Ben, öteki aracılığıyla kendine doğru yapılan sürekli bir yolculuktur…

— Adonis

Merhaba

Tarih boyunca “tekfir” kültürü, “tekfir” etmeme kültürüne ya da sakınma kültürü olarak adlandırabileceğimiz şeye yol açmıştır. Dinde, felsefede, bilimde, şiirde, siyasette, fizikte ve fizikötesindeki her şeyde, asli olandan sakınmayı doğurmuştur… Öyleyse ki insan ancak “helal olduğu kadar” düşünebilir, sorgulayabilir ve yazabilir olmuştur. Helal kabul edilen şeyler ise dünya “bedeninin” yalnızca küçük bir parçasını oluşturur. Böylece “bden” in bizzat kendisi; bir terk etme, ötekileştirme ve gizleme aracına dönüşmüştür.

  • Pekala, dini olmayan metnin “hakikati” nedir?

Dini olmayan metindeki yüksek anlam, onun hakikatinde değil yaratıcılığındandır. “Gerçek” olmasından değil “hayal” ürünü olmasındandır. Bu metinde bir hakikatten bahsedecek olursak eğer, insanın özgürlük ve yaratıcılık olarak tezahür eden kendi içindedir. Öyleyse hakikat olan metinde veya metin olan hakikatte en can alıcı şey, bir cemaat metni, ümmet metni ve düzen metni olmasındandır. Bu ise benliğin ve özgürlüğün yol olmasıdır. Böyle olunca da hakikat, kişisel bir deneyim olmaktan çıkar ve toplumsal bir “mülkiyete” dönüşür.

Dini metin, hakikatin “kucaklayıcı” ve “sahibi”dir. Vahdaniyet odaklı üç dinin de özünde bu vardır. Dini metnin bu özelliği Akdeniz sahillerinde ortaya çıktığından bu yana vahdaniyet vizyonun maruz kaldığı şiddeti de açıklamaktadır. Bu vizyonun tarihsel gelişiminin de gösterdiği, tekliğin çokluğa galip gelmesinden bu yana vahdaniyet, şiddet rejimlerinden yani “göksel tek” ile bağdaşık olan “yersel tek” rejimlerin tesis edilmesinde derinleşmiştir. Bu rejimlerin ekseni, “tek”i ve onun metnini- hakikat olan metnini- savunmak adına ölüm etrafında döner.

Nietzsche’nin, yine Akdeniz sahillerinden ödünç aldığı “Tanrı’nın ölümü” ifadesi gerçeklikten uzak görünmektedir. Gerçek sudur ki geçmişte ölen ve şu anda ölmekte olan yalnızca insandır. Tanrı, şu anda Akdeniz sahillerinde hiç olmadığı kadar dilde, fikirde ve eylemde “hayat” bulmaktadır. Ve insan, bugün dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar Akdeniz sahillerinde ölmeye devam etmektedir.

Tarihi tecrübeye dayanan gerçekler gösteriyor ki tanrılara iman, insanların ahlakını- beklentilerin aksine çok tanrılara inanlarınkinden daha yüksek bir seviyeye yükseltememiştir. Ne kanun düzeyinde ne inancı ne olursa olsun sırf insan olduğu için insana saygı düzeyinde, ne de farklı olan “öteki”ye bakarken düşünce, ilişki ve uygulamaların sınandığı siyasi düzeyde bir gelişmeden söz etmek mümkün. Dahası tek tanrıcılar, “tek ilah” ilkesini gökten yere indirmişler ve “tek hükümdar” ilkesi olarak tercüme etmişlerdir. Bundan dolayı da her türlü zulmü ve onun araçlarını yaratmada başarılı olmuşlardır.

Burada tamamlayıcı ve aydınlatıcı olması bakımından George Steiner’ın şu sözlerini eklemek gerekir:

“Bilim insanın intizama, estetiğe ve ahlaki samimiyete olan ihtiyacını dinden daha fazla karşılamıştır.”

Tek tanrılı yorum ve siyasette insan, “dini” olarak tanımlanan sözü düşünmeden, sorgulanmadan, araştırmadan nakleden bir araca dönüştü. Öyle görünüyor ki bu söz, pratikte insan kısıtladığı kadar onun özgürlüğüyle ilgilenmedi; şiddet ve savaşı öğrettiği kadar da kardeşlik ve barışı öğretmedi.

  • Ve insan bilgi meselesinde bile bir araca dönüştü. İnsan bilineni nakleden bir varlık mıdır yoksa tam tersine bilinmeyeni keşfeden bir varlık mı?

İnsanın bilmecesi demek, akıl yürütmeye ve sorgulamaya dayalı bir görüşe sahip olması demektir. Başta İslami olmak üzere dini yorumlama mirasımızın bize öğrettiği gibi, isabetli de olsa din hakkında görüş bildiren hatalıdır. Bu yüzden dinde bilmek ancak kutsal metin aracılığıyla mümkündür. Diğer bir ifadeyle dinde bilgi, insanın özünden değil metinden yani görüş birliğinden gelir. Bu ise taklidi ve kesin bilişi doğurur. Yahut şöyle diyelim: Bahsettiğimiz bu mirasa göre bilgi, eleştiri değil itikattır; bireysel değil toplumsaldır.

Dil, Anlam ve Hakikate Açılan Eşikler

Hakikat, durağan bir gerçeklik olmaktan ziyade, içinde bulunduğumuz realitenin dönüşümüyle şekillenen bir algıdır. Okuduğumuz, düşündüğümüz ve deneyimlediğimiz her şey hakikatin perspektifini değiştirir. Adonis’in eserleri, bu değişkenliği anlamanın bir yolu olarak dili ve anlamı öne çıkarır. Dil, hakikate ulaşmada yalnızca bir araç değildir—aynı zamanda onu yorumlayan ve yeniden şekillendiren bir güce sahiptir.

Günümüzde, bireyin kimlik arayışıyla hakikat arasındaki ilişkiyi daha yakından düşünmek gereklidir. Hangi gerçeklik içinde var oluyorsak, hakikat ona göre biçimlenir. Ancak bu biçimlenme, zaman içinde genişleyen ve derinleşen bir süreçtir.

Kitap, Hitap, Hakikat, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Kitap, Hitap, Hakikat, Adonis adıyla bilinen Arap şair ve düşünür Ali Ahmed Said’in kutsal metin, dini söylem, tasavvuf, siyaset, edebiyat, yaratıcılık ekseninde iktidarıyla, muhalefetiyle, toplumuyla ve kültürel dokusuyla Arap toplumlarının geçmiş mirasından kaynaklı krizlerini çözümleyip eleştirdiği eseridir. Adonis’in sosyoloji, siyaset ve edebiyata dair bu entelektüel çözümlemeleri, yaşadığımız coğrafyanın toplumları için de geçerli fikirler içeriyor. “Muhayyilenin kucaklamadığı bir hayat, ne kadar katıdır” diyen yazar, okuyucuyu, hayal kurmaya ve kendini yeniden inşa etmeye çağırıyor. 

Belli Belirsiz Şeyler Anısına ve İşte Budur Benim Adım adlı şiir kitaplarından sonra yine Mehmet Hakkı Suçin’in çevirisiyle yayımlanan bu kitapta, Adonis’in kitaplara, söylemlere ve hakikatlere dair sorgulamalarını ve cesurca ortaya attığı soruları bulacaksınız.

Adonis Hayatı ve Kariyeri : Şiirin Asi Ruhlu Filozofu

Gerçek adı Ali Ahmet Said Eşber olan Adonis, 1930 yılında Suriye’nin Lazkiye yakınlarındaki bir dağ köyünde doğdu. Küçük yaşlardan itibaren şiire ilgi duyan Adonis, babasının teşvikiyle klasik Arap şiirlerini ezberleyerek edebi yolculuğuna başladı. Ancak onun şiir anlayışı, geleneksel kalıpların ötesine geçerek modern Arap şiirinin en büyük devrimcilerinden biri haline gelmesini sağladı.

1947’de dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli’nin önünde şiir okuma fırsatı yakalayan Adonis, bu olay sayesinde burs kazanarak Lazkiye’de eğitimine devam etti. Şam Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat eğitimi aldıktan sonra, 1956’da Beyrut’a yerleşti ve burada edebi çevrelerle daha yakın ilişkiler kurarak Arap şiirinde modernist akımın öncülerinden biri oldu.

Adonis’in şiirleri, mistisizm, sürrealizm ve metafizik gibi kavramları cesurca ele alarak, geleneksel Arap edebiyatının sınırlarını zorladı. Şamlı Mihyâr’ın Şarkıları, Sufizm ve Sürrealizm, Kutlamalar gibi eserleri, onun edebi kimliğini şekillendiren başlıca yapıtlar arasında yer alır. 1960’larda Lübnan vatandaşlığına geçen Adonis, Lübnan İç Savaşı nedeniyle Paris’e taşındı ve burada yaşamını sürdürmeye devam etti.

Adonis, Nazım Hikmet Uluslararası Şiir Ödülü de dahil olmak üzere birçok prestijli ödüle layık görüldü. 2005 ve 2006 yıllarında Nobel Edebiyat Ödülü için adı geçen yazar, Arap dünyasında modern şiirin en etkili isimlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Onun şiiri, Doğu ve Batı düşünce sistemleri arasında bir köprü kurarak, geleneksel ile moderni bir araya getiren bir felsefi derinlik taşır. Dil, hakikat ve insanın içsel yolculuğu üzerine yaptığı sorgulamalar, onu yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir düşünür olarak da konumlandırmaktadır.

Adonis’in eserleri, Arap şiirinin modernleşme sürecinde büyük bir rol oynayan, mistisizm ve sürrealizmi harmanlayan derinlikli metinlerdir. İşte bazı önemli eserleri:

  • Şamlı Mihyar’ın Şarkıları (1961) – Geleneksel Arap şiirine meydan okuyan, modernist bir yaklaşım sunan şiir kitabı.
  • New York’a Mezar (1989) – Küreselleşme ve modern dünyanın çelişkilerini ele alan şiirler içerir.
  • Arap Şiirine Giriş – Arap şiirinin tarihsel ve estetik gelişimini inceleyen önemli bir poetika çalışması.
  • Kör Kâhin (2013) – Adonis’in şiirsel diliyle hakikat arayışını derinleştirdiği bir eser.
  • Kudüs Konçertosu (2014) – Kudüs’ün tarihsel ve kültürel dokusunu şiirsel bir anlatımla ele alır.
  • Maddenin Haritalarında İlerleyen Şehvet (2015) – Şiir ve felsefenin iç içe geçtiği bir metin.
  • Belli Belirsiz Şeyler Anısına (2017) – Adonis’in şiirsel dünyasının farklı yönlerini keşfeden bir eser.
  • İşte Budur Benim Adım (2020) – Şairin kimlik ve varoluş üzerine yaptığı sorgulamaları içeren bir kitap.
  • Kitap, Hitap, Hakikat (2022) – Dil, hakikat ve edebiyat arasındaki ilişkiyi irdeleyen önemli bir çalışma.

Adonis’in eserleri, Doğu ve Batı düşünce sistemleri arasında bir köprü kurarak, geleneksel ile moderni bir araya getiren bir felsefi derinlik taşır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin