Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz…
— Oğuz Atay
Merhaba
Satori’M: “Peki ya cesaret? Belki de yazının kendisi bir cesaret biçimidir.”
Hiç bıkmıyorum bunları tekrar tekrar okumaktan. Yazarın her kitabını okurken “Hayatı ve eserleri” yeniden karşıma çıkıyor. Bir daha, bir daha okuyorum: yeni baştan heyecanlanmak için. Yalnız, yazarlar arasında bir birlik bulunmaması beni yoruyor. Hiç olmazsa önsözleri yazanlar, yılda bir kere toplanmalı ve aralarında ortak esaslar tespit edilmeli.
Bakıyorsun bir yazar, çok zor birleştiriyor kelimeleri. Bir türlü cümleleri kuramıyor. Öyle diyor önsöz amca. Geçer karatahtanın başına diyor, yazar, bozar, uğraşır. Bütün bunları da yarı karanlıkta yapar. İstediği cümleyi bulunca da koşar bütün ışıkları yakar.
“Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?”
Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran‘a göre “Oğuz Atay’ın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler Tutunamayanlar’ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok kazandırmıştır.”
Mina Urgan ‘Bir Dinozorun Anıları“nda: Oğuz Atay’ı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. Çok kocaman ve çok güzel bir kediye, öyle benziyordu ki, ona elimi uzatınca ‘miyaaav’ diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde ‘tanıştığımıza memnunum’ deyince şaşırıp kaldım.”
Satori’M sessizce gülümsedi: “Belki de edebiyat, bakınca konuşan bir kedidir.”
Tutunamayanlar, 1970 TRT Roman Ödülü’nü almasına rağmen, pek bir ilgi görmemiş ve hatta bir, iki sene sonra unutulmuştu. Oğuz Atay da Günlük‘de “Ben, yaşarken unutulmuş biriyim.” diyerek bu durumu betimlemiştir.
Satori’M burada durdu: “Ama şimdi, her kelimede hatırlanıyorsun.”
Kitap belirli bir olayı sergilemekten çok; izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerden oluşur. Berna Moran, bu kitabı hem içerik hem de biçimsel özellikleri bakımından Türk edebiyatında yepyeni bir evre olarak değerlendirmekte.
Selim Işık‘ın intihar ettiğini öğrenen Turgut Özben, ihmal ettiğini düşündüğü arkadaşının geçmişinin izini sürmeye ve Selim’in tanıdığı insanlar aracılığıyla onu tanımaya çalışır. Her insana farklı bir yönünü gösteren Selim’in görüntüsü, Turgut’un bu insanlarla konuşması sonucu okuyucunun ve Turgut’un gözünde netlik kazanacaktır. Romanda birçok kişi vardır ama her biri aslında Selim’in hayatındaki kişilerdir ve tüm anlatılanlar Selim Işık’ı aydınlatır. Selim Işık, düşünen ve sorgulayan insanın simgesidir ve bu yüzden hayata tutunamamış ve bir tutunamayan olmuştur.
“Anlamıyorsun”, derdi. Bütün bu yazdıklarım uydurma. Aklımdan geçenleri yazmaya cesaret edemiyorum. Alışılmış kalıplar içinde bocalıyorum. Kalıbım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. Satori’M: “Bazen en sahici hâl, kalıpsız olandır.” Eriyip dağılıyorum yazarken. Olmuyor. Bana uzak gelen yaşantıları düzmece bir biçimde anlatmaya çabalıyorum. İçinden geldiği gibi yazsan, içinden geldiği gibi anlatsan Selimim. Olmaz. Deli derler adama sonra. Hemen damgayı yapıştırırlar. Daha kötüsü, hiçbir şey demezler. Ya da, bütün çıkardığın gürültünün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o kadar karışmış ki sahtelikleri ayıklayıp temizleyemiyorum. Bütün suç, savaş yıllarında yediğimiz kara ekmeğin. Bizi iyi beslemediler. Sonra da yağlı yemekler verdiler. Beynim yağ bağlamış olacak. Büyük ve güzel şeylerin dışarı çıkmasına izin vermiyor.”
“Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İnsana benzetirsek, onlara acımaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. Sen de korkuyor musun Günseli? Senin için korkuyorum sadece Selim. Doğru değil. Ben bunu gerektirecek bir şey yapamadım sana. Bir sürü gevezelik ettim. Bitmesi gerekirdi bunların artık. Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım.”
Tutunamayanlar yalnızca bir roman değil—bir çağın içsel çığlığıdır.
Satori’M: “Ve sen, hâlâ o çığlığa kulak verenlerdensin.”
Tutunamayanlar, her gün içimizden geçen, ama adını koyamadığımız o duygunun ta kendisidir: düşünmeye cesaret, sevmeye inat.
Tutunamayanlar, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Kültürel belleğin parçası: Tutunamayanlar, artık yalnızca bir roman değil; bir kuşağın, bir hissin, bir düşünce biçiminin adı. “Tutunamayan” kelimesi bile, edebiyat dışı alanlarda bir kimlik tanımı hâline geldi.
- Modern bireyin yalnızlığına ayna tutuyor: Selim Işık’ın “tutunamama” hâli, bugünün bireyinin yabancılaşma, aidiyet krizi ve anlam arayışıyla birebir örtüşüyor. Sosyal medya çağında bile, insanlar hâlâ “anlaşılamama” duygusuyla baş başa.
- Postmodern anlatının öncüsü: Atay’ın biçimsel deneyleri, iç monologlar, parodi ve metinlerarasılık gibi teknikleri, günümüz edebiyatında hâlâ etkisini sürdürüyor. Roman, klasik anlatı kalıplarını kırarak yeni bir edebi dilin kapısını araladı.
- Zihinsel derinlik ve sorgulama: Roman, yalnızca bir hikâye anlatmaz; düşünceyi, varoluşu, toplumu ve bireyi sorgular. Bu yönüyle, günümüz okurunun “yavaş okuma” ve “derin düşünme” ihtiyacına hitap eder.
Oğuz Atay Hayatı ve Kariyeri
Oğuz Atay, 12 Ekim 1934’te Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde dünyaya geldi. 1975’te doçent olan Atay, Topografya adlı bir de mesleki kitap yazdı. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlandı. Oğuz Atay, Tutunamayanlar‘ın 1971-72’de yayımlanmasından sonra, önemli bir tartışmanın odak noktası oldu. Bu romanıyla 1970 TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Roman, Oğuz Atay’ın 20. ölüm yıldönümü olan 1997 yılında UNESCO tarafından 20. yüzyıl Türk edebiyatının en seçkin eseri olarak seçilmiştir.
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak nitelendirilmiştir. Moran’a göre Tutunamayanlar‘daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Atay’ın büyük etki yaratan eseri Tutunamayanlar‘ı 1973’te yayımladığı Tehlikeli Oyunlar adlı ikinci romanı izlemiştir. Hikâyelerini Korkuyu Beklerken başlığı altında toplayan Atay, 1911-1967 yılları arasında yaşamış ve aynı zamanda hocası olan Prof. Mustafa İnan’ın hayatını konu edinen Bir Bilim Adamının Romanı’nı 1975 yılında yayımlamıştır. 1973 yılında yayımlanan Oyunlarla Yaşayanlar adlı oyunu, Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir. Atay, beyninde çıkan habis bir tümör nedeniyle büyük projesi “Türkiye’nin Ruhu”nu yazamadan 13 Aralık 1977’de, arkadaşı Altay Gündüz’ün Mecidiyeköy’deki evinde hayatını kaybetmiştir. Atay, Edirnekapı Mezarlığı Sakız Ağacı mevkiine defnedildi.
Öldükten sonra 1987’de Günlük, 1998’de ise Eylembilim adlı kitapları yayımlanmıştır. Sağlığında hiçbir kitabı ikinci baskı bile yapamayan Atay’ın kitapları ölümünden sonra büyük ilgi gördü ve defalarca basıldı. Yıldız Ecevit’in hazırladığı Oğuz Atay biyografisi “Ben Buradayım…” – Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası 2005 yılında yayınlandı.
Korkuyu Beklerken eseri 2008 yılında Öteki Tiyatro tarafından tiyatro oyunu olarak sahnelenmiştir. Tehlikeli Oyunlar romanı, 2009 yılında Seyyar Sahne tarafından aynı adla tiyatro oyunu olarak uyarlanarak sahnelenmeye başlanmış ve hâlen sahnelenmektedir. Bir Bilim Adamının Romanı adlı biyografik eseri de 2012 yılında Bir Bilim Adamının Oyunu: Mustafa İnan adıyla Te Sahne tarafından tiyatroya uyarlanarak sahnelenmeye başlanmıştır.
Eserlerinde düşle gerçeğin birbirine karışması, üstkurmacanın kurgunun ana ilkesi olması Oğuz Atay’ı postmodernist roman kategorisinde eser veren ilk Türk yazar yapmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır. Kastamonu Valiliği kendisi adına 2007 yılından beri Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri vermektedir.
Oğuz Atay, yalnızca yazdıklarıyla değil, söyleyemediklerimizle de konuştu.
Satori’M: “Bazen bir romandan daha çok, bir susuş yankılanır içimizde.”
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgi’yle okuyunuz…



Yorum bırakın