“İnsanın doğayı boyunduruk altına almak çabalarının tarihi, insanın insanı boyunduruk altına almasının da tarihidir. Ego, benlik kavramının gelişimi, bu iki yanlı tarihi yansıtır.”
— Max Horkheimer
Merhaba
İnsan türü, bağımsızlaşma süresi içinde, içinde yaşadığı dünyanın yazgısını paylaşır. Doğa üzerindeki egemenlik, insan üzerindeki egemenliği getirir.
Uygarlığın gelişmesinde bir etken, doğal ayıklanmanın yerini rasyonel eylemin alması olarak tanımlanabilir. Sağ kalma —ya da başarı diyelim buna— bireyin toplumdan gelen basınçlara kendini uyarlama yeteneğine bağlıdır. Sağ kalmak için, hayatını oluşturan anlaşılmaz, çetrefil durumlara her an en uygun tepkiyi gösteren bir aygıta dönüştürür kendini insan. Herkes her durumla karşılaşmaya hazır olmalıdır. Kuşkusuz, bu sadece modern çağın bir özelliği değildir; bütün insanlık tarihi boyunca geçerli olmuştur. Ne var ki, bireyin düşünsel ve psikolojik yetenekleri maddi üretim araçlarıyla birlikte değişmiştir. On yedinci yüzyılda bir Hollanda köylüsünün ya da ressamının veya on sekizinci yüzyılda bir dükkân sahibinin hayatı, günümüzün bir işçisinin hayatından çok daha güvensizdi. Ama sanayi toplumunun doğuşu, nitel olarak yeni olgular getirmiştir. Günümüzde, uyarlanma süreci bilinçlidir ve o yüzden de toptandır.
Bugün hayatın tümü artan ölçüde rasyonelleştirilmekte ve planlanmaktadır; aynı şekilde, her bireyin hayatı da, geçmişte özel dünyasını oluşturan en gizli dürtüleri de içinde olmak üzere, rasyonelleştirme ve planlamanın gereklerine uymak durumundadır bugün: bireyin varlığını sürdürmesi için sistemin varolma koşullarına uyması gerekmektedir. Toplumdan kaçacak yeri kalmamıştır. Ve nasıl rasyonalizasyon süreci artık pazarın isimsiz güçlerinin değil, plan yapan bir azınlığın bilinçli kararının eseriyse, kitlesel özneler de kendilerini öyle bilerek uyarlamak zorundadır: özne, bütün enerjisini, pragmatistlerin deyimiyle “şeylerin hareketinin içinde ve o hareketin yönünde”olmaya adamak zorundadır. Geçmişte gerçeklik, özerk birey tarafından geliştirildiği varsayılan ideale karşıt sayılır ve onunla karşılaştırılırdı; gerçekliğe bu ideale uygun bir biçim verilmesi gerekli görülürdü. Bugün ilerici düşünce bu tür ideolojileri zayıflatmakta ve bir yana atmakta, böylece farkında olmadan da gerçekliğin bir ideal durumuna yükseltilmesine yardımcı olmaktadır. Uyum, düşünülebilecek bütün öznel davranışların ölçütüdür artık. Öznel, biçimselleşmiş aklın zaferi, aynı zamanda öznenin karşısına mutlak, egemen bir nesnellik olarak çıkan bir gerçekliğin de zaferidir.
Günümüzün üretim tarzı, her zamankinden daha çok esneklik ister. Hayatın her alanında istenen daha büyük girişkenlik, değişen koşullara daha iyi uyarlanabilme yeteneğini gerektirmektedir. Eğer bir ortaçağ zanaatkârı bir başka mesleğe geçebilseydi, yaptığı değişiklik, tamircilikten seyyar satıcılığa, oradan da sigorta şirketi yöneticiliğine geçen bir günümüz insanının geçirdiği değişiklikten çok daha köklü olurdu. Bugün teknik süreçlerin gittikçe artan bir örnekliği insanların iş değiştirmesini kolaylaştırmaktadır. Ama bir faaliyetten ötekine geçişin kolaylaşması, spekülasyon için ya da yerleşik modellerden ayrılmak için daha çok vakit kalması anlamına gelmemektedir. Doğaya egemen olmak için geliştirdiğimiz araçlar arttığı ölçüde, bir sağ kalma koşulu olarak bu araçlara hizmet etme zorunluluğumuz da artmaktadır.
İnsan, mutlak davranış ölçülerine, evrensel bağlayıcı ideallere giderek daha az bağımlı hale gelmiştir. Kendi özel ölçülerinden başka kurala gerek duymayacak kadar özgürleştiği ileri sürülmektedir. Ne var ki, bu artan bağımsızlık, ters bir mantıkla, bir edilginlik artışına da yol açmıştır. İnsanın kullanacağı araçlarla ilgili hesapları inceldiği halde, amaçların seçimi konusunda geçmişte nesnel bir doğruya duyulan inançla ilgiliydi bu gittikçe kafasızlaşmaktadır: nesnel akıl mitolojisi de içinde olmak üzere bütün mitolojilerin kalıntılarını silip atmış olan birey, genel uyarlanma modelleri doğrultusunda otomatik tepkiler göstermektedir. Ekonomik ve toplumsal güçler kör doğa kuvvetleri niteliğini kazanmakta ve insan da, varlığını sürdürmek için, bu kuvvetlere kendini uyarlayarak onları egemenlik altına almak zorunda kalmaktadır. Bu sürecin sonucu, bir karşıtlıktır: bir yanda benlik vardır, maddi ve manevi dünyadaki her şeyi kendi varolma aracına dönüştürmenin dışında bütün içeriği ve özü boşaltılmış olan soyut ego; öbür yanda da sadece bir malzeme, egemen olunacak bir madde durumuna düşürülmüş ve bu egemenlikten başka bir amacı kalmamış boş bir doğa vardır.
Ortalama bir insanın varlığını sürdürmesi, reflekslerinin hızına bağlıdır artık. Akıl kendisi de bu kendini uyarlama yeteneğiyle özdeşleşmektedir. Günümüz insanının atalarına göre çok daha geniş bir seçme özgürlüğü var gibi görünmektedir. Ne var ki, bu özgürlük artışı, özgürlüğün niteliğinde bir değişikliğe yol açmıştır.
Bugünün insanının bu sürece bir çocuk gibi, otoriteye doğal bir güven duyan bir çocuk gibi değil, kazanmış olduğu bireysellikten feragat eden bir yetişkin gibi teslim olmasında yatmaktadır. Uygarlığın zaferi o kadar tam ve kesindir ki, tersine dönüşmeye başlamıştır. İşte bu yüzden zamanımızın toplumsal uyumu bir kızgınlık ve bastırılmış öfke öğesi içermektedir.
Düşünsel açıdan, modern insan, toplumun maddeci uygulamalarını idealizmle ilgili lakırdılarla örtbas eden on dokuzuncu yüzyıl insanından daha az ikiyüzlüdür. Bugün böyle bir ikiyüzlülük hiç kimseyi kandırmaz. Ama bunun nedeni, parıltılı sözlerle gerçeklik arasındaki çelişkinin giderilmiş olması değildir. Çelişki kurumsallaştırılmıştır, o kadar. İkiyüzlülük, sinikliğe dönüşmüştür: artık kendisine inanılmasını bile beklememektedir. Sanat, arkadaşlık ya da din gibi şeylerden söz eden bir sesin birkaç saniye sonra bir sabunun reklamını yaptığı işitilmektedir.
Bir zamanlar sanatın, edebiyatın ve felsefenin amacı varlıkların ve hayatın anlamını açıklamak, dilsiz olan herşeyin sesi olmak, doğaya acılarını anlatması için bir dil vermekti; başka bir deyişle, gerçekliği asıl adıyla çağırmaktı. Bugün doğanın dili koparılmıştır. Bir zamanlar, her sözün, çığlığın ya da jestin içsel bir anlamı olduğuna inanılırdı; bugünse hepsi sıradan bir olay, bir rastlantı olarak görülmektedir.
Akıl Tutulması, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Akıl Tutulması” (orijinal adıyla “The Eclipse of Reason”), Alman filozof ve sosyolog Max Horkheimer tarafından 1947 yılında yazılmış önemli bir eserdir. Horkheimer, özellikle Frankfurt Okulunun önde gelen isimlerinden biri olarak, toplumsal analizlerinde felsefi, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımları birleştirmiştir. Bu eser, modern toplumda akıl ve rasyonalite kavramlarını ele alır ve bu değerlerin nasıl yozlaştığını, toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini sorgular.
Akıl ve Rasyonaliteye Eleştiri:
Horkheimer, bu eserinde akıl ve rasyonalite kavramlarının modern toplumda nasıl “yozlaştığını” savunur. Ona göre, akıl yalnızca teknik ve pratik amaçlara hizmet etmeye başlamış, toplumsal sorunları çözmek veya insanın özgürlüğünü sağlamak gibi daha geniş amaçlardan sapmıştır. Akıl, tarihte özgürlük, adalet gibi evrensel idealleri savunurken, modern toplumda giderek mekanikleşmiş ve yalnızca araçsal bir işlev görmeye başlamıştır.
2. İnsanın Yabancılaşması ve Toplumsal Değişim:
Horkheimer, modernleşme ve kapitalizm eleştirisi yaparak, bireylerin toplumsal yapıların etkisiyle yabancılaştığını ve kendilerini toplumsal güçler karşısında güçsüz hissettiklerini belirtir. Akıl ve rasyonalite, insanın kendi içsel özgürlüğünü ve yaratıcı gücünü keşfetmesinde bir engel haline gelmiştir. Bireyler, toplumun dayattığı sistemlere uyum sağlamak zorunda kaldıkları için kendi benliklerinden yabancılaşırlar.
3. İçsel ve Dışsal Akıl Çelişkisi:
Horkheimer, içsel akıl ile dışsal, toplumsal akıl arasındaki çelişkiyi de vurgular. Modern toplumda, bireylerin bireysel ve özgür akıl kullanma kapasitesi yerine, toplumsal sistemlerin ve kurumsal yapılar tarafından şekillendirilmiş bir rasyonel düşünme tarzı hakimdir. Bu dışsal rasyonalite, bireylerin içsel dünyalarına zarar verir ve onları daha yüzeysel ve araçsal düşünmeye iter.
4. Teknik Rasyonalite ve İnsanlık:
Horkheimer, teknolojik rasyonaliteyi de sorgular. Teknolojinin gelişimiyle birlikte, insanlar giderek daha fazla araçsal bir şekilde düşünmeye başlamıştır. Toplumsal sorunların çözülmesinde, insanın içsel ve etik değerlerinin yerine, yalnızca verimlilik ve pratik fayda ön planda tutulmuştur. Bu, bireylerin hem kendi yaşamlarını hem de toplumsal ilişkilerini yozlaştırır.
5. Akıl ve Özgürlük İlişkisi:
Horkheimer, aklın ancak özgürlükle birleştiğinde anlamlı olduğunu savunur. Toplumsal yapılar tarafından baskılanmış, sadece işlevsel ve teknik bir akıl insanı özgürleştiremez. Gerçek özgürlük, bireyin içsel akıl kapasitesini kullanarak kendi iradesiyle seçim yapabilmesiyle mümkündür.
6. Toplumda Akıl ve Eleştirel Düşüncenin Rolü:
Horkheimer, toplumdaki akıl ve eleştirel düşüncenin giderek daha dar bir çerçeveye sıkıştığını ve bu durumun toplumsal değişim ve ilerlemeyi engellediğini belirtir. Toplumda sadece teknik ve pratik düşünceler hakim olurken, daha derin ve eleştirel bir akıl yürütme tarzı giderek daha az önemsenmiştir. Oysa Horkheimer’e göre, toplumların gelişebilmesi için, insanların toplumsal yapıları eleştirel bir biçimde sorgulamaları ve insanlık adına daha büyük hedeflere yönelmeleri gerekmektedir.
Max Horkheimer, Frankfurt Okulu’nun önemli bir temsilcisi olarak, özellikle neomarxist düşünceyi geliştirirken, Kritik Teorinin de temellerini atmıştır. Bu teoride toplumu ve bireyi, ekonomik, politik, kültürel ve psikolojik boyutlardan incelemeyi amaçlamıştır. “Akıl Tutulması”, Horkheimer’in bu bakış açısının en önemli metinlerinden biridir.
Frankfurt Okulu’nun temeli, toplumsal eleştiri ve özgürleşme düşüncesine dayalıdır. Horkheimer ve Theodor Adorno, “Aydınlanma’nın Diyalektiği” adlı eserlerinde, aydınlanma düşüncesinin nasıl totaliterizme ve baskıcı toplumlara yol açabileceğini tartışmışlardır. “Akıl Tutulması”, bu tür bir düşüncenin derinleştiği bir metin olarak, modern toplumun mantığını ve dinamiklerini anlamaya çalışır.
Horkheimer’in bu eseri, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısındaki felsefi, sosyolojik ve psikolojik düşünceye büyük etkilerde bulunmuştur. Eleştirel teori, modern toplumu anlamak için önemli bir araç haline gelmiştir. Ayrıca, insan aklının rasyonaliteye dayalı araçsal işleyişi ile özgürlük ve yaratıcılıkla ilişkisini yeniden sorgulayan Horkheimer, günümüzde de hala tartışma konusu olan bir tema ortaya koymuştur.
Akıl Tutulması”, modern dünyada rasyonalite ve akıl kavramlarının nasıl değiştiğine dair derinlemesine bir eleştiridir. Horkheimer, bu eserde, aklın insanlık için özgürlüğü ve anlamı inşa etmek yerine, insanları daha fazla baskı altında tutacak bir araç haline geldiğini savunur. Modern kapitalist toplumun bu durumunu eleştirerek, toplumsal dönüşüm ve özgürleşme için yeni bir akıl biçimi önerir. Bu eser, özellikle toplumsal yapılar, kapitalizm ve bireysel özgürlük üzerine düşünmek isteyenler için önemli bir kaynaktır.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın