“Ve bu şekilde hayatım boyunca değiştirmeden izleyeceğim yol belli oldu, yani amacım hem dış dünyadaki şeyler hakkındaki düşüncelerimi düzene sokmak, hem de iç dünyamda huzur bulmak için beni mutlu eden veya canımı sıkan ya da bir şekilde kafamı meşgul eden şeyleri, bir resim ya da bir şiir haline getirerek bu konularla ilgili bir sonuca ulaşmaktı. Bunun için gerekli yeteneğe, benim gibi doğası sürekli olarak aşırı uçlarda gezinen birinden başka hiç kimsenin daha fazla ihtiyacı olamazdı. Bu yüzden söylediğim her şey, bu küçük kitabın tamamlama cesaretini gösterdiği büyük bir itirafın kırıntılarıdır…”
— Johann Wolfgang Von Goethe
Merhaba
Birçok kişi iklim değiştirmek için yaz tatilini çeşitli yerleri ziyaret ederek geçirdi. Gezilip görülen yerler umarım, manevi anlamda farkındalık da getirmiştir… Hedefleri doğrultusunda içsel ve dışsal rotasını belirleyen herkese yeni dönem hayırlı olsun. Uyumlu değerlerinizle yol almanız dileğiyle.
Blog, logosu “Tüy” görselinin anlattığı gibi; hedef “Hakikat” olunca, Çeşme Kitap Günlerinde görüp satın aldığım “Yaşamımda Şiir Ve Hakikat” adlı eserle Goethe’nin satırlarında sembolleri kavrayarak yürüyelim…
İlk bölümü 1811’de yayımlanan, dördüncü bölümü ise 1833’te Goethe’nin ölümünden sonra yayımlanan Şiir ve Hakikat’te dönemin tanınmış sanatçı, bilim adamı ve devlet adamlarının yaşamlarından kesitler de yer almaktadır. Şiir ve Hakikat, Gothe’nin dünya görüşünü ve sanat anlayışını yaşamöyküsü içinde aktardığı en dikkat çekici eserlerinden biridir.
Oniki cilt olarak yayımlanan eserin Birinci Kitap’ın giriş bölümünde şöyle yazıyor:
28 Ağustos 1749 tarihinde, öğle vakti kilisenin çanı saat on ikiyi vururken Frankfurt Main’da dünyaya gelen Goethe, “Yıldızların durumu olumluydu, güneş başak burcunda ve en yüksek noktadaydı, Jüpiter ve Venüs sevimli sevimli bakıyor, Merkür de keyifsiz görünmüyordu; Satürn ve Mars ise umursamaz bir tavır takındı, o sırada dolunay formuna kavuşan Ay sadece, gezegen saati başladığında, karşı konumdaki gücünü her zamankinden fazla kullandı ve bu yüzden o an geçinceye kadar gerçekleşmesi mümkün olmayan doğumuma direndi”diyor ve ekliyordu “Hayatta kalmamın nedeni galiba yıldızların bu olumlu konumuydu.”
İkinci Kitap
Çocukluğumun geçtiği dönemde Frankfurtlular bu tarzda, birbiri ardına yaşanan mutlu yıllar geçirmişlerdi. Ama 28 Ağustos 1756’da yedi yaşımı henüz doldurmuştum ki, dünyaca meşhur savaş (Yedi Yıl Savaşı) patlak verdi ve bunun yaşamımın daha sonraki yedi yılına büyük bir etkisi oldu. Prusya Kralı II. Friedrich altmış bin askeriyle Saksonya’ya saldırdı, önceden savaş ilan edeceği yerde, söylentilere göre kendisinin kaleme aldığı, böyle korkunç bir adım atmasının nedenlerini ve ona bu hakkı tanıyan gerekçeleri içeren bir manifesto yayımlandı. Kendisini sadece izleyici değil, aynı zamanda hakem rolünde bulan dünya iki kampa ayrıldı, bu tabloyu bizim ailemizde de görmek mümkündü.
Sekizinci Kitap
O sıralar Argenville’in “Ressamların Yaşamı” adlı yapıtı Almancaya çevrildi; bu kitabı çıkar çıkmaz alıp, dikkatle okudum. Oeser bundan hoşlanmış olmalı, bize büyük Leipzig koleksiyonlarından bazı dosyalar görme olanağını tanıdı, bu sayede hepimizde sanat tarihine karşı bir ilgi uyandı. Ancak bu uygulamalar da bende onun düşündüğünden farklı bir etki uyandırdı. Sanatçının işlediği bazı konular bende edebi bir yetenek açığa çıkardı, bir şiir için bir gravür nasıl yapılıyorsa, ben de gravürler ve desenler için, bu resimlerdeki insanların bir önceki ve bir sonraki hallerini hayalimde canlandırarak şiirler yazmaya başladım, kısa bir zaman sonra da çok yakışan kısa bir lied yazmayı başardım, böylece sanatları birbiriyle ilintili olarak incelemeye kendini alıştırmaya başladım. Hatta bazen şiirlerimin betimlemeye dönüşmesi şeklinde yaptığım hatalar, sonradan sanat dalları arasındaki farka dikkatimi yoğunlaşarak birçok şeyin bilincine varınca, benim için faydalı oldu. Böylece kısa şiirlerden birçoğu Behrish’in derlediği şiirler arasında yer aldı; ne yazık ki onlardan bugüne kalan olmadı.
Bir kentte iyilik ve adalet konusunda aynı görüşte olan çok sayıda kültürlü insanın bulunması o kent için büyük bir şans sayılır…
Yaşlı insanlar kendi aralarında hep bilinen şeyleri konuşarak sohbet ederken, genç bir adam ancak gelişigüzel bilgiler edinir, sonra duyduklarını kafasında düzene sokmak gibi güç bir işi başarmak zorunda kalarak çok sıkıntı yaşar. Bundan dolayı diğerleriyle beraber ümitle etrafımızda yeni bir ışık ararken, çok şey borçlu olduğumuz bir adam sayesinde buna kavuştuk.
İnsanın ruhunu mutlu eden iki şey vardır; Seyretmek ve düşünmek. Fakat seyretmek için her zaman bulunamayan değerli bir konu ve sıra dışı önemli bir eğitim gerekir. Oysa düşünmek için gerekli olan şey duyarlılıktır; düşünce içeriği kavrar, eğitimin aracı da budur. Bu yüzden, çok seçkin bir düşünürün karanlık bulutların arasından bize aksettirdiği ışık demetini büyük bir sevinçle karşıladık. Bizi sıkıntılı bir seyir dünyasından çekip, düşüncenin özgür alanına soktu. Plastik ve söz söyleme sanatlarının arasındaki fark netleşti, dayandıkları esaslar birbirine çok benzerken, sonuçları birbirinden ayrıldı.
Kendimizle ilgili hiçbir şey bize birkaç yıl önce elimizle yazdığımız şeyleri tekrar elimize alıp kendimize konu olarak incelemekten daha iyi bir fikir veremez.
0 arada elime geçen önemli bir kitap beni çok etkiledi, bu Arnold’un “Kiliseler ve Dinsizler Tarihi” başlıklı kitabıydı. Arnold sadece olayları anlatan bir tarihçi değil, aynı zamanda hem inançlı, hem de duyarlı bir adamdı. Onun düşünceleri benimkilere çok benziyordu, o zamana kadar bana hep deli ya da tanrıtanımaz diye tanıtılan birçok inançsız kişi hakkında daha olumlu fikirler edinmem kitabı özellikle beğenmemi sağladı. Başkaldıran insan olmak ve karşı çıkmak zevki hepimizde vardır. Birbirinden farklı fikirleri zevkle okudum, sonuçta her insanın kendine has bir dini vardır sözünü sık sık duymuştum, benim de kendime özgü dinimi oluşturmamdan daha doğal bir şey olmamalı düşüncesiyle, bunu yapmak bana büyük bir keyif verdi. Yeni Platonculuk bu dünya görüşünün esasını oluşturuyordu; hermetik, mistik ve kabalist şeylerin de buna katkısı vardı, yeterince garip olsa da, kendime bir dünya yarattım.
Başlangıcından beri yaratma eylemi içinde olan bir Tanrı düşüncem vardı; yaratmak eylemi kendi içinde bir çeşitlilik barındırdığına göre, ikinci benzer bir varlığın ortaya çıkması gereği doğdu, onu da biz Oğul diye tanıdık; yaratma eylemini onların ikisi sürdürecekti, onlar bir üçüncüde kendilerini var ettiler ve bu üçüncü sürekli olarak canlılığını korudu ve sonsuza dek bir bütün olarak kaldı. Fakat onunla birlikte Tanrı olgusu tamamlanmıştı ve artık tekrar kendilerine tamamen benzeyen başka bir varlık yaratma dürtüsü hep sürekli olacağından yoksundular. Ancak yaratma dürtüsü hep sürekli olduğundan, bir dördüncü varlık yarattılar, o da onlar gibi, hem bağımsız, hem bağımlı, hem de onlar tarafından sınırları belirlenmiş, zıtlıkları kendi içinde barındıran bir varlık. İşte bu varlık, bütün yaratma gücü kendisine geçen ve geriye kalan tüm varlıkların kendisinden geleceği Lucifer’di. 0 da tüm melekleri kendi örneğine göre, hem bağımsız, hem kendine bağımlı, hem de kendisi tarafından sınırları belirlenmiş halde yaratarak, hemen sonsuz faaliyetini kanıtlamış oldu. Fakat böylesi kutsal bir ışığın içinde o ilahi aslını unutup, onu kendi içinde bulacağını sandı; Tanrı fikri ve düşüncesiyle uzlaşma içinde olmayan her şey işte bu ilk nankörlükten çıktı. Kendine yoğunlaştığı ölçüde huzuru kaçtı, aslına doğru yükselmenin tatlı duygusundan ettiği ruhlar için de aynı şey söz konusu oldu. Böylece meleklerin çöküşü diye adlandırılan olay yaşandı. Onların bir kısmı Lucifer’le birlik oldu, diğer bir kısmı da aslına geri döndü. Bütün yaratıkların oluşturduğu birlikten, onların hepsi Lucifer’den gelmeydi ve onu izlemeleri gerekiyordu, bizim madde biçiminde algıladığımız, ağır, sert, karanlık diye bildiğimiz, fakat doğrudan Tanrı’dan değilse bile tanrısal varlığın neslinden gelen ve bu yönüyle babası ve ataları gibi her şeye gücü yeten ve ebedi olan bütün o varlıklar doğdu. Bütün kötülükler, böyle dememizde bir sakınca yoktur herhalde, sadece Lucifer’in tek taraflı yönünden doğduğu için, bu yaratıkların daha iyi olan diğer yarısı eksik kaldı: Çünkü birlik oldukları için her şeye sahiptiler, ancak yayılma yoluyla etkili olabilecek şeylerin hepsinden yoksundular; böylece bütün yaratıklar, sürekli bir araya toplanmalarının sonucu birbirlerini yok edebilir, babaları Lucifer’le birlikte kendilerini yok edebilir, Tanrı’yla aynı sonsuzluğa sahip olmak konusundaki arzularını yitirebilirlerdi. Tanrılar bu duruma bir süre seyirci kaldılar, onlar ya ortalığın temizleneceği ve yeni bir yaratma eylemi için kendilerine yer açacak devirleri bekleyeceklerdi ya da hemen işe karışarak, ebedi olamama durumuna yardımcı olacaklardı. Onlar sonuncusunu tercih ederek, Lucifer’in eyleminin sonucu olan bütün eksiklikleri sadece iradeleriyle anında tamamlamışlardı. Sonsuz varlığa, yayılma ve kendine karşı gelebilme yeteneğini verdiler; yaşamın ana damarı yeniden onarıldı, Lucifer de bundan payını aldı. İşte bu, bizim ışık dediğimiz şeyin belirdiği ve yaradılış sözcüğüyle anlatmaya çalıştığımız olayın başladığı evredir. Tanrıların sürekli etkili olan yaşam gücü sayesinde, bu dönem yavaş yavaş zenginleştiği halde, yeniden tanrısal varlıkla eski bağı kurabilecek yetenekte bir varlığın eksikliği duyuldu, bunun üzerine her yönden Tanrı’ya benzeyen, hatta onun bir eşi olan, fakat hem bağımsız, hem sınırlı olması bakımından Lucifer’in konumunda bulunan insan yaratıldı; bu çelişki, varlığın tüm safhaları sayesinde onda kendini göstereceği gibi, mükemmel bir bilinç ve kararlı bir irade karşılaşacağı her durumda kendisiyle beraber olacağından, onun hem en mükemmel, hem de en kusurlu, hem en mutlu, hem de en mutsuz yaratık olacağı önceden biliniyordu. Çok geçmeden o da tamamen Lucifer’in rolünü üstlendi. İyilik yapandan yüz çevirmek gerçek nankörlüktür, böylece bütün yaratılış, aslından kopuş ve tekrar ona dönüşten başka bir şey olmadığı, olamayacağı halde, bu kopuş ikinci kez üst düzeyde gerçekleşti.
Burada günahtan arınmanın, sadece geçmişten bugüne süregelmesinden ziyade, sonsuza dek sürmesi gerektiği, hatta tüm oluşum ve varoluş süreci boyunca tekrar tekrar yenilenmesi gerektiği kolayca görülür. Bu bağlamda, Tanrı’nın daha önceden kendisi için bir kılıf olarak hazırladığı insan şeklini benimsemesinden, bu benzerlik yüzünden sevinçleri artsın, acıları hafiflesin diye, kısa bir süre onun alınyazısını paylaşmasından daha doğal bir şey olamaz. Bütün dinlerin ve felsefelerin tarihi bize insanların kaçınamayacağı bu büyük hakikatin çeşitli uluslar tarafından, değişik zamanlarda, farklı şekillerde, hatta garip masallar ve imgelerle sınırlılığa uygun şekilde anlatıldığını gösterir; bizi küçük düşürüyor, bize baskı uyguluyor gibi görünse de, bize Tanrı’nın amaçlarını bu sayede yerine getirme ve yücelme fırsatı veren, hatta bunu bizim için ödev kılan bir durumda olduğumuz ve benliğimizi kendimize özgü varlığımızı oluşturmaya zorlarken, diğer yandan nabzımızın düzenli atışıyla benliğimizin dışına çıkmaktan kaçınmadığımız bilinsin yeter.
Dokuzuncu Kitap
“İnsanın yüreği bundan böyle sık sık, özellikle sosyal ve kibar birçok erdemle dolup taşacak, onda daha hassas duygular uyanıp yeşerecek; özellikle insan kalbinin daha gizlide kalmış köşeleri ve ihtirasları hakkında genç okuyucuya bir görüş kazandıracak birçok nitelik kalıcı olacak; Latince ve Yunanca ne varsa hepsinden daha değerli olan bir öğreti bu, bu alanda Ovidius çok mükemmel bir hocaydı. Fakat gençlerin eline antik şairlerin ve bu arada Ovidius‘un yapıtlarının verilmesinin nedeni sadece bu değil. Yüce yaratıcının bize bağışladığı birçok güce sahibiz, bunlara uygun eğitimin, hem de daha ilk yaşlarda, verilmesi ihmal edilmemeli, yoksa bu güçler ne mantık, ne metafizik, ne Latince ne de Yunanca ile geliştirilebilir; sonra bir de hayal gücümüz var, eğer en değerli ilk düşüncelerin önüne geçmeyecekse, en uygun ve en güzel görüntüler bu hayal gücünün karşısına çıkarılmalı, böylece her yanda ve doğada var olan güzeli belirgin, gerçek ve aynı zamanda da bütün hatlarıyla tanıyıp sevmeye ruhumuzu alıştırmalı ve bunu alışkanlık haline getirmeliyiz; hem bilimsel çalışmalarda olduğu kadar günlük yaşamda da hiçbir ders kitabından öğrenilemeyen birçok düşünce ve bilgiye ihtiyaç duyarız. Duygularımızın, ilgilerimizin, tutkularımızın hep olumlu yönde geliştirilmesi ve arındırılması gerekir.”
Goethe, şiir, drama, hikâye (düzyazı ve dörtlük şeklinde), otobiyografik, estetik, sanat ve edebiyat teorisi, ayrıca doğa bilimleri olmak üzere birçok esere imza atmıştır. Bununla birlikte, zengin bir içeriğe sahip olan mektup çeşidi, önemli edebi eserlerindendir. ‘Fırtına ve Coşku’ (Sturm und Drang) döneminin en önemli öncüsü ve temsilcisi olmuştur. 1774 yılında ‘Genç Werther’in Acıları’ adlı eseri ile bütün Avrupa’da ün yapmıştır. Daha sonra, 1790 yılından itibaren, Friedrich Schiller ile birlikte ortak ve dönüşümlü bir şekilde, içeriksel ve biçimsel olarak, Antik kültür anlayışı üzerinde yoğunlaşarak, Weimar Klasik’in en önemli temsilcisi olmuştur. Goethe, aynı zamanda, yurt dışında da Alman edebiyatının temsilcisi olarak kabul edilmiştir.
Goethe, 1871 yılından itibaren, Alman ulusal kimliğiyle, Alman Kraliyet’inde taçlandırılmıştır. Sadece eserlerine yönelik değil, aynı zamanda örnek alınacak yaşantısına yönelik de bir hayranlık oluşmuştur. Goethe, bugüne kadar, en önemli Alman edebiyatçı olarak kabul edilmiş, eserleri ise dünya edebiyatı zirvesinde yerini almıştır.
Goethe, (muhtemelen kalp krizinden) 22 Mart 1832’de hayata veda etmiştir. Son sözlerinin “daha fazla ışık” ifadesi olduğu tartışmaya açık kalmıştır. Bu ifade, söz konusu dakikada ölüm yatağında iken, Goethe’nin yanında olmayan doktoru Carl Vogel’e ulaştırılmıştır.
Yaşamımdan Şiir Ve Hakikat, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Alman yazar, Johann Wolfgang von Goethe, 1749 yılında ‘Frankfurt’ta dünyaya gelir. Babası, imparatorluk danışmanı Johann Kaspar Goethe; annesi Frankfurt belediye başkanının kızı Katherina Elisabeth Textor’dur. Babası hukuk öğrenimi görmüş, Roma ve Paris’te bulunmuş, Frankfurt şehir meclisinde danışmanlık yapmıştır. Babası akılcı bir diplomat, annesi ise duygulu ve hayal gücü zengin bir kadındır. Edebiyat zevki ona annesi tarafından aşılanır.
Goethe’nin ilköğrenimi ile babası ilgilenir. Goethe’nin ilköğrenimi, özel öğretmenler eşliğinde gerçekleşir. Babası, özellikle yabancı dil öğrenimine önem verir ve Goethe’ye Latince, Yunanca, İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Yiddiş Dili ve İbranice dersleri aldırır. Goethe ayrıca, müzik ve resim dersleri üzerinde de yoğunlaşır.
Goethe, henüz 10 yaşında, Aesop’u, Ovidius’u, Vergilius’u; coşkunun ve yaşama sevincinin şairi Homeros’u okur. Goethe, böylece antik kültür ile erken yaşta tanışır. Goethe’nin çocukluk yıllarının kültür hazineleri arasında, şark dünyasından “Bin Bir Gece Masallar”; Alman Halk Edebiyatı’ndan ise “Eulen Spiegel”, “Doktor Faustus”u ve “Die Schöne Magelone” gibi efsaneler de yer alır.
Goethe hayatını edebiyat, felsefe, resim, doğa bilimi ve politikaya adar.
Özellikle edebiyat alanında sayısız şiirler, romanlar, dram türünde tiyatro oyunları yazar. Goethe, dünyadaki en tanınmış ve bilge şairlerden biri haline gelir. Alman Dilinin özellikle şiir alanında en yenilikçi ve büyük ismi olarak tarihe geçer. Bu başarıyı zengin yeteneklerini, doğduğu müreffeh koşullar ile birleştirerek elde etmiştir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın