
Eliphas Levi, 19 yüzyılda yaşamış okultist. Metafizik Maji Öğretisi ve Ritüeli. Mavi Kalem Yayınevi, Levi’nin kült eseri olan “Metafizik Maji Öğretisi ve Ritüeli” kitabını, ilki “Metafizik Maji Öğretisi”, ikincisi de “Metafizik Maji Ritüeli” olmak üzere iki cilt halinde yayınlamıştır.
“Cennet, kılıçla yaralanan kadar, kalemini doğru kullanana da nasip olacaktır.“
— Eliphas Levi
Merhaba
Okültizm, geçmiş çağlarda doğa, evren, tesirler, insan ve evren ilişkileri ve gelecek hakkında gerek medyumluk yollarla gerekse aktarıla gelen ezoterik tradisyonlar yoluyla edinilmiş derin bilgiler bütünü olarak tanımlanır. Okült, bilimsel yöntem dışındaki yollar ile “gizli” bilginin araştırılması demektir.
Okültizmle ilgilenen herkesin adını bildiği Eliphas Levi, onun reenkarnasyonu olduğunu iddia eden Aleister Crowley de dâhil olmak üzere kendinden sonra gelen çoğu okültisti etkilemiş olan büyük bir majisyen, kabalist ve tarot bilimcisidir. Eserleri günümüzde bile en çok okunanlar ve gerek kaynak olarak gerekse pratik gayeyle en çok başvurulanlar arasındadır.
Eliphas Levi, Roma Katolik kiliseye bağlı bir din adamı olma yolunu terk edip, kendisi gibi ezoterizm, okültizm, maji, hipnoz ve astroloji ile ilgilenen gruplara girer. Onun birçok ezoterik topluluğa üye olduğu ne ispatlanmış ne de reddedilebilmiştir. Birçok takipçisinin yaşadığı Londra ziyaretlerinden birinde, 1. Yüzyılda yaşamış olan Tyanalı Apollonius’un ruhunu çağırdığı bir ruhsal celse düzenler. Rivayete göre Tyanalı, onu büyük bir sırra inisiye eder ve bu olay, onun kesin olarak bir majisyene dönüşmesiyle ve lakap olarak majik ismi Eliphas Levi’i almasıyla sonuçlanır.
Levi, geçtiğimiz yüzyılın en önemli ezoterik araştırmacıların biri olan Manly Hall’ın da en sık atıf yaptığı isimler arasındadır.
Maji, bize bir Majisyenden iletilen Doğa’nın sırlarına dair geleneksel bilimdir. “Maji tek bir bilim altında felsefede en kesin ve dinde en mutlak ve yanılmaz şeyleri birleştirir. İlk bakışta birbirine tamamen zıt gözüken, inanç ve mantığı, bilim ve imanı, yetki ve özgürlüğü mükemmel bir uyum ve ahenkle bağdaştırır.”
“Niye eski kitaplar?” dediğinizi duyar gibiyim. Eski kitaplar en değerlileri. Çünki onların, özlü sözleri ve harika üslupları var. İnsanlığı araştıran bir kalem olarak, hayatta yaşanılan ve sır olarak kaldığını düşündüğümüz şeyleri de bilmeye.
İncil’in alegorik anlatılarında Şeytan işte böyle ortaya çıktı ve kayboldu. “Bir gün gelecek” diyor Eyüp’ün kitabı, “Tanrı’nın oğulları Rab’bin önünde kendilerini sunacak ve Şeytan da aralarında olacak. Ve Rab Şeytan’a şöyle dedi: ‘Sen nereden geldin?’ Şeytan Rab’be şöyle cevap verdi: ‘Yeryüzünde bir ileri bir geri dolaştım, bir aşağı bir yukarı’” Tanıdığımız eğitimli bir gezgin tarafından Doğu’da bulunan Gnostik bir İncil’de, ışığın doğuşu Lucifer’in lehine olarak şu şekilde açıklanmaktadır:
“Kendinin farkında olan gerçek, yaşayan düşüncedir. Gerçek, kendinde olduğu gibi düşüncedir ve formüle edilmiş düşünce de konuşmadır. Ebedi Düşünce bir form dilediği zaman: ‘Işık olsun’ dedi. Şimdi konuşan bu Düşünce, Kelam’dır ve Kelam, ‘Işık olsun’ demiştir, çünkü Kelamsın kendisi zihinlerin ışığıdır. İlahi Kelam olan müdahale edilmemiş ışık parlar, çünkü görülmek ister. ‘Işık olsun!’ dediğinde, gözlerin açılmalarını emretmektedir; böylece aklı oluşturur. Tanrı ‘Işık olsun!’ dediği zaman akıl yaratıldı ve Işık ortaya çıktı. İmdi, Tanrı’nın ağzından çıkan nefesle yaymış olduğu akıl, güneşten yayılan bir yıldız gibidir ve cennet tarafından Lucifer adıyla selamlanan muhteşem bir meleğin şeklini almıştır. Akıl uyanmış ve İlahi Kelam’ın söylenişini anlamak yoluyla doğasını tamamen kavramıştır; ‘Işık olsun!’ Böylece kendini özgür hissetti, çünkü Tanrı onu var olmaya çağırdı ve o da başını kaldırıp iki kanadını açarak şöyle yanıt verdi: ‘Köleleştirilmeyeceğim’. Müdahale edilmemiş Ses ise ona ‘O zaman acı çekeceksin.’ dedi. Işık ‘Ben özgür olacağım’ diye yanıtladı. Yüce Ses ise ona ‘Gurur seni baştan çıkaracak ve ölüme neden olacaksın.’ dedi. Yaratılan ışık tekrar cevap verdi: ‘Hayatı fethetmek için ölümle mutlaka savaşmalıyım.’ Bunun üzerine Tanrı, muhteşem meleği kısıtlayan ve göğsünde yer alan parlayan kordonu gevşetti ve onun gecenin koynuna dalışını izledi, arkasında şanlı izler bırakıyordu. Tanrı, düşüncesinin bu ürününü çok sevmişti ve kelimelerle tarif edilemeyecek olan bir gülümseyişle şöyle dedi: ‘Işık ne kadar güzeldi!’
“Acıyı Tanrı yaratmadı; özgür olmak için onu akıl kabul etti. Ve ıstırap, sonsuz olduğu için tek başına hata yapamayacak olan Tanrı tarafından, varoluşun özgürlüğü üzerine empoze edilen bir koşul oldu. Zira aklın özü yargıdır ve yargının özü özgürlüktür. Göz, kapanma veya açılma yetisi dışında aslında ışığa sahip değildir. Eğer göz her zaman açık olmaya mecbur bırakılsaydı, ışığın kölesi ve kurbanı olurdu ve bu işkenceden kaçmak için görmeyi bırakırdı. Dolayısıyla, yaratılmış olan akıl da, O’nu inkâr etme özgürlüğü dışında Tanrı’yı kabul etmekten mutlu değildir. Bu yüzden, inkâr eden akıl, özgürlüğünü ileri sürdüğü için, aslında sürekli olarak bir şeyi doğrular. İşte küfrün Tanrı’yı büyütmesinin, ve cehennemin, cennetin mutluluğu için vazgeçilmez olmasının sebebi budur. Işık, gölge tarafından engellenmemiş olsaydı, hiçbir görünür biçim var olmazdı. Eğer ilk melekler karanlığın derin ekleriyle yüz yüze gelmeselerdi, Tanrı’nın yaratımı eksik kalmış olur ve yaratılmış olanlarla ve öz ışık arasında hiçbir ayrım kalmazdı. Eğer akıl, Tanrı’yı hiç kaybetmemiş olsaydı, Onun iyiliğini hiçbir zaman bilemezdi. Eğer cennetin şımarık oğlu, Baba’sının evini hiç terk etmeseydi, Tanrı’nın sonsuz sevgisi, merhametinin hazları üzerinde asla parlayamazdı. Her şey ışık olduğunda, hiçbir yerde ışık yoktu; sadece onu getirmeye çalışan Tanrı’nın bağrını doldurmuştu. Ve Tanrı: ‘Işık olsun!’ dediğinde, karanlığın ışığı püskürtmesine ve evrenin kaostan yayılmasına izin verdi. Doğumunda köleliği reddeden meleğin inkârı, dünyanın dengesini oluşturdu ve kürelerin hareketi böylece başladı. Sonsuz mesafeler, ebedi gecenin boşluğunu dolduracak kadar geniş ve Tanrı’nın gazabına dayanacak kadar güçlü olan bu özgürlük sevgisini takdir ettiler. Fakat Tanrı, çocuklarının en asilinden nefret edemezdi ve onu, yalnızca gücüyle onaylamak için gazabıyla denedi.
Ayrıca, Lucifer’in kıskançlığı gibi, Tanrı’nın Zat’ının Sözü de cennetten inmeye ve cehennemin gölgelerinden zaferle geçmeye razıydı. O keşfedilmeyi ve kınanmayı istiyordu; acımasızlığının sancıları içinde inleyeceği o korkunç saati önceden tasarlamıştı: ‘Tanrım, Tanrım, neden beni terk ettin?’ Sabah yıldızının güneşin önünden geçmesi gibi, Lucifer’in isyanı da yeni doğan Tabiat’ın, Tanrı’nın yeniden doğuşunun ilanıydı. Muhtemelen Lucifer, gece boyunca düşüşü sırasında, şanının cazibesiyle bir güneş ve yıldız yağmurunu da beraberinde getirmişti.
Muhtemelen güneşimiz yıldızlar arasında bir iblistir, çünkü Lucifer melekler arasında bir yıldızdır. İnsanlığın korkunç acılarını ve yeryüzünün uzun süren ıstıraplarını sakin bir şekilde aydınlatması da şüphesiz bu yüzdendir —çünkü o, yalnızlığı içinde özgürdür ve kendi ışığına sahiptir.”
Yaşam beyaz ve siyah üzerine. Siz hangisi olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Metafizik Maji Öğretisi ve Ritüeli, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar okumaya davet ediyor.
Sevgi’yle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın