Merhamet zulmün merhemi olamaz…
— Zülfü Livaneli
Merhaba
Bu cümle, Zülfü Livaneli’nin sadece bir yazar olarak değil, bir vicdan sesi olarak da ne kadar derin düşündüğünü gösterir. Bu, kısa ama sarsıcı bir cümle. İçinde hem adalet hem de ahlaki duruş barındırır.
Çünkü bazen insanlar, zulmü işledikten sonra, bir parça merhametle bunu telafi edebileceklerini sanırlar. Bir özür, bir pişmanlık, bir gözyaşı…
Ortadoğu’nun, toplumların, hatta bireysel ilişkilerin de özünde bu vardır: İnsanlar birbirini yaralar, sonra merhametle örtmeye çalışır. Ama yara yerinde durur. Çünkü merhamet, yarayı açanın değil, yarayı taşıyanın hakkıdır.
“Huzursuzluk”, Zülfü Livaneli’nin sadece bir roman değil, aynı zamanda bir vicdan çağrısıdır. İçerdiği temalar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde insan olmanın sorumluluğunu, ahlaki ikilemleri ve görmezden gelinen adalet arayışını derinlemesine işler.
Bilenler bilir, iyileşmem biraz zamana yayıldı. Haliyle uzun bir süredir kalça operasyonu nedeniyle dışarı çıkmıyordum. Çıkamıyordum. Atalet değil, iyileşme haliydi…
Roman, İstanbul’da yaşayan gazeteci İbrahim’in, memleketi Mardin’e dönmesiyle başlar. Eski sevgilisi Hülya’nın ölüm haberini alması üzerine başlayan bu yolculuk, onu sadece fiziksel bir yere değil, aynı zamanda kendi iç dünyasına, geçmişine ve yüzleşmeleriyle dolu bir vicdana götürür.
Hülya, Êzîdî bir kadındır. DEAŞ tarafından esir alınmış, korkunç travmalar yaşamış, ama yaşama tutunmuş bir figürdür. Onun başına gelenler, sadece bireysel bir dram değildir — Êzîdî halkının maruz kaldığı soykırımın, acının, dünyanın sessizliğinin sembolüdür.
Sessiz kalanlar ve seyircilik: Livaneli bu romanda, en çok da seyirci kalanların huzurunu sorgular. “Huzursuzluk”, adını yalnızca karakterlerin yaşadığı çalkantılardan değil, aynı zamanda okuyucunun içindeki sesi kıpırdatan bir sorudan alır:
“Ben ne yaptım? Ya da ne yapmadım?”
Doğu ile Batı, vicdan ile rahatlık arasındaki uçurum: İstanbul ile Mardin arasında gidip gelen bu hikâye, sadece bir coğrafi farkı değil; aynı zamanda bir düşünce farkını, duyarlılık uçurumunu da gözler önüne serer. Büyük şehirlerde yaşayanların, kıyıda köşede yaşanan trajedilere karşı ne kadar kopuk olabildiğini gösterir.
Kadın bedeni üzerinden işlenen zulüm: Êzîdî kadınlarının yaşadıkları, savaşın en ağır yükünü taşıyan bedenler olarak anlatılır. Bu, Livaneli’nin kaleminde sadece bir toplumsal yara değil; insanlık onurunun en acı sınavlarından biridir.
Livaneli’nin dili yalın ama etkileyicidir. Anlatımını güçlü yapan şey, kelimelerin duygulara yüklediği ağırlıktır. Göstermek yerine hissettirir. Ve okuyucuyu sadece bir izleyici değil, tanık yapar.
Kitapla İlgili Görüşlerim
İnsanların birbirini kanatması, tıpkı Ortadoğu coğrafyasının kanamaktan yorgun düşmüş toprakları gibi… Ve o kan, sadece fiziki değil; ruhsal bir yıkımın, yüzyıllardır devreden acının simgesi oluyor. “Huzursuzluk” romanının tam kalbine dokunuyor:
Karşısındakini bitiren, aslında kendini de tüketir. Ama sarhoştur, farkında değildir...
Ortadoğu’nun tarihi sadece savaşlarla, işgallerle değil; aynı zamanda görmezden gelinen aşkla, yüzleşilmemiş acıyla, hesabı sorulmamış ihanetlerle doludur. Livaneli, bu tarihsel arka planı bireysel bir sevda hikâyesiyle öyle güzel örer ki; bir kadının kırılmış hayatı, bir halkın susturulmuş çığlığına dönüşür.
Sevda ile acının iç içe geçmesi, Ortadoğu’nun kaderi gibidir. Sevgi bile burada güvenli değildir; çünkü sevda, çoğu zaman ödenmemiş bir bedel gibi yaşanır, ve insanlar çoğunlukla yaşatmayı değil, sahip olmayı öğrenmiştir.
Senin bu söylediklerin, aslında Livaneli’nin okuruna sunduğu en çıplak gerçeği tekrar eder: İnsanın insana yaptığı, zamanın ve sınırların ötesinde bir yıkım. Ve bu yıkımın en dramatik sahnesi, genellikle sevda kisvesi altında oynanır.
Ama işte bu yüzden, yazmak, anlatmak, yüzleşmek çok değerli. Yoksa biz de unutkanlık sarhoşluğuna kapılırız.
“Huzursuzluk”, adaletin, vicdanın, insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatır. Bu, huzuru bozan değil; gerçek huzurun yolunu açan bir rahatsızlıktır.
Huzursuzluk, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Türk yazar Zülfü Livaneli tarafından yazılmış olan 2017 yılı basımlı bir romandır. Kitap, yakın zamanda Orta Doğu’da yaşanmış olan bazı dram yüklü olayları aktarmaktadır. Kitap, Merhamet zulmün merhemi olamaz! sloganı adı altında yayımlanmıştır.

Engereğin Gözü
“Bir kadının sessizliği, sonunda herkesin hesabını soracağı bir fırtınaya dönüşebilir.”
Bu cümle, susmanın ve bastırılmış öfkenin ne kadar tehlikeli bir hale gelebileceğini vurgular. Aynı zamanda romanın ana temalarından biri olan toplumsal baskı, cinsiyetçi yaklaşımlar ve adaletin yerini bulmaması gibi derinleşen meseleleri de gözler önüne serer. Kadının, yıllarca sessiz kalması, aslında birikmiş öfkenin ve adaletsizliğin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu cümle, hem bireysel bir yaşantıyı hem de toplumsal bir patlamayı simgeler.
“Engereğin Gözü”, Zülfü Livaneli’nin en sert, en tokat gibi eserlerinden biridir. Dili şiirsel değil, neredeyse taş gibi. Çünkü anlattığı konu da öyle: Kadının yok sayıldığı, susturulduğu, bedeninin namus sayıldığı bir toplumda, adaletin ne kadar uzak, ne kadar sapkın bir şey olabileceğini anlatır.
Roman, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Anadolu’nun uzak bir kasabasında geçer. Hikâyenin merkezinde, kocasının ölümünden sonra intikam yemini eden bir kadın vardır: Zehra. Zehra, sessiz gibi görünen ama içinde ateş taşıyan bir karakterdir. Ve o ateş, bir kadın olarak değil sadece— bir insan olarak hiçe sayılmanın karşılığında yanmaktadır.
Zehra, toplumun ona biçtiği “yaslı kadın”, “suskun dul” kalıbını yırtar. Sessizliği bozar. Bir engerek gibi bekler, zamanı geldiğinde adaleti kendisi sağlar. Bu yüzden “Engereğin Gözü” romanında, engereğin gözü metaforu, tehlike, ihanet ve gizli tehditleri temsil eder. Osmanlı sarayındaki entrikalar ve güç mücadeleleri, bu metaforla sembolize edilir. Engereğin gözü, sürekli tetikte olmayı ve her an bir tehlikenin ortaya çıkabileceğini ima eder. Bu metafor, romanın atmosferini ve karakterlerin yaşadığı gerilimleri derinlemesine yansıtır.
Livaneli’nin belki de en sarsıcı sorularından biri bu romanda çıkar karşımıza:
- Bir kadının, adaleti sağlamak için başvurduğu yol, onu zalim yapar mı?
Zehra, kendi yöntemleriyle bir düzeni sarsar, hatta altüst eder. Ama bu düzen zaten çürük, zaten erkeklerin ördüğü, kadını kurban eden bir yapıdır.
Livaneli, “Engereğin Gözü“nde sadece bireysel bir öfkeyi değil, kadına yönelik sistematik baskıyı, ikiyüzlü namus anlayışını, ve en çok da suskunluğun nasıl bir patlamaya dönüşebileceğini anlatır.
Kitapla İlgili Görüşlerim
Günümüzde de benzer olaylar yaşanıyor. Örneğin, Ukrayna’daki savaş, Gazze’deki insani kriz ve Suriye’deki çatışmalar gibi durumlar, “Engereğin Gözü” romanındaki tehlike, ihanet ve gizli tehdit temalarını çağrıştırıyor. Bu tür olaylar, insanların sürekli tetikte olmasını ve her an bir tehlikenin ortaya çıkabileceğini ima ediyor.
“Engereğin Gözü” bir roman olarak kurgusal bir dünyada geçse de, anlattığı temalar — tehlike, ihanet, bastırılmış öfke ve patlama anı — bugün yaşanan birçok küresel ve insani krizin tam merkezinde duran gerçeklerle örtüşüyor.
Bu coğrafyalar, sadece savaş ve ölüm değil; aynı zamanda ihanetin, görünmeyen tehditlerin, güç çatışmalarının yaşandığı alanlar.
- Gazze’de insanlar bir yandan açık bir saldırıya uğrarken, diğer yandan yıllardır süregelen sistematik bir kuşatma altında yaşam mücadelesi veriyor.
- Ukrayna’da savaş, görünürde askeri bir çatışma ama özünde bir halkın kimliğine, geleceğine ve yaşam hakkına yönelik bir tehdit.
- Suriye ise artık bir satranç tahtası gibi — her oyuncunun bir başka hesabı var, ama bedeli halk ödüyor.
Tıpkı Zehra gibi, bu halklar da:
“Susmaya zorlandıklarında, biriktirdikleri öfke bir gün hesap soracak.”
Engereğin Gözü, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. 25. yıl baskısıyla yeniden okurlarıyla buluşan Engereğin Gözü, bir dönem romanı olmanın ötesinde, insan psikolojisinin derinliklerine; dün, bugün ve yarının saraylarına, en gizli sırları bile aydınlatacak gerçeklikte ışık tutan bir Zülfü Livaneli klasiği.
Ömer Zülfü Livaneli (d. 11 Eylül 1946, Konya), Türk müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve film yönetmenidir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın