Çizginin dışındakiler Sıradışı fırsatların herhangi bir türünden yararlanan kişilerdi…

—Malcolm Gladwell

Merhaba

Outlier (Çizginin Dışındaki) isim

  1. Başlıca ya da ilişkili bir oluşumdan uzakta konumlanmış ya da farklı sınıflandırılmış olan şey.
  2. Ortaya koyduğu değer, seçilmiş diğer örneklerden belirgin biçimde farklı olan istatistiksel gözlem.

Bu, çizginin dışındakilerle, sıradışı şeyler yapan insanlarla ilgili bir kitap. İlerleyen bölümlerde sizi birbiri ardına farklı farklı türden “çizginin dışındakiler”le tanıştıracağım’. Dahiler, zengin ve güçlü iş insanları, rock yıldızları ve bilgisayar programcıları. Dikkate değer bir avukatın sırlarını açığa çıkaracağız, en iyi pilotları kaza yapan pilotlardan ayıran şeylere bakacağız ve Asyalıların neden matematikte bu kadar iyi olduğunu anlamaya çalışacağız, Aramızda dikkate değer —beceri sahibi, yetenekli ve azimli— olanların yaşamlarını incelerken, başarının anlamı hakkında büyük bir yanılgıya düştüğümüz.

Başarılı olanlar hakkında her zaman sorduğumuz soru nedir? Onların neye benzediğini —ne tür bir kişiliğe sahip olduğunu, ne kadar akıllı olduğunu, ne tür bir yaşam tarzlarının olduğunu ya da hangi özel yeteneklerle doğmuş olduğunu— bilmek istiyoruz. Ve bireyin zirveye nasıl ulaştığını açıklayan şeyin bu kişisel nitelikler olduğunu varsayıyoruz.

Her yıl milyarderler/girişimciler/rock yıldızları/ünlüler tarafından yayımlanan otobiyografilerde, olayların akışı hep aynıdır: Kahramanımız alçakgönüllü koşullarda doğar ve kendi kararlılık ve yeteneğinin gücüyle mücadele ederek başarıya giden yolda ilerler. Tevrat’ta Yusuf erkek kardeşleri tarafından kapı dışarı edilir, köle olarak satılır ve kendi zekâ ve içgörüsünün gücüyle firavunun sağ kolu haline gelir. Horatio Alger’in ünlü on dokuzuncu yüzyıl romanlarında yoksulluk içinde doğmuş erkek çocuklar yüreklilik ve girişkenliğin bir araya gelmesiyle zenginliğe ulaşır. Jeb Bush bir keresinde bir ABD başkanının oğlu, bir diğer ABD başkanının kardeşi ve zengin bir Wall Street bankeri ve ABD senatörünün torunu olmanın kariyeri açısından ne anlama geldiğinden söz ederken, “Bence bütün bunlar bir dezavantaj,” demişti. Florida valiliği için kampanya yürütürken kendisinden sürekli, “kendi kendini yetiştirmiş bir adam” olarak söz etti. Bizler başarıyı bireyin çabalarıyla o kadar yakından ilişkilendiririz ki bu tanımlama. karşısında çok az kişi şaşırmamış göründü.
Uzun yıllar önce Robert Winthrop Amerikan bağımsızlığının büyük kahramanı Benjamin Franklin’in bir heykelinin açılışında kalabalığa şöyle diyordu: “Kafanızı kaldırın ve yoktan var olmuş bir adamın imajına bakın; o soy sopa ya da himayeye hiçbir şey borçlu değildi; ilk eğitimin sizlere açık değil, yüz kat açık olan avantajlarını hiç yaşamadı; yaşamının ilk dönemlerinde çalıştığı işlerde en alt düzeyde hizmetleri yerine getirdi; ancak daha sonra kralların karşısına dikildi ve ölürken ardında dünyanın hiçbir zaman unutmayacağı bir isim bıraktı.”

Outliers’ta sizi başarıya ilişkin bu tür kişisel açıklamaların işe yaramadığına ikna etmek istiyorum. İnsanlar yoktan var olmaz. Soy sopa ve himayeye bir şeyler borçluyuzdur. Kralların karşısına dikilen insanlar bunu tek başlarına yapmış gibi görünebilir. Ancak gerçekte her zaman gizli avantajlardan, olağanüstü fırsatlardan ve öğrenmelerine, çok çalışmalarına ve dünyaya diğerlerinin veremediği biçimlerde anlam vermelerine olanak tanıyan kültürel miraslardan yararlanırlar. Nerede ve ne zaman büyüdüğümüz fark yaratır. Ait olduğumuz kültür ve atalarımızdan kalan miras başarı modellerimizi hayal bile edemeyeceğimiz yollarla biçimlendirir. Bir başka deyişle, başarılı insanların neye benzediğini sormak yeterli değildir. Sadece onların nereden geldiklerini sorarak, kimin başarılı olup kimin olmadığına ilişkin mantığı ortaya çıkarabiliriz.

Biyologlar sıklıkla bir organizmanın “ekoloji”sinden söz eder: Ormandaki en uzun meşe sadece en sert palamuttan yetiştiği için en uzun meşe olmamıştır; diğer ağaçlar onun aldığı güneş ışığını kesmediği, çevresindeki toprak derin ve zengin olduğu, fidanken hiçbir tavşan onun kabuğunu kemirmediği ve hiçbir oduncu onu vakti gelmeden kesmediği, için de en uzun meşe o olmuştur. Başarılı insanların sağlam tohumlardan geldiğini hepimiz biliriz. Ancak onları ısıtan güneş ışığı, kök saldıkları toprak ve uzak kalabilecek kadar şanslı oldukları tavşanlar ve oduncular hakkında da yeterince bilgi sahibi miyiz? Bu kitap uzun ağaçlarla ilgili değil. Bu kitap ormanlarla ilgili ve hokeye başlamak için iyi bir nokta, çünkü kimlerin hokey dünyasının zirvesine ulaştığına ilişkin açıklama, göründüğünden çok daha ilginç ve karmaşık. Hatta bütünüyle kişiye özel.

Seçme, yönlendirme ve farklılaştırma deneyimi. Kimin iyi olup kimin iyi olmadığına erken bir yaşta karar verirseniz, “yetenekli” olanı “yeteneksiz” olandan ayırırsanız ve “yetenekli” olana üstün bir deneyim sağlarsanız, seçilebilirlik sınırına en yakın tarihte doğmuş olan küçük bir gruba çok büyük bir avantaj sağlamış olursunuz.

Başarı konusunda tercih ettiğimiz düşünce biçiminin sonuçlarını görüyor musunuz? Başarıyı böylesine derin bir biçimde kişiselleştirdiğimiz için, diğerlerini en yüksek basamağa çıkarma fırsatlarını kaçırıyoruz. Kuralların başarıyı engellemesine neden oluyoruz. İnsanları daha en başından başarısızlığa mahkum ediyoruz. Başarılı olanlara aşırı derecede hayranlık duyuyoruz ve başarısız olanları aşırı derecede göz ardı ediyoruz. Ve en önemlisi, fazlasıyla pasif hale geliyoruz. Bizler kimin başarılı olup kimin başarılı olmadığını belirlemekte her birimizin ne kadar büyük bir rol oynadığını gözden kaçırıyoruz; “biz” derken toplumu kastediyorum.

Neredeyse bir kuşaktır dünyanın dört bir tarafındaki psikologlar çoğumuzun yıllar önce yanıtlanmış olduğunu varsaydığımız bir soru üzerine ateşli bir tartışma içinde. Soru şu: Doğuştan yetenek diye bir şey var mı? Yanıt apaçık evet. Ocak’ta doğmuş olan her hokey oyuncusu profesyonel düzeye ulaşmıyor. Sadece bazıları —doğuştan yetenekli olanlar— ulaşıyor. Başarı yetenek artı hazırlık demek. Bu görüşün sorunlu yanı şu; psikologlar üstün zekâlıların kariyerlerine ne kadar yakından bakarlarsa, doğuştan yeteneğin oynadığı rol o kadar küçük, hazırlığın oynadığı rol ise o kadar büyük görünüyor.

Exhibit A, yetenek tartışmasında, 1990’ların başlarında psikolog K. Anders Ericsson ve Berlin’deki seçkin Müzik Akademisi’nden iki arkadaşı tarafından yapılmış bir çalışma. Akademi’deki profesörlerin yardımıyla okuldaki kemancılar üç gruba ayrıldı, Birinci grupta yıldızlar vardı; dünya klasmanında solo kemancı olma potansiyeline sahip öğrenciler. İkinci grup sadece “iyi” olduklarına karar verilenlerdi. Üçüncü grupta ise, profesyonel olarak keman çalmaları beklenmeyen, ancak milli eğitim sistemi içinde müzik öğretmeni olmaya niyetli öğrenciler vardı. Sonra bütün kemancılara aynı soru yöneltildi: Kemanı ilk elinize aldığınız andan başlayarak bütün kariyeriniz boyunca kaç saat pratik yaptınız?

Üç gruptan da herkes kabaca aynı yaşta -5 yaş civarında- keman çalmaya başlamıştı. Bu ilk birkaç yıl, herkes kabaca aynı oranda -haftada iki üç saat kadar pratik yapmıştı. Ancak öğrenciler 8 yaş civarına geldiğinde gerçek farklılıklar ortaya çıkmaya başlamıştı. Sınıfının en iyisi olma noktasına ulaşan öğrenciler, herkesten daha fazla pratik yapmaya başlayanlardı; 9 yaşında haftada altı saat, 12 yaşında haftada sekiz saat, 14 yaşında haftada 16 saat ve böylece giderek artıyordu ta ki 20 yaşında haftada 30 saatten fazla pratik yapıyor —daha iyisini başarmak niyetiyle enstrümanlarını bilerek, isteyerek çalıyor— olana dek. Hatta 20 yaşında çok iyi performans gösterenlerden her biri toplam 10 bin saatlik bir pratiğe ulaşmış durumdaydı. Sadece iyi olan öğrenciler toplam sekiz bin saat pratik yapmıştı; geleceğin müzik öğretmenleri ise sadece dört bin saati biraz aşmış durumdaydı.

Ardından Ericsson ve arkadaşları amatör piyanistlerle profesyonel piyanistleri karşılaştırdılar. Ortaya aynı model çıktı. Amatörler çocuklukları boyunca asla haftada yaklaşık üç saatten fazla pratik yapmamıştı ve 20 yaşına geldiklerinde toplam iki bin saat pratik yapmış durumdaydılar. Oysa profesyoneller pratiklerini her yıl sürekli artırmış, 20 yaşına geldiklerinde de tıpkı kemancılar gibi 10 bin saate ulaşmışlardı.

Ericsson’ın çalışmasının çarpıcı yanı, “doğal” öğrencilerle —pratiğe akranlarının harcadığı zamanın belli bir parçasını harcayıp da tepeye fazla çabalamadan çıkan örneklerle— hiç karşılaşmamalarıydı. “İnek” öğrencilerle, herkesten daha fazla çalışan, ancak ön safları yarmak için gerekli şeye sahip olmayan örneklerle de karşılaşmadılar. Araştırmaları şunu gösteriyor ki bir öğrenci en iyi müzik okullarından birine girebilecek kadar yetenekliyse onun performansını bir diğerininkinden ayıran ne kadar çok çalıştığı oluyor. O kadar. Dahası, zirvedeki insanlar sadece daha fazla çalışmakla, hatta herkesten çok daha fazla çalışmakla kalmıyor. Çok çok daha fazla çalışıyor.

Karmaşık bir görevi mükemmel biçimde yerine getirmenin en az kritik düzeyde bir pratik gerektirdiğine ilişkin fikir, uzmanlık çalışmalarında tekrar tekrar su yüzüne çıkıyor. Hatta araştırmacılar gerçek uzmanlık için sihirli sayının 10 bin saat olduğuna ilişkin inançlarında fikir birliğine varmış durumda.

“Bu tür çalışmalardan ortaya çıkan tablo-herhangi bir şeyde- dünya klasmanında bir uzman olmayı sağlayacak ustalık düzeyine ulaşmak için 10 bin saat pratik gerektiğine işaret ediyor” diyor Daniel Levitin.

Outliers (Çizginin Dışındakiler), okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak amaçlı. Başarılı insanlar hakkında anlatılan bir hikâye vardır; onların zeki ve hırslı oldukları söylenir. Outliers’te Malcolm Gladwell başarının gerçek hikâyesinin bundan çok farklı olduğunu ve bazı insanların neden başarılı olduğunu anlamak için, bunların çevrelerine daha dikkatli bakmamız gerektiğini iddia ediyor. Mesela aileleri, doğum yerleri ve hatta doğum tarihleri… Başarının hikâyesi başta göründüğünden daha karmaşık ve çok daha ilgi çekici… Outliers, Beatles ve Bill Gates’in ortak yanlarının ne olduğunu, Asyalıların matematikteki olağanüstü başarısının sırrını, star sporcuların bilinmeyen avantajlarını ve tüm New Yorklu avukatların özgeçmişlerinin neden aynı olduğunu ve dünyanın en zeki adamının neden adını bile duymadığınızı açıklıyor. Bunların hepsi de nesiller, aile, kültür ve sınıf açılarından açıklanıyor. Gladwell’in iddiasına göre, bir Silikon Vadisi milyarderi olmak istiyorsanız, hangi yıl; başarılı bir pilot olmak istiyorsanız nerede doğduğunuz çok önemli. Çizginin dışındakilerin —yani normal beklentilerin ötesinde başarıyı yakalayan kişilerin— hayatları tuhaf ve alışılmadık bir mantık izliyor. Gladwell bu mantığı basitleştirirken insanın kendi potansiyelinden en yüksek seviyede nasıl yararlanacağı konusunda heyecan verici bir plan sunuyor. Malcolm Gladwell, Tipping Point kitabında dünyayı anlama şeklimizi değiştirmişti Blink’te düşünme hakkındaki düşüncelerimizi değiştirdi. Outliers’taysa başarı konusundaki anlayışımızı değiştiriyor.

Malcolm Timothy Gladwell (d. 3 Eylül 1963), Kanadalı gazeteci, yazar ve konuşmacı.1996’dan beri The New Yorker’da kadrolu yazarlık yapmaktadır. Yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Aynı zamanda Revisionist History podcast’inin sunucusu ve podcast şirketi Pushkin Industries’in kurucu ortağıdır.

Gladwell’in yazıları genellikle sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal bilimlerdeki araştırmaların beklenmedik sonuçlarıyla ilgilenir ve akademik çalışmalardan sık sık ve geniş çapta yararlanır. Gladwell, 2011 yılında Kanada Nişanı’na atandı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin