İnsanlarda korteksin daha ayrıntılı olan ön kısmı, fikir ve görüşlerimizin oluşmasına ve iç dünyamıza bakmamıza olanak sağlayan akılgözü haritaları geliştirmemize olanak sağlar…

— Daniel J. Siegel

Merhaba

Bu cümle, beynin anatomik açıklamasının ötesinde bir ruhsal çağrıdır. Çünkü burada sadece “prefrontal korteksin işlevinden” değil, insanın kendine bakabilme kapasitesinden söz ediliyor. Ve tam da bu satır, kendi iç yolculuğumda “farkındalık” kelimesiyle ilk temasımın kapısını araladı…

Dr. Jon Kabat-Zinn’in eseriyle ilk karşılaşmamda, yalnızca bir kitabın kapağını değil, farkındalık kavramının özünü aralıyordum…

Mindfulness’ın İyileştirici Gücü kitabının yazarı Dr. John Kabat Zinn şöyle söylüyordu :

“Dr. Siegel, zihin-beden-beyin entegrasyonunun bugün dünyada yaşayan bilimsel anlamda bütünlüklü ve en saygın örneklerinden biridir. Beyin, zihin ve insan ilişkileri arasındaki büyük sinerjilere dair geniş bir okur kitlesi için popüler bir kitap yazacak ve konuyu okur için geçerli, son derece merak uyandırıcı, hatta yaşamı dönüştürücü kılacak daha iyi birini düşünemiyorum.”

Ardından Duygusal Zekanın yazarı Daniel Goleman kitabın önsözünde söylediği şu cümle beni derinden sarstı:

“Psikolojide büyük ilerlemeler, gizli bağlantı kalıplarını açığa çıkararak deneyimimizi yeni bir bakış açısı doğrultusunda ansızın berraklaştıran özgün içgörülerden doğmuştur. Freud’un bilinçaltı kuramı ve Darwin’in evrim teorisi, insan davranışına ilişkin güncel araştırmaların bulgularını ve günlük yaşantımızın bazı gizemlerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Daniel Siegel’in “akılgözü” kuramı, yani beynin hem içgörü hem de empati kapasitesinin oluşu da benzer şekilde “Hah!” dedirtir. Siegel, bazen delirtici ve karmakarışık olan duygularımızın keşmekeşinden bizim için anlam çıkarır. Başkalarının iç dünyasını sezmenin yanı sıra kendi zihinlerimizi tanıma becerimiz, eşsiz bir insan yetisi, sağlıklı zihinleri ve kalpleri beslemenin anahtarı olabilir. Duygusal ve sosyal zekaya ilişkin kendi çalışmamda bu alanı keşfe çıktım. Özfarkındalık ve empati (özdenetim ve sosyal beceriler dahil) hayatta başarılı olabilmek için gerekli unsurlardır. Bu alanlarda kusursuz olmak insanların çalışma hayatında ve liderlik uğraşlarında olduğu kadar ilişkilerde, aile yaşantısında ve evlilikte de gelişimlerine yardımcı olur. Bu dört temel yaşam becerisi içinde, özfarkındalık diğerlerinin temelini oluşturur. Örneğin; duygularımızı gözlemleme kapasitemiz yoksa, onları yönetmemiz ya da onlardan bir şeyler öğrenmemiz de pek mümkün olmaz… Akordumuz kendi yaşam deneyimlerimize göre olduğundan, başkalarının frekansına uyum sağlamakta bir hayli güçlük çekeriz. Güçlü etkileşimler özfarkındalığın, uzmanlığın ve empatinin yumuşak biçimde bütünleşmesine bağlıdır. Dr. Siegel, bu dinamikleri “akılgözü” açısından ele alarak tartışmaya yeni bir boyut kazandırıyor ve hayatlarımızdaki önemli rolü için ikna edici kanıtlar ortaya koyuyor.”

Akılgözü adlı eser iki bölümden oluşuyor:

Esenliğe Giden Yol: Aydınlatılmış Akılgözü

Bu bölüm, akılgözünün ne olduğunu anlamaya, onu tanımaya ve içsel dünyamızda nasıl işlediğini keşfetmeye odaklanır. Daniel J. Siegel burada okuyucuya şu soruyu sordurur: > “Zihnimin içinde neler oluyor ve ben bunu fark edebiliyor muyum?”

Bu bölümde:

  • Zihinsel süreçlerin nasıl çalıştığı,
  • Duyguların nasıl şekillendiği,
  • Otomatik tepkilerin kökeni,
  • Akılgözünün tanımı ve işlevi gibi konular ele alınır.

Yani bu kısım, içsel aynayı ilk kez elimize aldığımız bölümdür. Gözlem başlar, farkındalık uyanır.

Değişme Gücü : Eyleme Geçmiş Akılgözü

İkinci bölüm, farkındalığın pasif bir gözlem değil, aktif bir dönüşüm aracı olduğunu gösterir. Burada artık “görmek” yeterli değildir; kişi gördüğüyle ne yapacağını öğrenir.

Bu bölümde:

  • Zihinsel kalıpların nasıl dönüştürülebileceği,
  • Nöroplastisite ile değişimin mümkünlüğü,
  • Terapötik örneklerle iyileşme süreçleri,
  • Akılgözünün ilişkilerdeki rolü detaylandırılır.

Yani bu kısım, farkındalığın eyleme dönüştüğü yerdir. Gözlemden sonra gelen seçim, seçimden sonra gelen değişim…

İçinizdeki Denize Dalmak

Hepimizin zihinsel bir dünyası vardır; ben ona içimizdeki deniz diyorum. Düşünce ve duygular, anılar ve düşler, umutlar ve dileklerle dolu mükemmel derecede zengin bir yerdir burası. Elbette tüm bu güzel duygu ve düşüncelerin karanlık yönünü; korkuları, üzüntüleri, endişeleri, pişmanlıkları, kabusları deneyimlediğimiz çalkantılı bir yer de olabilir. İçimizdeki deniz bizi aşağıya, karanlık derinlere çekmeye çalıştığında, kendimizi boğuluyormuş gibi hissedebiliriz. Kim kendi zihninin içinden gelen duygulanımlarla bunaldığını hissetmemiştir ki? Bazen bu duygular geçicidir: İşte geçirilen kötü bir gün, sevdiğimiz biriyle edilen bir kavga, çözmemiz gereken bir test ya da yapmamız gereken bir sunuma ilişkin bir sinir krizi, ya da sadece birkaç gün süren anlaşılmaz bir melankoli hali. Ama bazen çok daha inatçıdırlar, varoluşumuzun özünün öyle büyük bir parçası olurlar ki onları değiştirebileceğimiz aklımıza bile gelmeyebilir. İşte bu noktada benim “akılgözü” dediğim yetenek devreye girer, çünkü akılgözü, bir kez öğrenildiğinde, gerçekten dönüşümsel bir araçtır. Akılgözünün, bizi hayatlarımızı dolu dolu yaşamamızın önüne geçen zihin kalıplarından bağımsız kılacak potansiyeli vardır.

Akılgözü Nedir?

Akılgözü kendi zihinlerimizin içsel işleyişini görmemize olanak sağlayan bir tür odaklanmadır. Zihinsel süreçlerimiz bizi yok etmeden onların farkında olmamıza yardımcı olur, yerleşmiş davranış biçimlerinin ve alışılagelmiş tepkilerin otomatik pilotundan çıkmamızı sağlar ve bizi hepimizin tuzağına düşmeye meyilli olduğu tepkisel-duygusal döngülerin ötesine geçirir. Deneyimlediğimiz duyguların altında ezilmektense, onları “isimlendirmemize ve ehlileştirmenize” olanak sağlar.

Ancak değişim hiçbir zaman birdenbire gerçekleşmez. Bu, bizim çabalamamız gereken bir şeydir. Zihnimizin iç denizinde seyretme-akılgözüne sahip olma- becerisi doğuştan gelen hakkımız olsa da ve bazılarımızda bu beceri daha sonra açıklık kazanacak nedenlerden ötürü diğerlerinde olduğundan çok daha fazla olsa da, nasıl ki kaslarla doğmuş olmak bizi atlet yapmıyorsa, bu sistem de otomatik olarak işlemez. Bu temel insani kapasiteyi geliştirmek için belirli deneyimlere sahip olmamız gerektiği bilimsel bir gerçektir. 

“Akılgözü bizim yedinci hissimizdir…” — Daniel J. Siegel

Bireysel yaşantılarımızda akılgözü bize, olduğumuz kişinin öznel özünü keşfetme, daha zengin ve anlaşılır bir içsel dünyayla daha anlamlı bir yaşam yaratma fırsatı sunar. Akılgözü ile birlikte duygularımızın dengesini sağlamak, yaşamlarımızdaki küçük ve büyük stresli durumlarla başa çıkmamıza olanak sağlayan içsel bir denge oluşturma yeteneğimizi artırır. 

Bu kitabın her bölümünde içimizdeki denizde seyretmek için temelden ileri düzeye kadar gerekli olan yetenekler irdelenir.

Esenlik, biz hayatımızda bağlantılar oluşturduğumuzda yani akılgözünü zihnin bütünlük kazanması ve o bütünlüğü korumasına yardımcı olmak için kullanmayı öğrendiğimizde ortaya çıkar; bu, birbirinden ayrı parçaların işlevsel bir bütün oluşturmak üzere bir araya getirildiği bir süreçtir. Örneğin; bütünleşme, birbirimizle sağlıklı biçimlerde bağlantı kurmamızın, iletişim yollarımızı sonuna kadar açık tutarken başkalarının farklılıklarına da saygı duymamızın temelini oluşturur. Farklı kimlikleri bir araya getirmek- bütünleştirmek- beynin sol ve sağ bölümleri bir arada işlev gördüğünde ortaya çıkan yaratıcılığı serbest bırakmak açısından da önemlidir.

“Düşüncelerimizin ve duygularımızın baskısı altında olmadığımızda kendi içsel dünyamızda daha net olabilir, bunun yanı sıra başkalarının iç dünyalarını daha iyi kavrayabiliriz. Düşünce ve duygularımızı farkındalığa çağırmak, onlar tarafından yönetilmektense onlardan bir şeyler öğrenmemize olanak sağlar. Onları görmezden gelmeden yatıştırabiliriz…” — Daniel J. Siegel

Bir uzmanlık biçimi olarak akılgözü, çaba, zaman ve pratikle geliştirilebilir…

Sen Haritaları Ve Ben Haritaları, Beyin, benim “ben haritası” diye adlandırdığım, kendi içimizi gösteren bir şey ve “sen haritası” diye adlandırdığım, başkalarının içini gösteren bir şey yapıyor. Yanı sıra ‘biz haritaları”nı, ilişkilerimizin temsillerini de oluşturuyor gibiyiz. Bu tür haritalar olmadan kendi içimizdeki ya da başkalarının içindeki zihni kavrayamayız. Örneğin bir ben haritamız olmadığında düşüncelerimize kapılıp gidebilir ya da duygularımızla sürüklenebiliriz. Bir sen haritamız olmadığında başkalarının sadece davranışlarını, gerçekliğin fiziksel yüzünü görür, öznel özü, başkalarının içsel zihinsel denizini duyumsamayız. Empati kurmamıza olanak sağlayan sen haritasıdır…

“Akılgözü çok çeşitli nöral verileri bir araya getirmeye bağlıdır; bedenin bütününden, beynin çok çeşitli bölgelerinden ve hatta insanlardan aldığımız sinyallerden gelen verileri…” — Daniel J. Siegel

Prefrontal Bölge ve Akılgözünün Nörobilimsel Temeli

Akılgözünü (mindsight) açmak, yalnızca ruhsal bir farkındalık kazanmak değil, aynı zamanda beynin ön kısmında yer alan prefrontal korteksin işlevsel bütünlüğüyle de yakından ilişkilidir. Daniel J. Siegel’in tanımladığı “dokuz prefrontal işlev” şunlardır:

  1. Bedensel düzenleme : Zihnin bedenle olan bağını kurmak; kalp atışını, nefesi, gerginliği fark edip içsel dengeye geçiş yapabilmek.
  2. .Uyumlu iletişim : Karşımızdakinin iç dünyasını duyabilmek, sözcüklerin ötesinde bir bağ kurarak anlamın köprüsünü inşa etmek.
  3. Duygusal denge : Ani duygusal tepkilerden ziyade duyguları hissedip yönetebilmek; taşmadan ama bastırmadan yol bulabilmek.
  4. Tepkilerde esneklik : Otomatik yanıtlar yerine bilinçli seçim yapabilmek; her koşulda aynı tepkiyi vermemeyi öğrenmek.
  5. Korku hafiflemesi : Geçmişten gelen korkuların bugünü yönetmesine izin vermemek; tehdit algısını dengeye almak.
  6. Empati : Sadece karşı tarafı anlamak değil, onun içindeki duyguyu bir süreliğine kendi kalbinde taşımak.
  7. İçgörü : Kendi zihin hâlini izleyebilmek; düşünceler, inançlar ve dürtüler arasında yön bulabilmek.
  8. Manevi farkındalık : Varlığının daha büyük bir bütünle bağlantısını hissedebilmek; anlam duygusuna yönelmek.
  9. Sezgidir : Bilginin ötesinden gelen, sözcüksüz ama kesin bir rehberlik duygusunu tanıyabilmek.

Bu unsurlar sadece zihinsel beceriler değil—insan olmanın içsel haritasıdır. Ancak önemli bir soruyu unutmamalıyız:

Peki ya bu işlevleri sağlayacak prefrontal kapasite gelişmemişse?

Bu noktada umut ışığı beyin plastisitesi kavramında gizlidir. Beynimiz, özellikle de prefrontal bölge, yaşam boyu şekillenebilir. Meditasyon, farkındalık temelli çalışmalar, iç gözlem ve güvenli ilişkiler; bu bölgedeki sinir ağlarını yeniden yapılandırabilir. Yani bir insan, travmalarla ya da yetersizliklerle başlamış olsa bile:

Akılgözünü açmak—geçmişten değil, şimdi gösterdiğimiz yönelimden başlar.

Akılgözü ve Özgürlük

Hepimizin içinde sağlığa yönelik içsel bir dürtü, bütünleşmeye yönelik bir baskı vardır. Ama hayat bildiğini okur ve iz bazen bütünleşmenin engellendiğini görebiliriz. Bu engel, çözümlenmemiş travmada olduğu gibi bağlanımın gördüğü zararlardan kaynaklanabilir. Engel ister çocuklukta ihmal edilmenin bir ürünü olsun ister çok çeşitli öğrenme güçlükleri ve gelişimsel zorluklardan kaynaklansın farklılaştırmaya verilen zararlardan doğabilir. Hem farklılaştırma hem de bağlanım zarar görebilir. Akılgözü bizi bütünleşmeye geri götürebilecek yetenek’ tir. Michelangelo bir heykeltıraş olarak en büyük görevinin figürü taştan bağımsızlaştırmak olduğunu söylemiş olmalı. Tıpkı bunun gibi, bizim görevimiz de bütünleşmenin sekiz alanındaki engelleri bulmak ve zihnin iyileşme yönündeki doğal dürtüsünü özgürleştirmek; zihni, beyni ve ilişkileri esenlik üçgeninde bütünleştirmektir.

Bütünleşmenin bu sekiz alanı oluşturulur ve geliştirilirken bağıntılılığın “transpirasyon” ya da “karşı nefes” diye tanımlayagelinen yeni bir bağıntılı olma boyutu ortaya çıkıyor gibi. Mutluluğa ve bilgeliğe ilişkin çeşitli araştırma keşiflerinde bu bağıntılılık duygusu, bir anlamı ve amacı olan bir hayat yaşamanın merkezinde gibi görünüyor. Bu akılgözü ve bütünleşmenin vaadi.

Zihni Değiştirmek İçin Farkındalık

Düşünceli olmak, düşünceli bir farkındalığa sahip olmak; çoğunlukla hükümler vermeden, bilinçli olarak yaşanan anla ilgilenmek diye tanımlanır. Doğuda ve Batıda, eski dönemlerde ve modem toplumlarda deneyimlendiği biçimiyle bilinçli farkındalık teknikleri, zihni anlık deneyimlere odaklanma amacına yönelik olarak eğiterek insanların esenliğe doğru ilerlemelerine yardımcı olur. İnsanlar bazen farkındalık sözcüğünü duyar ve “din”i düşünürler. Ama işin gerçeği bu şekilde odaklanmanın bir din değil, sağlığı teşvik eden biyolojik bir süreç, bir beyin temizliği biçimi olduğudur. Sağlığı teşvik eden bu uygulama için cesaret veren pek çok din olmuştur ancak bilinçli farkındalık yetisini öğrenmek basit biçimde bilinçliliğin bütünleşmesi diye adlandırdığımız şeyi işlemektir.

Çemberi Genişletmek: Benliği Geliştirmek

Albert Einstein, 1950’de iki kızından birini bir kaza sonucunda kaybetmiş olan bir hahamdan mektup aldı. Haham, kız kardeşi için yas tutan diğer kızına ne tür bir bilgelik önerebileceğini sordu. Einstein şu cevabı verdi:

İnsan, bizim “Evren” dediğimiz bütünün bir parçasıdır, zaman ve uzayda sınırlanmış bir parçadır. Düşüncelerini ve duygularını kendi başına, diğerlerinden ayrı bir şey, öz bilincinin bir tür optik hezeyanı olarak deneyimler. Bu hezeyan bizim için bizi kişisel arzularımızla ve en yakınımızdaki birkaç kişiye duyduğumuz şefkatle sınırlandıran bir tür hapishanedir. Görevimiz şefkat çemberimizi yaşayan tüm varlıkları ve güzelliği tüm doğayı kapsayacak biçimde genişleterek kendimizi bu hapishaneden kurtarmak olmalıdır. Hiç kimse bunu tam anlamıyla başaramaz ama bu türden bir başarı için mücadele etmek, kendi içinde özgürleşmenin bir parçasıdır ve içsel güvenliğin temelini oluşturur.

Akılgözü çalışması, doğrudan aldıklarını geri verme, dikkat odağını genişletme ve daha geniş bir dizi gerekçenin tanımlanmasıyla sonuçlanır. Dolaysız ilişkilerinin ve sosyal dünyalarının ötesinde, bu bir bütünün parçası olma duygusu, Einstein’ın hakkında yazdığı geniş bir “şefkat çemberi” ile sonuçlanmıştır.

Bütünleşmeyle birlikte kendimizi bir kimliğin içinde görürüz. Bu bağıntılılığın gerçekliğini benimsediğimizde, düşünceli ve aynı zamanda daha büyük olan bir dünyayla ilgili olmak yaşam biçimimizde temel bir değişikliğe dönüşür. Birbirimizi ve yeryüzünü sevmenin önemini kavradığımızda, transpirasyonun ve bundan doğan bütünleşmenin, anlam ve mutluluk üretmenin ötesinde hayatta kalmamız için gerekli olduğunu görebiliriz.

Zihin, beyni kendini oluşturmak için kullanır. Enerji ve bilgi akışı modelleri belirli bir kültür içinde ve nesiller boyunca aktarılırken, gelişen toplumlarımızda beynin büyümesini biçimlendiren zihindir. Bu bilimsel bakış açısına İlişkin iyi haber, kültürel evrimin rotasını gerçek anlamda olumlu yönde değiştirebilmek için modern yaşamlarımızda yönelimsel bir tavır içinde olabileceğimizdir. Akılgözünü kendi içimizde ve birbirimizde besleyerek, bu içsel bilme durumunu çocuklarımızda geliştirebilir ve bunu dünyada var olmanın bir biçimine dönüştürebiliriz. Zihnin doğasını, her birimizin ve bu dünyada yürüyecek, bu havayı soluyacak ve bizim insan olmak dediğimiz biçimde bu hayatı yaşayacak olan gelecek nesiller için geliştirmeyi seçebiliriz.

İnsan, kendi zihninin dışına ne zaman çıkabilir?

Bazı insanlar gerçekten “bot” gibi mi davranıyor? Yoksa yaşamın otomatik akışı içinde biz mi kendimizi insan olmaktan uzaklaşırken buluyoruz?

Ruhsal Otomatiklik ve İnsanlaşmak

Günümüz insanı çoğu zaman düşünmeden yaşar. Sabah kalkar, bildiğini yapar, bildiği gibi düşünür. Duyguları tepki hâlindedir; düşünceler kısır döngüdedir. İşte bu durumda insan, farkına varmadan “botlaşmış” bir bilinç düzeyinde yaşamaya başlar.

  • Aynı tepkiyi veren zihin, yeni bir seçim yapamaz.
  • Aynı inancı tekrarlayan bilinç, yeni bir içgörü geliştiremez.
  • Aynı korkuyla yaşayan kalp, yeni bir bağ kuramaz.

Beynin “otomatik pilot” hâli, hayatta kalmak için gerekli olabilir. Ancak yaşamak için bu yeterli değildir. İnsan, ancak zihinsel alışkanlıklarının dışına çıkarak yeni bir bilinç alanına geçebilir. Bu da, o çok konuştuğumuz dokuz prefrontal işlevin aktifleşmesiyle mümkündür.

Bazıları bot gibi değil, sadece çok uzun zamandır içsel sessizliğine temas etmemiştir.

Bu bölümde, “botlaşma” hâlini bir yargı değil, bir farkındalık daveti olarak sunabiliriz. Dilersen yazının sonuna şu türden bir okur sorusu da bırakabiliriz:

Bugün gün içinde verdiğin hangi tepki, senden önce kararını vermişti? Belki de akılgözün işte tam o anda bir şeyler fısıldamak istemişti…

Kelimeleri değil, dönüşümü anlattım. Çünkü ben bu kitabı okumadım—onunla gözümü açtım.

Akılgözü, Bilinçli Farkındalık ve Kendini İyileştiren Beyin okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Daniel J. Siegel’in “Akılgözü – Bilinçli Farkındalık ve Kendini İyileştiren Beyin” adlı eseri, günümüz dünyasında yalnızca psikolojiyle ilgilenenler için değil, kendini anlamaya çalışan herkes için bir pusula niteliğinde. İşte neden bu kadar önemli:

  1. Zihinsel Farkındalık Çağında Bir Rehber: Modern yaşamın hızında, çoğumuz zihnimizin içinde olup biteni fark etmeden yaşıyoruz. Bu kitap, “akılgözü” (mindsight) kavramıyla, kişinin kendi zihinsel süreçlerini gözlemleyebilmesini ve dönüştürebilmesini öğretiyor. Bu, sadece terapi değil—yaşama sanatı.
  2. Duygusal Tetiklenmelere Karşı İçsel Ustalık: itap, öfke, korku, kaygı gibi duyguların altında yatan zihinsel kalıpları fark etmeyi ve bunları dönüştürmeyi mümkün kılıyor. Özellikle ilişkilerde tekrar eden çatışmaların nedenlerini anlamak ve çözmek için güçlü bir araç sunuyor.
  3. Beyin Plastisitesi ve Kendini İyileştirme: Siegel, beyin bilimini psikoterapiyle birleştirerek, beynin değişebilirliğini (nöroplastisite) kullanarak kendini iyileştirme yollarını gösteriyor. Bu, “ben böyleyim” diyen zihne karşı, “değişebilirim” diyen bir bilinç kapısı açıyor.
  4. Bilinçli Farkındalıkla Yaşamak: Kitap, mindfulness (bilinçli farkındalık) pratiğini sadece meditasyonla sınırlamıyor; onu gündelik yaşamın her anına taşıyor. Bu da kitabı, zihinsel hijyen için bir başucu kaynağına dönüştürüyor.
  5. Kolektif Bilinçte Uyum ve Empati: Siegel’in yaklaşımı, yalnızca bireysel değil, ilişkisel farkındalık da yaratıyor. Kendi zihnini anlayan kişi, başkalarının zihinsel süreçlerine de empatiyle yaklaşabiliyor. Bu da toplumsal düzeyde daha sağlıklı bağlar kurmanın temelini oluşturuyor.

Daniel J. Siegel Hayatı ve Kariyeri

Daniel J. Siegel, Harvard Tıp Fakültesi mezunu bir psikiyatrist, UCLA Tıp Fakültesi’nde klinik profesör ve Mindsight Institute’un kurucusudur. Ancak onu yalnızca akademik unvanlarla tanımlamak eksik olur—çünkü o, zihnin haritasını sadece bilimle değil, şefkatle de çizen bir yol göstericidir.

Çocuk, ergen ve yetişkin psikiyatrisi alanında uzmanlaşan Siegel, “interpersonal nörobilim” (kişilerarası nörobilim) alanının öncüsüdür. Bu yaklaşım, beynin yapısıyla ilişkilerin derin bağını anlamaya çalışır. Onun için zihin, yalnızca nöronlardan değil; bağlantılardan, anlatılardan ve farkındalıktan oluşur.

Siegel’in çalışmaları, yalnızca terapistlere değil; ebeveynlere, öğretmenlere, liderlere ve en çok da kendini anlamaya çalışan herkese hitap eder. “Akılgözü” (mindsight) kavramı, onun bu yolculukta sunduğu en güçlü pusulalardan biridir.

Bugün hâlâ UCLA’da öğretim üyeliği yapan Siegel, aynı zamanda Mindful Awareness Research Center’ın kurucu eş direktörüdür. Yazdığı kitaplar, 40’tan fazla dile çevrilmiş ve dünya çapında milyonlarca kişiye ulaşmıştır.

“Zihin, yalnızca düşünce üretmez; aynı zamanda şefkatle şekillenir.” – Daniel J. Siegel

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin