısal anatomiyi gösteriyor ama beynin işlevleri bakımından hiçbir şey ifade etmiyor.
Beyin hastalıklarının büyük çoğunluğuna neyin sebep olduğunu hala bilmediğimiz gibi, bunları nasıl getirebileceğimizi de bulabilmiş değiliz. Beyin söz konusu olduğunda bildiklerimiz hala bilmediklerimizden daha az. Kişiliği belirleyen nedir? Bilgi nasıl işlenir? Hala beynin temel biyolojisini anlamaya çalışırken beyin hastalıklarını yorumlamak ve tedavi etmek çok zor.
Beyin hastalığı semptomları öylesine sonsuz olasılıklara açıktır ki yanıt arayışının bitmesine daha çok var. Beyin hastalıklarının kapsamı ve etkileri, sağlıklı bir beynin kapsamı kadar engindir.
“Kutsal olarak adlandırılan hastalıktan bahsedeceğim. Benim kanaatime göre, bu hastalık diğer hastalıklardan ne daha ilahi ne de daha kutsaldır, zira o doğal bir sebebe dayanmaktadır ona ‘ilahi’ denilmesinin sebebi insanoğlunun deneyimsizliği ve onun tuhaf karakterine şaşırmasıdır.” —Hipokrat’a atfedilen Kutsal Hastalık Üzerine, yak. MÖ 400
Hipokrat (MÖ 400): Epilepsi, Hipokrat tarafından MÖ 400’de bir beyin hastalığı olarak kayda geçirildi. Bunun tam olarak kabul görmesi binlerce yıl alırken epilepsi nöbetlerinin hangi mekanizmalar vasıtasıyla gerçekleştiğinin anlaşılması daha da uzun sürdü. Fakat anlaşıldığı anda, epilepsinin bize beyne dair verebildiği derslerden çabucak yararlanıldı.
Kurbağanın Dans Hocası Luigi Galvani (1737–1798): Kurbağa bacakları üzerinde yaptığı sistematik deneylerle “hayvansal elektrik” kavramını ortaya koydu. Sinir sisteminin elektriksel doğasını keşfederek nörofizyolojinin temellerini attı. Galvani’nin çalışmaları, epilepsi nöbetlerinin elektriksel mekanizmalarla bağlantısını anlamaya giden yolu açtı.
John Hughlings Jackson’un Katkıları: Jackson, epilepsi nöbetlerini sistematik olarak inceleyen ilk hekimlerden biridir. “Jacksonian nöbet” olarak bilinen kavramı tanımladı: nöbetin vücudun bir bölgesinden başlayıp diğer bölgelere yayılması. Bu, beyin korteksindeki elektriksel aktivitenin yayılımını anlamada kritik bir buluştu.
Nörostimülasyon: Beynin belirli bölgelerine düşük voltajlı elektriksel uyarılar verilerek sinir hücrelerinin aktivitesinin kontrol edilmesi. Bu teknik, hem epilepsi araştırmalarında hem de beyin cerrahisinde işlevsel haritalama için kritik bir araçtır. Yazarın da vurguladığı gibi, cerrahlar bu yöntem sayesinde beynin hangi bölgelerinin hangi işlevlerle ilişkili olduğunu doğrudan gözlemleyebiliyorlar. Cerrahlar, nörostimülasyon sayesinde konuşma, hareket, duyusal algı gibi işlevlerin hangi beyin bölgelerinde bulunduğunu doğrudan test edebilir.
Güvenlik: Özellikle tümör veya epilepsi cerrahisinde, kritik bölgelerin zarar görmemesi için bu haritalama hayati önem taşır.
Örnek: Bir hasta konuşurken belirli bölgeye elektriksel uyarı verildiğinde konuşma duruyorsa, o bölgenin dil işleviyle ilişkili olduğu anlaşılır.
BT (1970’ler): 1971’de İngiliz mühendis Godfrey Hounsfield ve Güney Afrikalı fizikçi Allan Cormack tarafından BT (CT – Computed Tomography) geliştirildi.
Çalışma prensibi: X-ışınlarının bilgisayar yardımıyla farklı açılardan alınan görüntülerinin birleştirilmesiyle organların kesitsel görüntüsü elde edildi.
Teşhiste kolaylık: Daha önce yalnızca klasik röntgenle görülebilen kemik yapılar dışında, BT sayesinde beyin, akciğer, karaciğer gibi yumuşak dokuların ayrıntılı görüntülenmesi mümkün oldu.
Klinik devrim: Özellikle beyin tümörleri, inme, iç kanamalar ve organ hasarlarının teşhisinde büyük bir kolaylık sağladı.
MRI’nin (1980’ler) Katkısı: MRI, güçlü manyetik alanlar ve radyo dalgaları kullanarak vücuttaki hidrojen atomlarının sinyallerini ölçer. Bu sinyaller bilgisayar tarafından işlenerek organların ve dokuların ayrıntılı görüntüsü elde edilir.
Avantajı: BT’ye göre çok daha yüksek çözünürlük sağlar ve özellikle yumuşak dokuların (beyin, omurilik, kaslar, damarlar) görüntülenmesinde devrim niteliğindedir.
Nörolojiye katkısı: Beyin tümörleri, epilepsi odakları, demans, multipl skleroz gibi hastalıkların teşhisinde MRI vazgeçilmez hale gelmiştir.
Epilepsi ve Migren
Epilepsi ve migren, farklı hastalıklar olsalar da ortak mekanizmalar nedeniyle sıklıkla birlikte görülebilir.
- Bazı hastalarda nöbetler ve migren atakları aynı dönemde yaşanır.
- Bu durum beynin elektriksel doğasının karmaşıklığını gösterir.
Yazarın Notu: Kişisel Tanıklık
Kitaplarda karşıma çıkan vakalar, edebiyatın sunduğu metaforlar ve tıp tarihinin dönüm noktaları, benim kendi yaşam deneyimimle iç içe geçiyor. Bilimdeki ilerlemeleri yalnızca okumakla kalmıyor, onları bizzat yaşayarak öğreniyorum. Bu yolculuk, benim için hem heyecan verici bir keşif hem de bitmeyen bir öğrenme süreci.
Her yıl BT ve MRI cihazlarının içine girerken, yalnızca bir teşhis aracıyla değil, hayatımın ritmine yerleşmiş bir “kontrol noktası”yla karşılaşıyorum. Bu cihazlar bana hastalığımın seyrini gösteriyor; bazen güven veriyor, bazen de yan etkileriyle yük getiriyor. Teknoloji, böylece hem dostum hem de sınavım oluyor.
O’Sullivan’ın anlattığı vakalar bana şunu hatırlatıyor:
- Hastalıklar yalnızca biyolojik değil, kültürel ve toplumsal bağlamın da ürünü olabilir.
- Zihin ve beden arasındaki bağ, bireysel beklentilerden toplumsal travmalara kadar geniş bir yelpazede etkisini gösterir.
- Bilimin hâlâ açıklayamadığı gizemler, insan deneyiminin ne kadar karmaşık olduğunu ortaya koyar.
Neden Önemli?
Bireysel farkındalık için: Her birimiz, stresin ve kültürel baskıların bedenimizde nasıl izler bırakabileceğini fark etmeliyiz.
Sağlık politikaları için: Tedavi yalnızca biyolojiye değil, kültürel ve sosyal faktörlere de odaklanmalı.
Toplumsal farkındalık için: “Gizemli” hastalıklar küçümsenmemeli, bağlam içinde anlaşılmalı.
Beynimdeki Fırtına, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Beynimdeki Fırtına günümüzde özellikle psikosomatik hastalıkların, kültürel bağlamın ve toplumsal travmaların beden üzerindeki etkilerini anlamak açısından çok önemli bir eser. O’Sullivan, bireysel sağlık sorunlarını yalnızca biyolojik değil, sosyal ve kültürel bir çerçevede değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Psikosomatik hastalıkların görünürlüğü: Modern dünyada stres, göç, toplumsal baskılar ve kültürel faktörler giderek daha fazla psikosomatik belirtilere yol açıyor. O’Sullivan’ın 12 vaka üzerinden yaptığı inceleme, bu belirtilerin yalnızca bireysel değil, kolektif bir deneyim olduğunu gösteriyor.
- Kültür ve toplumun rolü: Kitap, hastalıkların yalnızca biyolojik süreçlerle açıklanamayacağını; kültürel ve toplumsal bağlamın da beden üzerinde güçlü etkiler yarattığını ortaya koyuyor. Bu, günümüzde farklı toplumlarda görülen “açıklanamayan” hastalıkların anlaşılması için kritik bir bakış açısıdır.
- Bilimin sınırlarını hatırlatma: O’Sullivan, nörolojinin ve psikolojinin hâlâ çözemediği gizemli vakaları ele alarak bilimin sınırlarını sorgulatıyor. Bu, günümüzde tıbbın “her şeyi açıklayabilir” algısına karşı önemli bir denge oluşturuyor.
- Epilepsi ve nörolojik araştırmalar: Tarihsel olarak epilepsi beyni anlamak için en büyük model olmuştur. O’Sullivan’ın bu alandaki uzmanlığı, günümüzde nörolojik bozuklukların anlaşılmasına katkı sağlıyor.
Suzanne O’Sullivan
Dublin, İrlanda doğumlu. Trinity College Dublin’de tıp eğitimi aldı ve 1991’de doktor unvanını kazandı.
Yazarlık eğitimi: 2015’te University of London, Birkbeck College’da yaratıcı yazarlık üzerine yüksek lisans yaptı.
Mesleki Kariyer:
- Uzmanlık alanı: Nöroloji ve klinik nörofizyoloji.
- Görev: Londra’daki National Hospital for Neurology and Neurosurgery’de danışman nörolog olarak çalıştı.
- Yaklaşımı: O’Sullivan, yalnızca biyolojik belirtilere değil, kültürel ve toplumsal bağlamın hastalık deneyimindeki rolüne odaklanıyor.
Yazarlık ve Eserleri:
- It’s All in Your Head (2015): Psikosomatik hastalıkların ön saflarından hikâyeler. Bu kitapla Wellcome Book Prize kazandı.
- Brainstorm: Detective Stories from the World of Neurology (2022, Türkçe: Beynimdeki Fırtına): 12 vaka üzerinden nörolojinin gizemli yönlerini inceler.
- The Sleeping Beauties (2021): Dünyanın farklı yerlerinde görülen açıklanamayan toplumsal hastalık fenomenlerini araştırır.
Ödüller ve Katkılar:
Bilim ve edebiyatı birleştiren üslup: O’Sullivan, klinik vakaları yalnızca tıbbi bir rapor olarak değil, insan hikâyeleri olarak ele alıyor. Bu yaklaşımıyla hem akademik çevrelerde hem de geniş okur kitlesinde yankı uyandırıyor
Wellcome Book Prize (2016): It’s All in Your Head ile kazandı.
Özgünlük ve Günümüz İçin Önemi:
- Bilim–edebiyat köprüsü: O’Sullivan’ın biyografisi, bir hekimin aynı zamanda güçlü bir anlatıcı olabileceğini gösteriyor.
- Toplumsal farkındalık: Psikosomatik ve kültürel hastalıkları görünür kılarak günümüz sağlık sistemine eleştirel bir bakış sunuyor.
- İnsani boyut: Hastalıkları yalnızca semptomlar değil, insan hikâyeleri üzerinden anlatması, onu çağdaş tıp yazarları arasında özgün kılıyor.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın