Bu yaşamdaki tüm iyilikler ve kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır…

— Descartes

Merhaba

Duygular ya da Ruh Halleri Descartes‘ın duygular üzerine en ayrıntılı çalışması olan bu eser, Fransızca olarak kaleme alınmış ve 1649 yılında Amsterdam’da Les Passions de l’âme başlığıyla Fransızca olarak, bir yıl sonra da Henrius Meresius (Henri Desmarets) tarafından Passiones Animae adıyla Latince olarak yayımlanmıştır.

Düşünce tarihinde Descartes’in son eseri olarak da ayrıcalıklı bir yer edinen Ruh Halleri, fiIozofun Utrecht Üniversitesi’nde tıp profesörü olan Henricus Regius ve Prenses Elisabeth’le mektuplaşmaları sırasında onların ruh üzerine sordukları sorularla şekil almış; Elisabeth’in ruhun, yani cisimsiz olan bir şeyin ne tür bir hareket kabiliyetine sahip olduğu ve beden tarafından nasıl hareket ettirilebildiğine ilişkin meraklı sorgulamalarıyla gitgide genişleyerek üç kitaplık kapsamlı bir esere dönüşmüştür.

Ruh Halleri’nin yazım süreci, Elisabeth’in filozoftan duyguların tam tanımını istemesi üzerine, 1646 yılında başlar. Descartes ilkin konuyla ilgili küçük bir deneme kaleme alır ve okuması için Prenses’e gönderir. Diğer yayımlanmış eserlerinin de baskı sürecinde olduğu gibi, ilk başta Descartes’in aklında bu çalışmasını da yayımlama niyeti yoktur.

Descartes‘in ölümünden kısa süre önce, 1649’da kaleme aldığı Ruhun Tutkuları, filozofun tasvir ettiği felsefe ağacının dallarına uzanan bir ahlak incelemesidir. Ancak tutkuları mutluluk ve özgürlük için bir engel olarak gören Stoacı geleceğe karşı tutkuları rehabilite eden Descartes‘in yaklaşımı bir ahlakçı tavrı değil modern anlamda söylersek, bir nörofizyoloğun tutumudur. Böylece adeta filozofun vasiyet eseri olan bu çalışmanın ana konusu, ruh ve beden arasındaki biyolojik birliğin oluşturduğu failin insani özellikleri, sonra da ahlaki bir bireydir ve Descartes gerçek anlamda bir etik sunmaktan ziyade yönetmenin son meyvesi olarak bir “pathos” projesi tasarlar.

Dahası ruhun kendi hazları olabilir. Ama bedenle ortak olan hazlarına gelince, bunlar tamamıyla tutkulara bağlıdır; öyle ki bunların en fazla heyecanlandırdığı insanlar bu hayatın zevklerini en çok tadabilenlerdir. Tutkularını iyi kullanmayı bilmedikleri ve tahlilleri de ters gittiği zaman, en büyük acılarla karşılaştıkları da doğrudur. Ama bu bilgelik de asil itibarıyla bu hususta faydalıdır, tutkulara hakim olmayı ve onları maharetle kullanmaya öyle bir öğretir ki, neden oldukları kötülükler gayet katlanabilir hale gelir ve hatta hepsinden sevinç payı bile çıkarılabilir.

Madde 48

Ruhların gücü ve zayıflığı nasıl bilinir ve en zayıf ruhların kusuru nedir?

Ancak, herkes kendi ruhunun gücünü ve zayıflığını bu çarpışmaların sonucuna göre tanıyabilir. Zira iradeleri doğal olarak tutkuları en kolayca yenebilenler ve tutkulara eşlik eden beden hareketlerini durdurabilenler kuşkusuz en güçlü ruhlara sahip olanlardır. Ama güçlerini sınamayan ruhlar vardır; çünkü iradelerini kendi silahlarıyla savaştırmak yerine, iradeyi bazı tutkuların ona başka tutkulara direnmek için sağladığı silahlarla çarpışmaya sokarlar. Ruhun kendi silahları olarak adlandırdıklarım, iyinin ve kötünün bilgisine ilişkin sağlam ve kararlı yargılar ve iradenin yaşamdaki eylemlerini bunlara göre yürütmeye karar vermiş olmasıdır. Ve bütün ruhlar içinde en zayıf olanlar , iradesi belli yargıları böyle izlemeye karar vermeyip, sürekli, çoğu kez birbirlerine zıt olan mevcut tutkulara kapılıp sürüklenenlerdir, bu zıt tutkular ruhu sırayla kendilerinden tarafa çekerler ve onu kendine karşı çarpışması İçin kullanırlar, ruhu olabilecek en acınacak hale düşürürler . Böylece korku ölümü ancak kaçmakla kendisinden sakınılabilecek son derece büyük bir kötülük olarak gösterdiğinde , öte yandan, eğer ihtiras (ambition) bu kaçışı ölümden de beter bir yüz karası olarak gösterirse, bu iki tutku iradeyi değişik, biçimlerde tahrik eder, irade bir ona bir diğerine uyarak , sürekli kendi kendisiyle çatışır ve böylece ruhu köle ve mutsuz kılar.

Madde 139

Ruha ait olmaları itibariyle, aynı tutkuların faydası/kullanılması ; ve ilk olarak sevgiye dair.

Eğer sadece bedenimiz olsaydı ya da beden bizim en iyi bölümümüz olsaydı, bu açıklama yeterli olurdu; fakat beden daha az öneme sahip kısmımız olduğu İçin, tutkuları esasen, ruha ait olmaları bakımından göz önünde tutmalıyız. Ruha göre sevgi ve nefret bilgiden gelir ve neşe ve kederi öncelerler; ancak bilginin türleri olan neşenin ve kederin, bilginin yerini tuttukları durum müstesna. Ve bu bilgi doğru olduğunda , yani bizi sevmeye sürükledikleri şeyler hakikaten iyi ve nefret etmeye götürdükleri şeyler de hakikaten kötü olduklarında, sevgi nefretten karşılaştırılamaz derecede iyidir, çok büyük olamaz ve asla neşe doğurmaktan geri kalmaz. Bu sevginin ziyadesiyle, iyi olduğunu söylüyorum, çünkü bize gerçek iyilikleri katarak bize o denli kusursuz kılar. Yine bu sevginin çok büyük olamayacağını söylüyorum, çünkü en aşırı sevginin yapabileceği, bize bu iyilikleri o kadar kusursuzca katmaktır ki özellikle kendimize duyduğumuz sevgi kendimizle bu iyilik arasına bir ayrım koymaz; bu da kanaatimce hiçbir zaman kötü olamaz. Ve arkasından muhakkak neşe gelir çünkü sevdiğimiz şeyleri, bize ait bir iyilik olarak temsil eder.

“Bu yaşamdaki tüm iyilikler ve kötülükler yalnızca tutkulara bağlıdır.”

Dahası ruhun ayrıca kendi hazları olabilir. Ama bedenle ortak hazlarına gelince, bunlar tamamıyla tutkulara bağlıdır; öyle ki bunların en fazla heyecanlandırdığı insanlar bu hayatın zevklerini en çok tadabilenlerdir. Tutkularını iyi kullanmayı bilmedikleri ve talihleri de ters gittiği zaman, en büyük acılarla karşılaştıkları da doğrudur. Ama bilgelik de asıl itibariyle bu hususta faydalıdır, tutkulara hakim olmayı ve onları maharetle kullanmayı öyle bir öğretir ki, neden oldukları kötülükler gayet katlanılabilir hale gelir ve hatta hepsinden sevinç payı bile çıkarılabilir.

Dahası ruhun ayrıca kendi hazları olabilir. Ama bedenle ortak hazlarına gelince, bunlar tamamıyla tutkulara bağlıdır; öyle ki bunların en fazla heyecanlandırdığı insanlar bu hayatın zevklerini en çok tadabilenlerdir. Tutkularını iyi kullanmayı bilmedikleri ve talihleri de ters gittiği zaman, en büyük acılarla karşılaştıkları da doğrudur. Ama bilgelik de asıl itibariyle bu hususta faydalıdır, tutkulara hakim olmayı ve onları maharetle kullanmayı öyle bir öğretir ki, neden oldukları kötülükler gayet katlanılabilir hale gelir ve hatta hepsinden sevinç payı bile çıkarılabilir.

Bugün, duygularla baş etmenin yollarını ararken, Descartes’in tutkulara dair bu çözümlemesi modern psikolojiyle de köprü kurabilecek bir derinlik taşıyor.

Ruhun Tutkuları, kitabını felsefe severler için buraya bırakıyorum. Okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “İnsanın tutkuları, hem yıkımın hem özgürlüğün kapısını açar. Bilgelik, bu tutkuları tanımayı ve yönetmeyi gerektirir.” Descartes’in son eseri olan bu yapıt, duyguların doğasını, ruh ve beden ilişkisini ve insanın özgürlük kapasitesini irdeler. Modern felsefenin en erken psikolojik analizlerinden biri olarak da kabul edilebilir.

Descartes Hayatı ve Kariyeri

René Descartes (1596–1650), modern felsefenin kurucu figürlerinden biri olarak kabul edilir. Fransa’da doğan Descartes, Jesuit eğitimi aldıktan sonra hukuk eğitimi görmüş, ardından bilim ve matematikle ilgilenmeye başlamıştır. Ancak onu özel kılan, felsefi çalışmalarında “kesin bilgiye ulaşma” idealine duyduğu sarsılmaz inançtır.

Descartes, özellikle şüphecilik yöntemi ile tanınır. Ünlü “Cogito, ergo sum” — “Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesi, bu yöntemin sonucudur. Bilginin ancak her şeyden şüphe ederek temellendirilebileceğini öne sürer. Bu noktada, geleneksel otoritelere (özellikle Aristotelesçi skolastik düşünceye ve Kilise dogmalarına) karşı bir tavır takınır.

Onun felsefesinin temelini oluşturan unsurlar şunlardır:

  • Rasyonalizm: Bilginin kaynağı deney değil, akıldır. Tabiat ışığı da bu bağlamda aklın saf ışığıdır.
  • Metodik Şüphe: Her şeyden şüphe edilerek en sağlam bilgiye ulaşılabilir.
  • Dualizm: Zihin ve beden, birbirinden ayrı iki özdür. Bu görüş, zihin-fizik etkileşimi tartışmalarında önemli bir kırılma yaratmıştır.

Descartes, bilim ve felsefeyi birleştirme çabası içinde, geometri ve matematikte de önemli katkılar sunmuştur. Kartezyen koordinat sistemi bugün hâlâ onun mirasıdır. Felsefede olduğu kadar, analitik geometri ve modern fiziğin şekillenmesinde de büyük etkisi olmuştur.

Hayatının son dönemini Hollanda’da geçirmiştir. Düşüncelerinin serbestçe ifade edilebildiği bu ortam, onun için üretken bir felsefi iklim sağlamıştır. Ancak İsveç Kraliçesi Christina’nın daveti üzerine gittiği Stockholm’de soğuk hava koşulları nedeniyle hastalanmış ve 1650 yılında hayatını kaybetmiştir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin