“Onlar bizim atalarımızdır, tarihleri de bizim tarihimiz. Unutmayınız ki günün birinde sallanarak ağaçlardan indiğimiz ve dimdik yürümeye başladığımız ne kadar kesinse ondan çok daha önce bir başka günde sürünerek denizden çıkıp karadaki ilk maceramızı başarıyla göğüslediğimiz de bir o kadar kesindir. “

— Jack London

Merhaba

Amerikan ve dünya edebiyatının çok yönlü, çalışkan yazarlarından Jack London’ın Everybody’s Magazine’de 1906 yılından 1907’ye kadar tefrika halinde yayımlanan, bilimkurgu türüne yakın bir alanda dolaştığı romanlarından olan Adem’den Önce herkesin gördüğü, bir anda boşluğa düşüp uyanılan rüyalardan çıkıyor yola.

“Görüntüler! Görüntüler! Görüntüler! İşin aslını öğrenmeden önce hep merak ederdim, geceleri rüyalarıma üşüşen o binlerce görüntü nereden geliyor diye; zira gündüzleri sürdüğüm gerçek yaşantıda benzerlerine bir kez bile rastlamadığım görüntülerdi bunlar. Rüyalarımı tam bir kâbuslar dizisi haline getirerek beni çok geçmeden kendi türümden farklı, doğadışı ve lanetlenmiş bir yaratık olduğuma ikna ederek çocukluğuma işkence etmişlerdi.”

“Mutluluğu sadece gündüzleri —o da belirli bir ölçüde— tadabiliyordum. Gecelerime ise korkunç bir korku —hem de nasıl bir korku!— egemendi, öyle ki eğer dünya üzerinde benimle aynı zamanda yaşamış hiçbir insanın böylesine derin, anlaşılmaz bir korkuyu çekmediğinden emin olduğumu söylersem durumu hiç de abartmış sayılmam. Zira benim korkum, çok uzaklarda kalmış bir geçmişin korkusu, Genç Dünya’da, hem de o Genç Dünya’nın en genç olduğu zamanlarda duyulmuş coşkun bir korkuydu. Kısacası Orta Pleiston* olarak bilinen çağda yaşayanların çektiği korkuydu benim korkum.”

“Ne mi demek istiyorum? Görüyorum ki düşlerimin içeriğini size anlatmaya başlamadan önce bir açıklama yapmam şart.”

Adem’den Önce rüyalarında tarihöncesi bir çağda yaşayan alter ego’su Kocadiş’in başından geçenleri gören modern bir Amerikalı çocuğun öyküsüdür. O çağda üç ayrı tür insansı bulunmaktadır: Henüz ağaçtan inmemiş, vahşi maymunlara daha yakın Ağaç İnsanları; Kocadiş’in “Halk” olarak adlandırdığı ve kendisinin de ait olduğu, hem ağaçlarda hem de mağaralarda yaşayan tür; bir de bu insansıların en gelişmişi olan, ateş yakıp ok ve yay kullanan Ateş İnsanları.   Eser 20. yüzyıl başlarında evrim meselesini kamuoyunun gündemine taşımasıyla dikkat çeker. London modern anlatıcısının binlerce asırlık bir mesafeden baktığı ilkel insanın düşünce yapısını düş gücüyle zenginleştirerek aktarır. Uzak atalarımıza ve içinde yaşadıkları, dur durak bilmeyen bir çatışma ve hayatta kalma mücadelesinin süregeldiği gaddar dünyaya ilişkin karanlık bir tablo çizer. 

Adem’den Önce, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Amerikan ve dünya edebiyatının çok yönlü, çalışkan yazarlarından Jack London’ın Everybody’s Magazine’de 1906 yılından 1907’ye kadar tefrika halinde yayımlanan, bilimkurgu türüne yakın bir alanda dolaştığı romanlarından olan Âdem’den Önce herkesin gördüğü, bir anda boşluğa düşüp uyanılan rüyalardan çıkıyor yola. London’ın ustalıklı bir serüven kurmadaki becerilerini de ortaya seren Âdem’den Önce aynı zamanda insanlığın hırslarının ve bu hırsları gerçekleştirme yöntemlerinin tarih öncesinden şimdiye kadar ne kadar değişip değişmediğinin de bir nevi hatırlatıcısı.

Rüyalarında ilkel bir hayat yaşadığını gören genç bir Amerikalı evrim teorisi ve ırk hafızası gibi fikirlerle tanıştıktan sonra durumun farkına varır. Yüzyıllar öncesinde yaşayan atalarından birinin, Kocadiş’in anılarını hatırlıyordur. Orta Pleistosen döneminde Kocadiş, evrimin sonraki aşamasına ilerleyen Ateş İnsanları ve bir önceki halkasında olan Ağaç İnsanları dışında ayrı bir topluluktadır. İki ayrı tarihi kuvvetin arasında kalmış gibi görünen bu kavimde, Kocadiş, Sarkıkkulak gibi dostlar da edinecektir, Kızılgöz gibi düşmanlar da.

Beyaz Diş

“Hoşnutluğun yerine sevgi geçmişti. Ve sevgi, daha önce hiçbir duygunun erişemediği kadar derinlere inmişti. Buna cevap olarak yine en derinlerinden yeni bir şey geldi: sevgi. Kendisine verilenin karşılığını veriyordu. Bu da bir tanrıydı aslında, sevgi tanrısıydı; mutluluk saçan ışığında, Beyaz Diş’in doğasının güneş altındaki bir çiçek gibi açılıp serpildiği, sıcacık bir tanrı.”

Vahşi kapitalizmin “altına hücum” dönemini konu alan yüzlerce eserin çoğu, altın arayıcılarının kişisel öykülerini yüzeysel bir yaklaşımla anlatır. Farklı bakış açısıyla diğerlerinden ayrılan Charlie Chaplin’in Altına Hücum filmi dışında, konuyu değişik bir biçimde irdeleyerek insanı evrensel boyutta sorgulayan en önemli eserlerden biri, Jack London’ın Beyaz Diş adlı romanıdır. Dünya görüşünü, “Köpeğe kemik atmak hayırseverlik değildir. Hayırseverlik, kendin de en az köpek kadar açken kemiği köpekle paylaşmaktır,” diye özetleyen London, Beyaz Diş’te Kuzey’in karlarla kaplı bölgelerinde sürdürülen yaşam kavgasını, soğuk, açlık ve hayatta kalma mücadelesini insanların değil, aynı koşulları onlarla paylaşan hayvanların açısından aktarıyor.

“Bir kurt hakkındaki bir roman insan hayatıyla ilgili sorulara cevap verebilir…”

Beyaz Diş, damarlarında hem kurt hem de köpek kanı taşıyan bir kurt kırmasıdır. Ana babası dışında kendi türünden canlıları hiç tanımadan bir mağarada yaşarken, bir gün dışarıdaki gerçek dünyayla yüz yüze geliyor. Çok farklı görünümü, çok farklı kuralları ve düzeni olan bu yerden, dünyayı ve yaşamı keşfetmeye başlıyor. Kurdun köpeğe dönüşümü, koşulların insanlar için olduğu kadar hayvanlar için de hayatı nasıl değiştirdiğini yansıtıyor.

Beyaz Diş, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Beyaz Diş‘in büyük bir kısmı, London’ın hayvanların kendi dünyalarını ve insanları nasıl gördüklerini keşfetmesine olanak tanıyan köpek karakterin bakış açısından yazılmıştır. Beyaz Diş, vahşi hayvanların şiddet dolu dünyasını ve insanların da aynı derecede şiddet dolu dünyasını inceliyor. Kitap aynı zamanda ahlak ve kefaret gibi karmaşık temaları da irdeliyor.

Roman kısmen London’ın genç bir serseriden evli, orta sınıf bir yazara dönüşmesini konu alan öz yaşam öyküsüne dayalı bir alegoridir. Romanını yazarken Herbert Spencer, Karl Marx ve Friedrich Nietzsche’nin fikirlerinden etkilenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki koşullar da hikâyeyi etkilemiştir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin