“Tabiat zayıfı yıkar, fakat şehir hayatının modern şartları içinde uyku halinde kalan heyecanları uyandırarak kuvvetliye yardım eder.”

— Ferdinand Ossendowski

Merhaba

Yazar, “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar”da 1917’de Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi sonrasında, Bolşeviklerden kaçışı sırasında yaşadığı ölüm kalım mücadelesini, Sibirya’nın uçsuz bucaksız ormanlarında bin bir mücadele içinde geçen bir hayatı anlatmaktadır.

Asya’nın çetin ve acımasız doğa koşulları, Moğolistan bozkırlarından ve esrarlı Tibet’e seyahati, birbirine benzeyen ve hiç benzemeyen dinler, cemiyetler, adetler ve gelenekler…

“Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” isimli eseri nefes kesen inisiyatik serüvenin ardından doğmuştur. İnisiyatik diyoruz, çünkü kendisi her gününü ölümle burun burun geçirdiği ve büyük gayretlerle hayatta kalabilmeyi başarabilmiş olduğu bu sürecin sonunda hiç ummadığı olaylarla karşılaşmış ve bazı özel bilgilere inisiye edilmiştir. Dolayısıyla kendisini nu noktaya kadar sevk eden hadiseler hiç de boşuna değildir; bir tür sınav kimliğindedir. Zaten evrende sebepsiz olan ve kendisi de bir sonucun sebebini oluşturmayan tek bir zerre, tek bir olay yoktur. Hayatta hiçbir şey “tesadüfen” niteliğine sahip olamaz, çünkü tesadüf diye bir şey yoktur; yalnızca bizlerin bilgisizliğimizden dolayı icat ettiğimiz böyle bir kelime vardır, o kadar…

Şimdi Ossendowski’nin “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar” isimli eserinin Agarta‘ya ilişkin son bölümünü aktarıyorum.

Orta Asya’da yolculuğumda ilk kez olarak başka bir isim vermem mümkün olmayan “sırların sırrı” nı öğrendim. Başlangıç’ta ona fazla önem vermiyordum, ancak sınırlı bir bölge içinde kalmış ve üzerinde tartışılması mümkün olan bazı kanıtları inceledikten ve birbiriyle kıyasladıktan sonra öneminin farkına vardım.

Amil ırmağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler:

“Bir Moğol kabilesi Cengiz Han’ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı ülkesinde gizlendi. Bir zamanlar bir avcı bu kapıdan, devler sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı. Sırların sırrından bahsetmesinden engel olmak için lamalar onun dilini kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağaraya döndü ve anısı onun göçebe kalbine haz ve neşe vermiş olan yeraltı devleri içinde kayboldu.”

Narabanşi Kür Hutuktusu Celil Camsrap’ın ağzından daha fazla bilgi aldım. O bana, yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli Dünya Kralı’nın ortaya çıkışını, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu ipnozda, bu ortak hayalde ya da her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, yalnızca bir sır değil, Asya’nın siyasi hayatının gidişine etki edebilecek gerçek ve egemen bir güç gizliydi. O andan itibaren araştırmalarıma devam ettim.

Prens Şultun Beyli’nin gözdesi Lama Gelong ile prensin kendisi bana yeraltı devletini tarif ettiler. Lama Gelong dedi ki:

“Dünyada her şey, milletler, yasalar ve âdetler, devamlı bir başkalaşım ve dönüşüm hâlindedir. Ne kadar büyük imparatorluklar ve ne kadar parlak kültürler yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa, o da habis ruhların aracı olan kötülüktür. Altı bin yıldan fazla bir zaman önce saygıdeğer bir kişi bütün bir kabile ile beraber toprağın içinde kayboldu ve yeryüzüne bir daha çıkmadı. Bununla beraber o zamandan sonra birçok kimse, Çakya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür ve diğerleri yeraltı devletini ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan, kimi Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş, hiçbir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yeraltı ahalisi bilimin en yüksek katına erişmiştir. Şimdi o milyonlarca uyruğu olan büyük bir devlettir, ki üzerinde Dünya Kralı saltanat sürer. Dünya Krall ise, doğanın bütün kuvvetlerini bilir, bütün insanların kalplerini ve kaderin büyük kitabını okur. Göze görünmediği hâlde her emrini yerine getirmeye hazır yüz milyon kişiye hükmeder.”

Prens Şultun Beyli ekledi:

“Bu devlet Agarti’dir. Bütün dünyanın yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider. Bilgin bir Çin Laması ‘nın Bogdo Han’ a, Amerika’da ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsinin toprak içinde gözden kaybolup gitmiş eski bir millet tarafindan iskân edilmiş olduğundan söz ettiğini duydum. Bu milletleri ve bu yeraltı mesafelerini Dünya Kralı’nın hâkimiyetini tanıtan şefler yönetirler. Bunda olağanüstü bir şey yoktur. Batıdaki ve doğudaki en büyük okyanuslarda bir zamanlar iki kıta bulunduğunu bilirsiniz. Bunlar sular altında kaybolduysa da üzerlerinde yaşayanlar yeraltı devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar, bitkilerin büyümesini sağlayıp, halka hastalıksız ve uzun bir hayat veren bir ışıkla aydınlanmaktadır.”

Gerçek mi yoksa sofuca bir hayal mi?

Raymond Bernard‘a göre Saint Yves d’Alveydre‘nin “Hint Misyonu” adlı eserinde, Dünya Kralı’nın krallığı olan yeraltı krallığı Agarta’nın varlığını açıkladığı dönemden bu yana her şeyde büyük bir gelişme yaşanmıştır.

Geçen yüzyılda yaşamış olan Alman mistiği Anne-Catherine Emmerich, vizyonlarından birinde, Orta Asya’daki Peygamberler dağı adı verilen, Dünyanın Kralı’nın erişilmez mekanını görmüştü.

Saint Yves d’Alveydre‘in tanıklığına, Ferdinand Ossendowski‘nin Moğolistan’da karşılaşmış olduğu lamalara ve diğer birçok tanıklıklara da dayanarak, bu esrarengiz Dünyanın Kralı tamamen gerçektir.

Ossendowski‘ye göre ve tuhaf serüvenci Trebitsch Lincoln‘a göre bu Dünyanın Kralı yalnızca bir ilah olmakla kalmayıp, aynı zamanda, insanlığın kaderinin eksiksiz olarak gerçekleşmesini de görüp gözetmektedir.

Maceraperest Trebitsch Lincoln 1937 senesinde yayınlanan bir broşürde şu açıklamayı yapmaktan çekinmiyordu :

“Tibet’te yaşayan Dünyanın Kralı, siz kokuşmuş Batılılar’a karşı pek yakında, varlığını henüz bilmediğimiz ve karşısında tamamen çaresiz kalacağınız güçlerini harekete geçirecektir.”

Rene Guenon‘un Metatron Dünyanın Kralı isimli kitabında aktardıklarına bakılırsa, birtakım şeyleri daha ayrıntılı bir biçimde gördüğü bir gerçektir. Dünyanın Kralı’na ilişkin olarak şunları yazmaktadır (bu iadesi onu yine de, gözle görülür ve elle tutulur bir hükümdarın varlığına inanmaktan alıkoymaktadır; Bu Agarta’nın Manusu’dur) :

“… bu prensip, kendi vasıtasıyla ilksel bilgeliğin çağlar boyunca onu alabilecek kapasitede olanlara ulaştığı, kökeni beşeri olmayan ve kutsal tradisyonun deposunu bütünüyle muhafaza etmekle görevli bir organizasyonun yeryüzü aleminde kurmuş bulunduğu bir ruhsal merkez tarafından tezahür ettirilmekte olabilir.”

Bu Dünyanın Kralı, Ferdinand Ossendowski‘nin de “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar”adlı eserinde yazdığı gibi. İnsanlığın okült yönetimi ile temasta olmalıdır. Bir lama, Ossendowski‘ye şöyle der:

“Dünyanın Kralı, insanlığın kaderini yönetenlerin tümünün de düşünceleri ile bağlantıdadır. Onların niyetlerini ve fikirlerini bilir. Şayet bu niyet ve düşünceler Tanrı’nın hoşuna giderse, Dünyanın Kralı görünmez yardımı vasıtasıyla bunların başarıya ulaştırır; şayet Tanrı’nın hoşuna gitmezlerse, Kral bunların başarısız olmasını sağlar…”

Yazarın Notu:

İnsanlar arasındaki kavgalar, kanlı ve cinayetle sonuçlanan karşıtlıklar sahnesinin önüne dikilen zıt düşünce ve değerlendirmelere rağmen tarih yönlenişi ve oluşumu gerçekte metotlu üstün bir planın yansıması mıdır?

İki Ana Yaklaşım

  • Kaos ve Tesadüf Görüşü
    • İnsanlık tarihi, çıkar çatışmaları, savaşlar ve kanlı karşıtlıklarla şekillenir.
    • Bu bakış açısına göre tarih, güç dengelerinin ve rastlantıların ürünüdür.
    • “Üstün plan” fikri burada reddedilir; düzen yerine parçalanmışlık vurgulanır.
  • Metotlu Plan Görüşü (Ezoterik Yaklaşım)
    • Ezoterik geleneklerde tarih, görünürde kaotik olsa da aslında üstün bir kozmik planın yansımasıdır.
    • Agarta, Şambala ve “Alemin Hükümdarı” gibi kavramlar, bu planın gizli merkezlerini temsil eder.
    • Çatışmalar, sınavlar ve krizler, insanlığın kolektif tekâmülünde gerekli eşikler olarak görülür.
    • “Kozmik Zekâ” (Manu, Logos) tarihin yönünü belirleyen ilksel yasa koyucu olarak kabul edilir.

Günümüzde Yansımaları

  • Sosyopolitik: Küresel krizler (savaşlar, ekonomik çöküşler) bir “üst planın sınavları” olarak yorumlanabilir.
  • Spiritüel: İnsanlığın bilinç dönüşümü, kaosun içinden doğan bir düzen fikriyle açıklanır.
  • Ekolojik: Doğa krizleri, insanlığın kolektif sorumluluğunu hatırlatan “kozmik uyarılar” gibi okunur.

Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Ferdinand Ossendowski’nin Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar eseri, günümüzde özellikle kolektif bilinç, ezoterik merkezler ve kültürel mitlerin güncel yansımaları açısından önemlidir. Kitap, hem tarihsel bir yolculuğun tanıklığı hem de Agarta gibi gizemli merkezlerin Batı dünyasında görünür hale gelmesinin başlangıç noktalarından biridir.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  1. Tarihsel Tanıklık
    • Ossendowski, 1917 Ekim Devrimi sonrası Bolşeviklerden kaçarken Asya bozkırlarında yaşadığı ölüm kalım mücadelesini anlatır.
    • Bu yönüyle eser, yalnızca ezoterik bir metin değil, aynı zamanda 20. yüzyıl başındaki siyasi ve toplumsal çalkantıların birinci elden tanıklığıdır.
  2. Agarta’nın Batı’ya Taşınması
    • Kitabın son bölümlerinde Agarta ve “Dünyanın Kralı” anlatıları yer alır.
    • Bu bilgiler, Saint-Yves d’Alveydre’in Hint Misyonu’ndaki anlatılarla büyük benzerlik taşır.
    • Böylece Agarta, Batı literatüründe ilk kez geniş bir okuyucu kitlesine ulaşır ve tartışmalar başlar.
  3. Ezoterik Merkezler ve Kolektif Ajans
    • Agarta’nın “gizli merkez” olarak tanımlanması, günümüzde kolektif bilinç ve metafizik düzen arayışına ışık tutar.
    • Kitap, bireysel yolculuk ile kolektif dönüşüm arasındaki bağı sembolik olarak gösterir.
  4. Mit ve Gerçek Arasında
    • Eser, hem tarihsel tanıklık hem de mitolojik anlatı arasında bir köprü kurar.
    • Bu ikilik, günümüzde “hakikat ve kurgu” arasındaki sınırların sorgulanmasına katkı sağlar.
  5. Modern Yansımalar
    • Spiritüel hareketler: Agarta ve Şambala, meditasyon ve bilinç çalışmalarında “içsel merkez” metaforu olarak kullanılıyor.
    • Kültürel üretim: Romanlar, filmler ve araştırmalar Ossendowski’nin anlatılarından besleniyor.
    • Politik söylem: Doğu-Batı dengesi ve Asya’nın yükselişi tartışmalarında sembolik bir arka plan sunuyor.

Sembolik Okuma

  • Hayvanlar → Doğa ve içgüdü
  • İnsanlar → Tarih ve toplumsal çatışma
  • Tanrılar → Kozmik düzen ve ezoterik merkezler

Bu üçlü, günümüzde insanlığın hem doğayla uyum, hem toplumsal dönüşüm, hem de ruhsal merkezlenme ihtiyacını sembolik olarak yansıtıyor.

Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar bugün yalnızca bir macera anlatısı değil; aynı zamanda kolektif bilinçteki ezoterik merkezlerin görünür hale gelmesi ve modern insanın “hakiki merkez” arayışına açılmış bir kapı olarak önemini koruyor.

Ferdinand Ossendowski’nin Biyografisi

Ferdinand Antoni Ossendowski (1876–1945), Polonyalı yazar, seyyah, akademisyen ve politik aktivisttir. En çok Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar adlı eseriyle tanınır; bu kitapta hem Rusya iç savaşından kaçışını hem de Orta Asya’daki yolculuklarını ve Agarta efsanesini aktarmıştır.

  • Doğum: 27 Mayıs 1876, Ludza (o dönemde Rus İmparatorluğu, bugün Letonya).
  • Eğitimini Rusya’da aldı; genç yaşta doğa bilimleri ve edebiyatla ilgilendi.
  • 1899’da öğrenci hareketlerine katıldığı için ülkesinden ayrıldı ve Paris’te Sorbonne’da fizik okudu. Burada Marie Curie gibi dönemin önemli bilim insanlarıyla tanıştı.

Akademik ve Seyyah Kimliği:

  • Rusya’ya döndükten sonra Tomsk Üniversitesi’nde ders verdi.
  • Bilimsel kariyerini sürdürürken seyahat tutkusu ağır bastı; Asya ve Afrika’da uzun yolculuklara çıktı.
  • Bu yolculuklar, ileride yazacağı eserlerin temelini oluşturdu.

Politik Aktivizm:

  • I. Dünya Savaşı ve Rusya’daki 1917 Devrimi sırasında aktif rol aldı.
  • Bolşevik karşıtı bir tutum benimsedi; bu nedenle Rusya’dan kaçmak zorunda kaldı.
  • Kaçışı sırasında Orta Asya bozkırlarında yaşadığı maceralar, Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar kitabına yansıdı.

Edebi Çalışmaları

  • En bilinen eseri:Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar (1922).
    • Bu kitapta hem devrim sonrası kaçışını hem de Agarta efsanesini aktardı.
    • Batı dünyasında Agarta kavramının yayılmasında büyük rol oynadı.
  • Diğer eserleri arasında Lenin üzerine yazılar (Lenin), Rusya iç savaşına dair gözlemler ve seyahat kitapları bulunur.

Son Yılları

  • II. Dünya Savaşı sırasında Polonya’da yaşadı.
  • Ölüm: 3 Ocak 1945, Grodzisk Mazowiecki, Polonya.
  • Milanówek’te toprağa verildi.

Mirası:

  • Ossendowski, hem politik tanıklıkları hem de ezoterik anlatıları ile iki farklı alanda iz bıraktı.
  • Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar, Agarta efsanesini Batı’ya taşıyan en etkili kaynaklardan biri oldu.
  • Bugün onun biyografisi, hem 20. yüzyılın tarihsel çalkantılarını hem de kolektif bilinçteki metafizik arayışları birleştiren bir yolculuk olarak okunur.

Ferdinand Ossendowski, bilim insanı, seyyah ve yazar kimliklerini birleştiren; hem tarihsel tanıklıkları hem de ezoterik anlatılarıyla modern kültürde kalıcı bir iz bırakan bir figürdür.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle, okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin