İnsanoğlu üzerinde yaşadığı yaşlı gezegenle uyumlu ve sevgi dolu bir ilişki içerisinde değil ne yazık ki. Yeryüzünün sayısız nimetinden yararlanıp diğer bütün canlılarla bir arada sorunsuzca yaşamak varken, doludizgin dramatik bir sona ilerliyoruz…
— Hubert Reeves
Merhaba
Bu satırları ilk okuduğumda doğa kelimesine odaklanmış bu satırlara dikkat kesildim. Doğa demek, sadece ağaçlar ve hayvanlar değil; aynı zamanda, toplumların tarihsel acıları ve unutulmuş kimlikler de var.
Hubert Reeves, insanlığın dünyayı bilinçsizce yok edişini anlatırken, bugün içinde yaşadığımız gezegenin karşı karşıya olduğu tehditleri net bir şekilde ortaya koyuyor. İklim krizi artık gerçek oldu. Küresel sıcaklık artışı hızla ilerliyor. Ormanlar yanıyor, deniz seviyesi yükseliyor, doğal felaketler her geçen gün daha fazla can alıyor. Bugün, Reeves’in işaret ettiği tehlikelerin hiç de uzak bir gelecekte olmadığını, aksine şu anda yaşadığımızı fark ediyoruz.
- İnsanların, yeryüzündeki hayatı sona erdirecek kadar büyük bozulmalar yaratabileceklerine gerçekten inanıyor musunuz?
İnsanlığın kaderini, yeryüzündeki hayatın geleceğinden ayrı düşünmek çok önemli; Yeryüzündeki hayatın olağanüstü bir dirence sahip olduğunu biliyoruz artık. Hayat, dört milyar yıldır olduğu gibi, yine yeni koşullara uyum sağlamayı ve hayat verici bir çeşitlilik göstererek yayılmayı sürdürecektir. Ama biz, insanlar, çok ama çok daha hassasız. Hayatta kalmamız, yeryüzünde hakim olacak yeni koşullara bağlı olacaktır.
- Yani gezegenimizi, torunlarımızın yaşamasına izin vermeyecek hale getirebiliriz, öyle mi?
Tüm dünyayı kapsayan, çok geniş çaplı bir iklim deneyinin içindeyiz. Etkilerini şimdiden göstermeye başladığının farkındayız ve gelecekte neler olacağını tedirginlik içinde izliyoruz. Bu deneyin nasıl sonlanacağını kimse bilemez ve sonucunda biyosferin nasıl bir görünüm alacağı da belli değil.
Ama deney yapan bir bilim insanından farklı olarak, işler kötü gitmeye başladığı zaman, deneyin akışını kolayca durdurma şansımız yok. Hatta laboratuvarı kapatıp evimize dönmemiz de mümkün değil. Deney kabının içindeyiz. Ve yalnız değiliz, çocuklarımız ve torunlarımız da bizimle beraber.
İnsanlığın kıyameti içinde bulunduğumuz durumu, altmış beş milyon yıl önce yaşanan biyolojik bir krizle karşılaştırarak bazı eğitici sonuçlara ulaşabiliriz.
- Yaşadığımız bu kriz neden doğdu?
- Bu korkunç katliamların ve günümüzde yaşanan olayların ardında ne var?
- Biyosferin acısı görünür oldu ama ya insanlık tarihindeki sessiz acılar? Türk milletinin yaşadığı soykırımlar, göçler, sürgünler; neden dünya buna kör kaldı?
Tarihte sekiz soykırım varsa, yedisine Türkler maruz kalmıştır. Soykırımın coğrafyası Balkanlardan Anadolu’ya, Kıbrıs’tan Ortadoğu’ya, Kafkaslardan tüm Türkistan’a ve Uyguristan’a kadar genişlemekte ve yüz milyonun üzerinde bir Türk nüfusun kaybına karşılık gelmektedir. Son iki yüz yılda nüfusu ve nüfuzu hızla eriyen tek millet Türklerdir.
Günümüz insanının genel anlamda değil kitap, makale bile okumaya sabrı veya zamanı olmadığı, televizyon ve yazılı basının yalan propagandalarına kandığını gözlemliyoruz.
Unutmayı ihanet ve felaket olarak kabul eden bir sosyal bilimin adı ve karşılığı olan tarih, özellikle de son iki yüz yıllık dünya tarihi Türklere karşı yapılan soykırım, katliam, işkence ve sürgünler ile doludur. Biz Türkler ağıt yakmayı tercih etmediğimiz ya da başka milletler gibi bizim yerimize ağıt yakacak dostlar edinemediğimiz için, bize karşı yapılan soykırımları, sürgünleri, katliamları tarih hafızamıza kazımamış, yeterince dile getirmemiş ve çabuk unutmuşuz. Türkler tarih sahnesine çıktıkları ilk dönemlerden beri hep soykırımlara, kıyımlara ve katliamlara uğramıştır. Soykırım, katliam, işkence ve sürgünlerin katlanarak çoğalan acıları, Türklerin iliklerine, kemiklerine, hücrelerine kadar işlemiştir.
Soykırımlar: Toprağa ve Kimliğe Yönelik Sessiz Yıkımlar
Hubert Reeves, Yeryüzünün Acısı adlı eserinde, insan eliyle başlatılmış büyük bir ekolojik yıkımdan söz ederken; bir başka tür “soykırım”ın daha izini sürer aslında:
Unutulanın, bastırılanın, yok edilenin sessiz çığlığı.
Yeryüzünün biyoçeşitliliği tıpkı kültürel çeşitlilik gibi her geçen gün azalıyor. Türler, diller, gelenekler, ormanlar, göç yolları… Sessizce ortadan kayboluyor. Ve biz bu yok oluşlara çoğu zaman seyirci kalıyoruz. Reeves’in ifadesiyle, bu bir deney değil: Deney kabının içindeyiz. İçinde doğayı, kültürü ve tarihi birlikte yaktığımız bir deney…
Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar, yalnızca güncel bir insan hakları ihlali değil; aynı zamanda bir kültürel soykırımdır. Yüz yıllar önce Hunlar tarafından Çin’e öğretilen savaş teknikleri, bugün ne yazık ki o torunlara karşı dönmüştür. Oysa bir zamanlar birlikte yürünmüş yollarda, şimdi izler silinmekte; diller unutturulmakta, kimlikler bastırılmaktadır.
Aynı şekilde, doğa da konuşamaz hale getiriliyor. Ormanlar yakılıyor, nehirler kurutuluyor, hayvanlar susuzluktan ölüyor… Ama en çok da biz, sessizliğe gömülüyoruz. Tıpkı tarih boyunca kıyıma uğramış, ama ağıtları duyulmamış Türk toplulukları gibi. Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Sibirya’da, Ortadoğu’da, Anadolu’nun içinden geçen nehirlerde aynı keder akıyor.
Reeves’in uyarısı bu yüzden sadece çevreye değil, bizi biz yapan her şeye yönelik:
“Eğer yeryüzünü yaşanmaz kılarsak, bu sadece doğanın değil, insanlığın da sonu olur.“
Bugün çocuklarımızın doğaya dokunamadığı gibi, tarihine de uzanamadığı bir çağdayız. O yüzden hem doğayı, hem tarihi savunmak zorundayız. Çünkü biri yok olduğunda, diğeri de nefes alamaz.
Çocuklarımızın geleceği için sadece ağlamak yetmez. Hatırlamak, direnmek ve korumak zorundayız. Çünkü suskun kalınan her zulüm, bir sonraki felaketin zeminidir. Sessiz kalırsak, hem yeryüzünü hem vicdanımızı kaybederiz.
- Sizce, Bu korkunç katliamların ve günümüzde yaşanan olayların ardında ne var?
Saygın bilim adamı Hubert Reeves, Frédéric Lenoir’ın sorularına verdiği cevaplarla, en son bilimsel verilere dayanarak, insanlığın ve gezegenimizin karşı karşıya olduğu tehlikeleri teker teker ele alıyor. Hemen ciddi önlemler alınmazsa insanlığın geleceğinin hiç de parlak olmadığını somut biçimde ortaya koyuyor.
Yeryüzünün Acısı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Eserin günümüz için önemi, aslında hem çevresel hem de toplumsal anlamda çok derin bir çağrı içeriyor. Hubert Reeves’in “Yeryüzünün Acısı” eserinde ifade edilen endişeler, şu anda yaşadığımız dünya sorunlarıyla oldukça paralel bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Reeves, iklim değişikliği ve çevresel tahribatın insanlık için ciddi sonuçlar doğuracağını vurguluyor. Bugün bu uyarılar birer gerçeklik haline gelmiş durumda. Küresel ısınma, ekosistemlerin bozulması, biyoçeşitliliğin kaybolması — bunların hepsi eskiden yalnızca bir uyarıydı, ama şimdi günümüzün temel sorunları. Reeves’in söz ettiği gibi, insanlık çok hassas. Bugün ekolojik felaketten, sadece doğa değil, insanlık da etkileniyor.
Yeryüzünün geleceği sadece doğaya değil, insanların yaşam biçimlerine de bağlı. Bu bağlamda eserin günümüzdeki önemi, yeryüzünü yaşanmaz hale getiren insan eliyle yapılan bozulmaları net bir şekilde gözler önüne sermesidir. İnsanların çevreye karşı olan duyarsızlığı, aslında kendilerine ve tüm canlılara karşı yapılan bir soykırım gibi düşünülebilir.
Reeves’in eserinde bir diğer önemli tema ise unutulmuşluk ve bastırılmış acılar üzerine yapılan vurgudur. Bu, yalnızca çevresel değil, toplumsal bir meseleye de dönüşür. Eserin günümüzdeki önemi, insanlık tarihinin unutulmuş acılarına da ışık tutuyor. Türk halkının geçmişte yaşadığı soykırımlar ve kitlesel felaketler, tarih boyunca göz ardı edilmiştir. Günümüz, bu geçmişin hatırlanması ve toplumsal adaletin sağlanması için bir fırsat sunuyor. Bu yüzden Reeves’in yazısındaki tarihsel bellek uyarıları hala geçerli: İnsanlık, geçmişin acılarını hatırlayarak, geleceğe daha sağlıklı bir yön verebilir.
Reeves, insanların doğa ve diğer canlılarla olan bağlarını yeniden kurmalarının önemine değinirken, varoluşsal bir sorumluluk duygusu aşılıyor. Bugün, sadece teknolojik ve ekonomik gelişmelerle değil, etik ve felsefi sorumluluklarla da karşı karşıyayız. İnsanlığın geleceği, doğayla ve tarihsel geçmişle ne kadar uyumlu olursa o kadar parlak olabilir.
Eser, bir nevi “sonsuz geri dönüş” uyarısı gibi işliyor. Eğer insanlık geçmişteki hataları tekrarlamaya devam ederse, tarih kendini yineleyebilir. Ancak bu kez tekrarlanan hataların bedelini daha ağır ödeyebiliriz. Bu felsefi uyarı, günümüzde toplumları harekete geçirmeli; çünkü yaşadığımız gezegenin sonu, yalnızca doğanın değil, insanlığın sonu olabilir.
Günümüzde, toplumlar arasında yaşanan eşitsizlikler ve insan hakları ihlalleri, Reeves’in eserindeki temaların sosyal bir yansımasıdır. Çin’deki Uygur Türkleri’ne yönelik uygulanan zulüm, etnik temizlik ya da kültürel soykırım gibi olaylar, tıpkı geçmişteki acıların bir yankısı gibidir. Reeves, doğaya verilen zararın yanı sıra, insanlığın kültürel ve etnik çeşitliliğine saygı göstermesi gerektiğine dair önemli bir mesaj verir. Bugün insan hakları, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bir parçası olarak, bu mesajların geçerliliği çok daha fazla hissedilmektedir.
Reeves, insanları çevresel felakete karşı uyarırken, bir yandan da eyleme geçmenin gerekliliğini vurguluyor. “Sadece ağlamak yetmez” diyerek, insanların artık geçmişin hatalarından ders alarak, doğayı ve toplumu koruma adına somut adımlar atması gerektiğini belirtiyor. Bu, bugün bizim de en çok ihtiyaç duyduğumuz bir çağrıdır. İklim krizi, çevre felaketleri, toplumsal eşitsizlik ve kültürel yok oluşlara karşı daha güçlü bir eylem çağrısı yapmaktadır.
“Yeryüzünün Acısı” eseri, yalnızca bir çevre krizi uyarısı yapmaz, aynı zamanda insanlığın toplumsal, kültürel ve felsefi sorumluluklarını da gözler önüne serer. Eserin günümüzdeki önemi, yalnızca doğanın korunmasıyla ilgili değil, insanlık tarihinin doğru bir şekilde hatırlanması, adaletin sağlanması ve farkındalığın arttırılması konularında da kritik bir yer tutmaktadır. Bu yüzden, Reeves’in uyarılarının hem çevresel hem de toplumsal anlamda hala günümüz için çok önemli ve geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bakış açısıyla, günümüz dünyasında “Yeryüzünün Acısı” eseri, hem bir uyarı hem de bir rehber olarak işlev görüyor. Bu yazının da okurları düşünmeye ve sorgulamaya sevk etmesi, eserin mesajlarının daha geniş kitlelere ulaşmasına yardımcı olabilir.
Hubert Reeves Hayatı ve Kariyeri: Kozmosun Şairi
Bilimle Büyüyen Bir Çocuk: Hubert Reeves, Montréal’de dünyaya geldiğinde gökyüzü hâlâ gizemlerle doluydu. Çocukluğu Léry kıyılarında geçti; babasının getirdiği ansiklopedilerle evrenin kapılarını aralamaya başladı. Bu erken merak, onu fizik okumaya yöneltti: Université de Montréal’de lisans, McGill Üniversitesi’nde yüksek lisans, ardından Cornell Üniversitesi’nde nükleer astrofizik alanında doktora yaptı.
Bilimsel Yolculuk: 1960’larda Université de Montréal’de fizik dersleri verirken NASA’ya danışmanlık yaptı. 1965’te Avrupa’ya geçerek Fransa’daki CNRS’de (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) araştırma direktörü oldu. Kozmik elementlerin oluşumu üzerine yaptığı çalışmalar, yıldızların içindeki nükleer süreçleri anlamamıza katkı sağladı.
Kozmosu Anlatan Bir Ses: Reeves yalnızca bir bilim insanı değil, aynı zamanda bir anlatıcıydı. 1981’de yayımlanan Patience dans l’azur (Sabırla Gökyüzünde), evrenin evrimini şiirsel bir dille anlattı. Ardından gelen Poussières d’étoiles (Yıldız Tozları) ile milyonlara ulaştı. Onun kalemiyle bilim, soğuk formüllerden sıyrılıp insanın iç dünyasına dokunan bir hikâyeye dönüştü.
Çevreye Duyarlı Bir Bilge: 2000’li yıllarda çevre aktivizmine yöneldi. Fransa’da Humanité et Biodiversité adlı kuruluşun başkanlığını yaptı. “Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz.” diyerek insanlığın doğayla kurduğu ilişkiyi sorguladı.
Onurlandırılan Bir Yaşam:
- Kanada ve Fransa’dan devlet nişanları
- Albert Einstein Madalyası (2001)
- 9631 numaralı asteroide adı verildi
- Prix Jules Janssen (2019) – Fransız Astronomi Derneği’nin en prestijli ödülü
Mirası: Hubert Reeves, evrenin sırlarını anlatırken insanın içsel evrenine de ışık tuttu. Onun kitapları, konferansları ve televizyon programları bilimle sanatı buluşturdu.
“Sen yıldız tozusun,” diyordu. “Ve bu seni sıradan değil, evrensel yapar.”
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın