
Zamyatin, romanın karakterlerini, yani numaraları ve uzay aracını isimlendirirken genel olarak Latin alfebesi kullanıyor. (D,I,O,R,S, İntegral) fakat sadece bir karakter için (I-O) Kiril alfabesini yeğliyor.
“Yaşayan bir edebiyat saatini düne ya da bugüne göre değil, yarına göre ayarlar. O, seren direğine çıkmış bir gemici gibidir; direğin tepesinden batan gemileri, buzdağlarını ve yaklaşan fırtınaları görür; güvertedekiler ise bunlardan habersizdir. Fırtınalı havada gözcüye gerek vardır. Ve şu anda hava fırtınalı ;dört bir yandan imdat çağrıları geliyor. Daha dün, bir yazar güvertede sakin sakin dolaşıp manzara resimleri çekebiliyordu; ama dünya 45 derece yan yatmışken, yeşil dalgalar bizi yutmaya hazırlanır, geminin gövdesi de çatırdarken kim ister manzara resimlerine bakmayı! Eğer yeniden, baştan başlayabilseydik nasıl, neyle yaşardık? Ve ne İçin? Bugün edebiyatta bize gereken, seren direğinin tepesinden, uçaklardan görünen dev felsefi ufuklardır; bize gereken en nihai, en korkunç ve en korkusuz “Neden?” ler ve “Sonra ne olacaklar?” dır.”
— Yevgeni Zamyatin
Merhaba
Zamyatin’in romanı 1921 yılında yazıldı, Rusya’da yayımlanamadı, yayımlanması için Almanya’ya gönderilen romanın 1923 yılında Çekçe çevirisi yayımlandı, ertesi yıl İngilizceye çevrildi ve sonra, 1927’de Çekçeden Rusçaya bir çevirisi yapıldı, ama özgün Rusça metin ilk kez 1952 yılında, Amerika’da yayımlanabildi.
Zamyatin’in Türkçeye çeviri süreci de biraz bu kaotik modeli taklit etti: ilk kez 1984 yılında Bülent Somay, Yeni Gündem dergisinde ayrıntılı bir şekilde ele aldı Biz romanını. Derginin ilk sayısında Orwell konu edilmişti; demokrasi, toplum ve aydın ilişkisine ayrılan dördüncü sayısında Enis Batur, Murat Belge, Ömer Madra’nın yanında Bülent Somay “Biz ve 1984” başlıklı bir yazı kaleme aldı, Zamyatin’in İngilizceden çevrilen “Edebiyat, devrim, entropi..” yazısı da bunun eki oldu. Dört yıl sonra romanın Füsun Tülek imzalı ilk İngilizceden çevirisi çıktı, Somay’ın yazısı bu çeviriye önsöz oldu. Aradan geçen zamanda “glasnost” yaşanmıştı, üç yıl sonra da romanın esin kaynaklarından olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldı. Uzun sessizliğin ardından 2009 yılında roman bir daha, yine İngilizceden, Algan Sezgintüredi imzasıyla çevrildi. Rusya’da Zamyatin’in itibarı iade edilir, kitaplan yeniden yayımlanırken Türkiye’de Rusçadan yapılmış bir Biz çevirisi yayımlanmadı.
Bu çeviri bu yönüyle Zamyatin için bir itibar iadesi, çeviri tarihi için bir glasnost sayılabilir.
Bir gemi mühendisi olan kahramanımız Y., ülkesinde Devrim en nihayet patlak verdiğinde yabancı bir ülkededir. Hayatı boyunca hep radikal bir devrimci olmuş, bu uğurda çeşitli kereler tutuklanmış, sorgulanmış, hapse mahkûm olmuş ve evinde gözaltında tutulmuş biridir Y., bu yüzden yeni çağın doğuşunu kutlamak için hemen ülkesine döner.
Yetenekli bir yazardır; eski düzenin sansüründen kurtulur kurtulmaz hayat dolu, putları kırmayı hedefleyen denemelere girişen genç bir yazar grubuna katılır. Ancak özgürlük dönemi yalnızca birkaç yıl sürer. Devrim zorlukla kazandığı zaferi sağlamlaştırıp etkili bir yönetim oluşturacak şekilde katılaşırken, Y, onunla birlikte katılaşmaz, aykırı biri olarak kalır. Konumu bağımsız, İronik ve eleştireldir. Hiçbir değeri ya da ödülü sorgulamadan kabullenmez. Bu yüzden yeni hükümet onu, tıpkı eski hükümet gibi, yurtsever olmayan, yıkıcı ve tehlikeli biri olarak görür, Y. buna pek aldırmaz; tehlikeyi sever. Yazmaya devam eder. Yaratıcı gücünün doruğundayken bir roman yazar. Bir bilimkurgu romanıdır bu; olumsuz bir Ütopyadır. Ulusunun giderek katılaşmasına ve otoriterleşmesine karşı parlak bir tanıklık ve tutkulu bir hürriyet savunusudur. Romantik, yaratıcı, zekice yazılmış, güçlü ve güzel bir kitaptır; belki de yazılmış en iyi bilimkurgu romanıdır. El yazmasının yayımlanmadan önce hükümet tarafından onaylanması gereklidir. Onaylanmaz.
Üç yıl sonra, el yazmasının bir kopyası yurt dışına kaçırılarak basılır; çeviriler yapılır ve kitap birçok dilde yayımlanır — yalnızca kendi dilinde, kendi ülkesinde yayımlanmaz.
On yıl sonra bürokratların ve hükümetin gözüne girmek için çırpınan başka yazarların kendisine karşı yürüttüğü aralıksız kampanyadan yılan Y. , devlet başkanından ülkeyi terk edebilmek için izin ister. “Ülkemizde küçük insanların önünde eğilmeden büyük edebi fikirlere hizmet etme imkânı doğar doğmaz geri dönme hakkım sak11 kalmak kaydıyla,” der mektubunda, “yurt dışına çıkmak için izin istiyorum.” Pek alçakgönüllü bir mektup sayılmaz bu, ama gene de izin verilir. Paris’e gider. Geride kalan dostları birer birer, sansür tarafından, mahkeme ve hapis yoluyla, ya da idamla susturulur. Y. yalnızca görünürde kurtulmuştur; toplama kamplarındaki ya da toplu mezarlardaki dostları kadar sessizdir artık. Ekmeğini kazanmak için film senaryoları yazar, ama dişe dokunur hiçbir şey yazmaz. Yedi yıl sürgünde yaşadıktan sonra ölür.
Kadınlar Rüyalar Ejderhalar adlı eserinde Ursula L. Guin şöyle der:
Y., Yevgeni Ivanoviç Zamyatin: benim gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu eseri olarak gördüğüm romanın İngilizce adı We (Biz). Rusya’da bir anlamda bir ada bile sahip değildi. Yok. Sansür edildi.
Zamyatin’in hayatı bir trajediydi; ama aynı zamanda bir zaferdi de, çünkü düşmanlarına karşı hiçbir zaman güç kullanmadı, asla şiddete başvurmadı, kin bile gütmedi. Bildiğini söyledi, yüksek sesle ve açık seçik, zekice ve cesaretle, sevdiği şeylere ihanet etmeden konuşabildiği sürece; sürgünde artık bunu yapamaz hale geldiğinde ise, sustu.
Zamyatin’i unutmamakta fayda var, çünkü Amerika’da ne zaman sansürden söz etsek sızlanma eğilimindeyiz. Radikaller kurulu düzenden şikâyet ediyor, Beyaz Saray basından şikâyet ediyor — adil değilsiniz, taraf tutuyorsunuz, gerçeği gizliyorsunuz — hele bir durun, canınıza okuyacağım.
Sindimeyi, baskıyı ve sansürü —kurumsallaşmış iktidarın oldüğü her yerde sansür de vardır— yenmenin tek yolu, bunları reddetmektir. Misilleme yapmak değil —sen beni susturmaya çalışırsan, ben de seni susturmaya çalışırım— hem araçlarım hem de hedeflerini reddetmek. Tümüyle üzerinden atlamak. Onlardan daha büyük olmak. Zamyatin’in yaptığı tam da buydu işte. Ruhen düşmanlarından büyüktü ve onların küçüklüğünün kendisine bulaşmasını, ufalmayı bilinçli olarak reddetti. Küçük pis oyunlar oynamadı. Stalin’i ruhuna sokmadı.
Bu tür bir bilinçli reddin yanına bile yaklaşabilmek için, sansür sorununun tümünü, acilen ve dürüstçe ele almalıyız. Pornografik diye adlandırılan malzemenin sansür edilmesi meselenin yalnızca bir, ve kanımca merkezi olmayan, yanı. Ancak Yüksek Mahkemenin son gerici kararı, savaşı bu cephede açtı. Aynı şekilde, ABD’de doğrudan siyasal sansür, yine meselenin yalnızca bir yanı. Hükümet istediği şeyi “Gizli” diyerek gömdüğünde, ya da polis ve Vergi Bürosu Marksist (ya da öyle olduğundan şüphelenilen) yazarları taciz etmekte kullanıldığında aciliyet kazansa da, bu hâlâ —henüz— merkezi mesele değil. Yalnızca bazılarımızı ilgilendiriyor. ABD’deki her yazan, basılan her kitabı ilgilendiren şey, piyasanın sansürüdür.
Biz totaliter bir devlet değiliz; bir demokrasiyiz hâlâ, yalnızca isimde değil, ama kapitalist bir demokrasi, bir şirketler demokrasisi. Bizim sansür biçimimiz, kurumlarımızın doğasından çıkar. Bizim sansürcülerimiz, pazar yerinin putları.
Bu nedenle bizim sansür biçimimiz alışılmadık ölçüde akışkan ve değişken; hiçbir zaman onu tam olarak tanımladığınızdan emin olamıyorsunuz. Bastırma, siz farkına varmadan önce oluyor; gözlerinizin arkasında.
Biz, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar okumaya davet ediyor.
Sevgi’yle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın