“Yanılmak, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır; ve çoğu zaman bizi gerçeğe en çok yaklaştıran şeydir.”
— Kathryn Schulz
Merhaba,
“Beynimdeki Fırtına”dan sonra gelen sessizlikte, “Hata!”nın sesi yükseliyor. Schulz’un sözleriyle: Haklı olmak cazip görünse de, asıl değer yanılgının sunduğu dönüşümde saklıdır.
Bireysel veya topluluk olarak varlığımız, çevremizdeki dünya hakkında doğru sonuçlara varabilme yeteneğimize bağlıdır. Kısacası, haklı olma deneyimi hayatta kalmamız için zorunlu, egomuz için memnuniyet verici ve genel olarak hayatın en ucuz ve keskin tatminlerinden biridir.
Hata Yapmak Hakkında
Bu kitap bunun tam tersine dairdir. Hata yapmak hakkında bir kitap bu: Kültür olarak yanlışlara dair ne düşündüğümüze ve birey olarak inançlarımızın ayaklarımız altında çökmesiyle nasıl başa çıktığımıza dair bir kitap bu. Haklı olmaktan zevk alıyor ve bunu doğal durumumuz olarak kabul ediyorsak, hata yapmak konusunda nasıl hissettiğimizi tahmin edebilirsiniz. Öncelikle, bunu nadir ve tuhaf bir şey olarak, olağan düzenden açıklanamaz bir sapma olarak görme eğilimliyiz. Dahası, hata yaptığımızda kendimizi aptal ve utanmış hissederiz. Hata, yapmak tıpkı üzeri kırmızı mürekkeple işaretlenmiş halde geri aldığımız bir dönem ödevi gibi, sinmemize ve sandalyemize çökmemize neden olur; kalbimizi sıkıştırır ve öfkemizi kabartır. Buna en iyi ihtimalle bir dert, en kötü ihtimalle bir kabus gözüyle bakarız. Ama her iki durumda da, haklı olmanın neşeli zevkinin tam tersine, hatalarımızı gurur kırıcı ve utanç verici olarak deneyimleriz.
Hata Algısının Kültürel Yükü
Üstelik bu daha bir başlangıç. Kolektif hayal gücümüzde hata sadece utanç ve aptallık ile değil, aynı zamanda cahillik, tembellik, zihinsel bozukluklar ve ahlaki yozlaşma ile de ilişkilendirilir. İtalyan bilişsel bilimci Massimo Piattelli-Palmarini bu ilişki kümesini (başka şeylerin yanı sıra) “dikkat eksikliği, dikkat dağılması, ilgisizlik, yetersiz hazırlık, gerçek aptallık, çekingenlik, boş böbürlenme, duygusal dengesizlik, ideolojik, ırksal, toplumsal veya şovenist önyargılar ve bunlara ek olarak saldırganlık ve yalancılık içgüdüleri” nedeniyle hata yaptığımız kaydederek özetlemiştir. Bu ümitsiz —ve yaygın— bakış açısına göre, hatalarımızın en ağır toplumsal, zihinsel ve ahlaki başarısızlıklarımızın kanıtıdır.
Hata yapmanın ne anlama geldiği konusunda “hatalıyız!”
Hata yapma kapasitesi zihinsel bir düşüklüğün işareti değildir, aksine insan bilişinde büyük bir önem taşır. Ahlaki bir kusur olmayıp duygudaşlık, iyimserlik, hayal gücü, inanç ve cesaret gibi en insani ve en onurlu bazı niteliklerimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Kayıtsızlığa ya da hoşgörüsüzlüğe işaret etmez; bizim öğrenme ve değişim sürecimizin hayati bir parçasıdır. Kendimizi kavrayışımızı hatalarımız sayesinde gözden geçirir, dünyaya ilişkin düşüncelerimizi hatalarımız sayesinde düzeltiriz.
Benjamin Frankl’ın söylediği gibi: “Yanlış normal insan tabiatına —yaratıcı zihinlerimize, sınırsız yetilerimize, abartılı ruhlarımıza— açılan bir penceredir.” Yanlışlarımız ne kadar kafa karıştırıcı, zorlu ve mahcup edici olursa olsun, nihayetinde bize kim olduğumuzu öğreten şey hatalarımızdır.
Felsefi ve Tarihsel Perspektifler
Rene Descartes’in ünlü “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözünü kaleme almasından bin iki yüz yıl önce felsefeci ve din adamı Hippolu Augustinus “Fallor ergo sum” diye yazmıştır: “Hata yapıyorum, öyleyse varım.” Bu formülde, hata yapma kapasitesi sadece hayatta olmanın bir parçası değil, aynı zamanda onun bir tür kanıtıdır. Augustinus’ a göre de Franklin’e göre de hatalı olmak sadece yaptığımız bir şey değildir. Daha derin bir anlamda, kim olduğumuzla ilgili bir şeydir.
Hataları Kabullenme ve Tepkilerimiz
Tıpkı ölmek gibi, hata yapmayı da herkesin başına gelebilecek bir şey olarak bilir, kendi başımıza gelmesini ise olası ya da arzu edilir bulmayız. Bu yüzden, hatalar bir şekilde gerçekleştiklerinde, genellikle gerçekleşmemişler ya da gerçekleşmemelilermiş gibi tepki veririz: inkar ederiz, savunmaya geçeriz, göz ardı ederiz, önemsiz gösteririz ya da onlar için başkalarını suçlarız.
Hatalı olduğumuzu kabul etme konusundaki isteksizliğimiz sadece kişisel bir zaaf değildir. Havacılık ya da tıp gibi yüksek riskli alanlarda kullanılan hata önleme girişimlerini hariç tutarsak, kültürümüz hata yapmaya olan eğilimimize çare olacak çok az sayıda araç geliştirmiştir.
Bir kültür olarak, “Yanılmışım” diyebilme temel becerisinde bile ustalaşmış değiliz. Richard Nixon tarafından Watergate skandalı hakkında ve Ronald Regan tarafından da Irangate Skandalı hakkında yüz kızartıcı bir biçimde kullanılan ikincisi ise daha fazlasını söyler: “Hatalar yapıldı.” Bu eskimeyen ifadenin özlü bir şekilde kanıtladığı üzere, hatalarımız hakkında ne yapacağımıza dair tek bildiğimiz onların bize ait olduklarını kabul etmemektir.
Başkalarının hatalarını kabul etme konusunda gayet ustayız. Eğer haklı olmak bu kadar tatlıysa — hiç inkar etmeyin— başkasının hatalı olduğunu göstermek düpedüz iştah açıcıdır. En terbiyeli olduğunu düşünen insan bile “Ben sana demiştim” deme dürtüsünü bastıramaz. Hata ile olan ilişkimizin risklerini göstermeye başladığı yer burasıdır. Dünyadaki tüm anlaşmazlıkların, hayal edilebilecek her konuda anlaşmazlıkların, Ortadoğu’daki çatışmalar dahil şaşırtıcı derecede büyük bir kısmı karşılıklı uzlaşmazlık yaratan, bütünüyle sarsılmaz haklılık duygusundan kaynaklanır.
Büyük soru: Peki, böyle kötü niyetli bir ifadeyi dillendirmekten kaçınmak mümkün müdür? Gerçek kimin mülkiyetindedir?
Bu sorunun cevabını siz düşünürken, koçluk eğitimlerinde edindiğim bir farkındalık geriyi görme aynamda yeniden beliriyor.
Yazarın Notu: Koçlukta Hatanın Anlamı
Koçluk eğitimlerinde en önemli noktalardan biri, “hata” kavramının mutlak bir gerçeklik değil, bakış açısına bağlı bir yorum olduğunun görülmesidir.
Bunu şöyle açabiliriz:
- Kime göre? Bir davranış ya da karar, bir kişi için yanlış görünürken başka biri için doğru olabilir. Kültür, değerler, deneyimler ve beklentiler bu algıyı şekillendirir.
- Neye göre? Ölçütler değiştikçe hata tanımı da değişir. Bir durumda kurallara uymamak hata sayılırken, başka bir durumda yaratıcılık ve yenilik olarak görülebilir.
- Koçlukta anlamı: Hata, çoğu zaman öğrenme fırsatı ve yeni bir perspektifin kapısıdır. Koçluk yaklaşımı, hatayı yargılamak yerine onun sunduğu bilgiyi açığa çıkarmayı hedefler.
Koçlukta öğrendiğim üzere, hata bir yanılgı değil; farklı bakış açılarından görülen gerçeğin çeşitlenmiş yansımasıdır. Bu gerçeği fark etmek için sorduğumuz sorular, bireyin içinde bulunduğu gerçekliği görmesine imkân tanır. Koçluk yaklaşımında kişi bütündür; içgörü ise bir başlangıç noktası değil, süreç içinde gelişen bir beceridir. Doğru sorularla kişi kendi gerçekliğini görmeye başlar, yüzleşme cesareti kazanır ve sorumluluk alarak gerçekte değiştirmesi gereken noktayı keşfeder.
Koçlukta yargıdan uzaklaşmak esastır. Çünkü yargı, hatayı “kusur” olarak damgalarken; koçluk yaklaşımı hatayı “öğrenme fırsatı” olarak görür.
Sonuçta hepimiz, yaptıklarımızın sorumluluğunu üstlenir ve hayatımızda onların yankısını duyarız. Seçimlerimiz, bizi olduğumuz kişiden olmak istediğimiz kişiye taşıyan köprülerdir.
Bir diğer büyük soru ise şudur: Haklı çıkmak mı daha değerli, yoksa ilişkiyi korumak mı? Haklılığımıza dair ısrarımız ilişkilerimizi tehlikeye attığı gibi, olasılık algımızın zayıfladığına da işaret eder.
Hata’nın Bölümleri
- Hata Fikri: Hatanın insan yaşamındaki kaçınılmazlığını ve düşünce dünyamızdaki yerini sorgulayan giriş.
- Hatanın Kökenleri: Hataların psikolojik, kültürel ve tarihsel nedenlerini irdeleyen bölüm.
- Hata Deneyimi: İnsanların hata yaptıklarında yaşadıkları duyguları, öğrenme süreçlerini ve dönüşümlerini ele alır.
- Hatayı Kabullenme: Hataları reddetmek yerine onları bir gelişim fırsatı olarak görmeyi öğreten yaklaşım.
Bilgi Felsefesinde Hata
Hata, bilginin yanlış biçimde kurulmasıdır. Yani bilgi iddiası ile gerçeklik arasında uyumsuzluk olduğunda ortaya çıkar. Çoğunlukla istemsizdir; yanlış algı, eksik çıkarım veya hatalı akıl yürütmeden doğar. Hata, bilginin sınırlarını gösterir. Bu yüzden epistemolojide hata, öğrenmenin ve bilginin gelişiminin doğal parçası olarak kabul edilir.
Platon’un Theaitetos’ta söylediği gibi: “Yanlış ancak doğruya göre anlamlıdır.” Yani hata, doğru bilginin varlığına bağlıdır.
Sokrates ise bilgiyi “kişinin kendi aklıyla bulduğu içgörü” olarak tanımlar. Bu nedenle hata, içgörünün henüz olgunlaşmamış hali olarak görülebilir.
Ahlaki Perspektiften Hata
Ahlaki hata, kişinin değerler, erdemler veya etik ilkelerle uyumsuz bir seçim yapmasıdır. Burada hata, bilgi eksikliğinden değil; doğru olanı bilmesine rağmen yanlış davranmayı seçmekten kaynaklanır. Ahlaki hata, bireyin vicdanında ve toplumsal ilişkilerinde sorumluluk doğurur.
Bu nedenle hatayı anlamak için hem epistemolojik hem de etik perspektifi birlikte düşünmek gerekir.
Hatanın Klasik Tanımı
Hatalar, bir karar şeması tarafından yönlendirilen eylemlerin plana göre yürütülüp dikkate almaksızın, amacın seçiminde veya amaca ulaşmak için kullanılacak araçların belirlenmesinde yer alan yargı ve/veya çıkarım süreçlerindeki eksiklikler veya başarısızlıklar olarak tanımlanabilir.
Schulz’un Yaklaşımı
Hataları bu şekilde tanımlamakta mümkün fakat Schulz, bu tanımın kendine uymadığını söylüyor. Schulz’un bakışına göre hata, dünyayı yok eden bir kusur değil; dünyayı yeniden görmemizi sağlayan bir deneyimdir. Bu nedenle hata, bilinçsiz bir başarısızlık değil, bilinçli bir dönüşüm fırsatıdır.
Hata, bilginin sınırlarını gösterirken; aynı zamanda yeni bir bilgelik kapısı aralar. Bu kapıdan geçmek, hem bireysel gelişim hem de toplumsal uyum için cesaret ister.
Hata, Neden Hata Yapmak En Büyük Yeteneğimiz? okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Kathryn Schulz’un “Hata!” – Neden Hata Yapmak En Büyük Yeteneğimiz? adlı eseri, hata yapmayı bir kusur değil, insan doğasının temel bir parçası ve öğrenmenin kapısı olarak görmemizi sağlar. Bu yaklaşım, bireysel gelişimden toplumsal tartışmalara kadar geniş bir alanda daha sağlıklı, esnek ve yaratıcı bir bakış açısı kazandırır
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Hata ile barışmak: Günümüzde hızla değişen dünyada insanlar sürekli “doğru” olma baskısı altında. Schulz, hatanın kaçınılmaz olduğunu ve bunun bir zayıflık değil, gelişim fırsatı olduğunu vurguluyor.
- Psikolojik rahatlama: Kitap, hata yapmanın insana özgü olduğunu hatırlatarak bireylerin üzerindeki mükemmeliyetçilik baskısını azaltıyor. Bu, özellikle iş hayatında ve eğitimde daha sağlıklı bir zihinsel iklim yaratıyor.
- Toplumsal diyalog: Hataları kabul etmek, farklı bakış açılarını anlamayı kolaylaştırıyor. Bu da günümüzün kutuplaşmış toplumlarında empati ve hoşgörüyü artırıyor.
- Yaratıcılık ve yenilik: Schulz’a göre hata, yeni fikirlerin ve keşiflerin kapısını aralıyor. Bugünün inovasyon odaklı dünyasında bu bakış açısı kritik bir değer taşıyor.
- Koçluk ve kişisel gelişim: Kitap, koçluk yaklaşımıyla da örtüşüyor: hatayı yargılamak yerine öğrenme fırsatı olarak görmek, bireyin içgörüsünü ve sorumluluk alma becerisini güçlendiriyor.
Günümüz Bağlamında Katkıları
- Eğitim: Öğrencilerin hata yapmaktan korkmadan öğrenmelerini teşvik ediyor.
- İş dünyası: Liderlik ve ekip çalışmalarında hataları açıkça konuşabilmek, güven kültürünü güçlendiriyor.
- Kişisel yaşam: İnsanların kendi seçimlerini ve sorumluluklarını daha bilinçli şekilde üstlenmelerine yardımcı oluyor.
Kathryn Schulz
Kathryn Schulz, 1974 yılında Ohio’nun Shaker Heights kentinde dünyaya geldi. Öğretmen bir anne ve avukat bir babanın çocuğu olarak, fikirlerle iç içe büyüdü. Kız kardeşi Laura Schulz bugün MIT’de bilişsel bilim alanında tanınmış bir akademisyen. Ailesini “fikirlerle çok ilgilenen, entelektüel bir aile” olarak tanımlayan Schulz, erken yaşta düşünceye ve sorgulamaya duyduğu ilgiyi keşfetti.
Brown Üniversitesi’nde tarih eğitimi aldıktan sonra akademiye yönelmek yerine farklı bir yol seçti. Latin Amerika’da yaşadı, The Santiago Times’ta muhabirlik yaptı ve gazeteciliğin fikirleri canlı tutmanın bir yolu olduğunu fark etti. 2001’de ABD’ye döndüğünde çevre odaklı yayın Grist için çalışmaya başladı. Daha sonra New Yorker dergisinde yazarlık yaparak, derinlikli araştırmaları ve edebi üslubuyla dikkat çekti.
2016’da, Pasifik Kuzeybatı’da olası büyük deprem ve tsunami riskini konu alan makalesiyle Pulitzer Ödülü’nü kazandı. Bu yazı, yalnızca bir felaket senaryosu değil; aynı zamanda insanın doğa karşısındaki kırılganlığını ve hazırlıksızlığını sorgulayan bir metindi. 2023’te ise Lost & Found adlı kitabıyla Lambda Literary Award’a layık görüldü. Bu eser, babasının kaybı ve eşini bulma hikâyesini iç içe geçirerek, kayıp ve keşfin yaşamımızdaki yerini derin bir duyarlılıkla işledi.
Kathryn Schulz, yalnızca bir gazeteci ya da yazar değil; insanın hata, kayıp ve öğrenme yolculuğunu edebi bir dille yeniden tanımlayan bir düşünürdür. Onun biyografisi, entelektüel merakın, cesur seçimlerin ve kalıcı öğrenmenin kimlik inşasındaki rolünü gösterir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın