Nietzsche yeni bir kavram olarak soybilimi kurar. Filozof Kant’ta olduğu gibi ya da yaracılardaki gibi bir mekanisyen değil, bir soybilimcidir. Hesiodous’tur filozof. Nietzsche yararcıların pek sevdiği benzeşim ilkesinin ve Kantçı evrensel ilkesinin yerine fark veya mesafe duygusunu koyar (diferansiyel öğe). “Bu mesafe tutkusundan hareketle değerler yaratma, değerleri isimlendirme hakkını bulmuşlardır kendilerinde: Ne işleri var onların yararlılıkla!

—Gilles Deleuze

Merhaba

İzmir’de aylar önce Palto Sahaf’ı ziyaret etmiştim. Sahafın sahibiyle “Yazınsal Kültür” e ait harika bir sohbet gerçekleştirmiştik. Aynı alan çalışmasına sahip kişilerle esnetme, paslaşma keyifli oluyor. Haliyle sizi büyüten yerden büyük bir doygunluk hissederek ayrılıyorsunuz. Sohbet esnasında gökyüzüne uzanan kitapları seyrederken gözüme iki eser ilişmişti. Bunlardan biri Nietzsche ve Felsefe. O günden beri okuma listesinde diğer felsefe kitaplarıyla beraber yerini aldı.

Birkaç aydır tetkikler, kontrol, sosyalleşme derken; masamın üzeri kitap doldu. Şimdi birbiriyle bağ kuran kitapları hızlıca gözden geçirip ilerleme vakti. Öğrenilecek, paylaşılacak çok bilgi var. Okuma hedefine ömrüm yetecek mi bilmiyorum. Çünkü birkaç yaşam lazım, geliştiricilerin tüm eserlerini okumak için. Uzun yıllardır hedefimi gerçekleştirirken kitapların bana kattığı en önemli şey “anlama yetisi”ni geliştirmek oldu.

Hayatınızda bir şeyi başarmak istiyorsanız özdisiplin sahibi olmanız şart. Özdisiplin amaçlarınıza ulaşmanızda yardımcı olacak bir özelliktir. Fakat insanların ortak özelliği olmasına rağmen kaç kişi özdisiplin sahibi? Size ne yapacağınızın söylenmesine gerek olmadan kendinizi kontrol edebilme ve kendiniz için koyduğunuz hedefler doğrultusunda düzenli bir şekilde çalışmayı sürdürmek. Başarabilenlerinize ne mutlu! O zaman sizler için gelsin soru.

  • Kendiniz için belirlediğiniz en son hedef neydi? Gelişiminize ne gibi katkılar sağladı?

Sizler düşünürken, yıllardır beraber yürüdüğüm etiketlere sığmayan düşünür Nietzsche‘yle bu kez Deleuze satırlarında yürüyoruz… Nietzsche’yi filozof Baruch Spinoza ile karşılaştıran Deleuze, Nietzsche’yi 19. yüzyılın en büyük filozoflarından biri olarak görür ve onu “felsefenin hem teorisini hem de pratiğini” değiştirmekle suçlar. Deleuze, Nietzsche’nin güç istenci ve ebedi dönüş gibi kavramlarının genel olarak yanlış anlaşıldığını, birincisinin öncelikle “iktidarı istemek veya aramak” ile ilgili olduğunu ve ikincisinin “diğer tüm düzenlemeler gerçekleştirildikten sonra şeylerin belirli bir düzenlemesinin geri dönüşü” olarak … özdeş veya aynı olanın geri dönüşü”. Deleuze, Böyle Buyurdu Zerdüşt‘te (1883) Nietzsche’nin “ebedi dönüşün aynı dönüşü yapan bir çember olduğunu” iki kez reddettiğini belirtir. Deleuze ayrıca filozoflar Georg Wilhelm, Friedrich Hegel ve Martin Heidegger’in görüşlerini ve diyalektik gibi konuları tartışır.

Soybilim hem kökenin değeri hem de değerlerin kökeni demektir. Soybilim, değerlerin mutlaklık özelliğine karşı çıktığı gibi, onların ararcılık ve görelik özelliklerine de karşı çıkar. Soybilim, değerlerin değerinin kaynaklandığı diferansiyel öğe demektir. O halde soybilim köken veya doğuş olduğu kadar, kökendeki mesafe veya fark da demektir. Soybilim kökendeki soyluluk ve alçaklık, soyluluk ve dekadans demektir. Soylu ve bayağı, yüksek soybilimsel veya eleştirel öğe tam olarak budur. Ama böyle anlaşıldığında, eleştiri aynı zamanda en olumlu olandır. Diferansiyel öğe aynı zamanda bir yaratımın olumlu öğesi olmadığı takdirde değerlerin değerinin eleştirisi olamaz,. İşte bu yüzden Nietzsche’de eleştiri asla bir’ tepki olarak değil, bir etki olarak düşünülmüştür. Nietzsche intikamın, kinin ya da hıncın karşısına eleştirinin etkinliğini koyar. Eleştiri hıncın bir tepkisi değil, etkin bir varoluş biçiminin etkin ifadesidir: intikam bir oluş düşünülemeyeceği ilahi kötücüllük. Bu, filozofun oluş biçimidir, çünkü o, diferansiyel öğeyi eleştirel ve yaratıcı olarak, yani bir çekiç olarak tasarlar. “Alçakça” düdüşünüyorlar der Nietzsche rakipleri hakkında. Nietzsche soybilimin bu kavranışından çok şey umar: bilimlerin ve felsefenin yeni bir düzenlenişi, geleceğin değerlerinin belirlenişi.

Nietzsche görünüşün metafizik ikiliğinin ve bilimsel neden-sonuç ilişkisinin yerine anlam ve fenomen bağlantısını koyar. Her kuvvet, gerçekliğin bir miktarının ele geçirilmesi, tahakküm altına alınması, kullanılmasıdır. Çeşitli biçimleriyle algı bile doğayı ele geçiren kuvvetlerin ifadesidir. Genel olarak bir şeyin tarihi, ona egemen olan kuvvetlerin art arda gelişi, ona egemen olmak için mücadele eden kuvvetlerin birlikte varoluşudur. Aynı nesne, aynı fenomen onları ele geçiren kuvvetlere göre anlam değiştirir. Tarih anlamların varyasyonudur, yani; “Birbirlerinden az veya çok bağımsız, az veya çok şiddetli boyun eğdirme olgularının ar arda gelişidir.” O halde anlam karmaşık bir kavramdır: Her zaman bir anlam çoğulluğu, art arda gelişlerin bir bileşimi, bir yıldızlar kümesi vardır; ama aynı zamanda yorumu bir sanat haline getiren birlikte-varoluşlarda vardır. “Her boyun eğdirme, her ele geçirme yeni bir yoruma tekabül eder.” Nietzsche gürültülü “büyük olaylara” değil, her olayın tek bir fenomen, tek bir sözcük, tek bir düşünce yoktur.

Bir şeyin, o şeye egemen olabilen kuvvetler kadar anlamı vardır.

Dost, der Zerdüşt, her zaman ben ile benlik arasında beni kendimi aşmaya ve yaşamak için aşılmaya zorlayan bir üçüncü kişidir. Bilgeliğin dostu, kendini içinden sağ çıkılamayacak bir maske üzerinden belirler kendini; bilgeliği yeni, tuhaf, tehlikeli ve gerçekte pek de bilge olmayan amaçların hizmetine sokan biridir. Bilgeliğin kendini aşmasını ve aşılmasını ister.

Üzerinde egemenlik kurulmamış hiçbir nesne (fenomen) yoktur, çünkü nesnenin kendisi bir görünüş değil, bir kuvvetin ortaya çıkışıdır. O halde her kuvvet bir diğeriyle özsel olarak bir ilişki içindedir. Bir kuvvet egemenliktir, ama aynı zamanda üzerinde egemenlik kurulan nesnedir de.

Nietzsche kuvvet kavramını, başka bir kuvvetle istenç olarak adlandırılır. İstenç (güç istenci) kuvvetin diferansiyel öğesidir. Buradan da istenç felsefesinin yeni bir kavranışı doğar, çünkü istenç gizemli bir şekilde kaslar ya da sinirler üzerinde ya da genel olarak madde üzerinde değil, mutlaka başka bir istenç üzerinde etkide bulunur. Esas sorun istencin istençsiz olanla ilişkisinde değil, yöneten bir istencin itaat eden, az ya da çok itaat eden bir istençle ilişkisindedir.

“İstenç elbette yalnızca başka bir istenç üzerinde etkide bulunur, bir madde (örneğin sinirler) üzerinde değil. Bir etkinin gözlemlendiği her yerde bir istencin diğer bir istenç üzerinde etkide bulunduğu fikrine ulaşmak gerekir.”

İstenç karmaşık bir şeydir, çünkü isteyen olarak itaat edilmek ister, ama yalnızca bir istenç onu yöneten itaat edebilir. Böylelikle çoğulculuk dolaysız onayını ve seçenekler alanını istenç felsefesinde bulur. Ve Nietzsche’nin Schopenhauer’la arasındaki kopuş noktası belirginleşir: Söz konusu olan tam olarak istencin bir mi, yoksa çok mu olduğunu bilmektir. Geriye kalan her şey buradan doğar; Schopenhauer’ın istenci reddetmeye yönelmesinin öncelikli sebebi, istemenin birliğine inanmasıdır. Çünkü Schopenhauer’a göre istenç özünde birdir, cellat kurbanıyla bir olduğunu anlar: İstenci kendini reddetmeye, acıma, ya da çilecilik içinde kendini ortadan kaldırmaya götüren, bütün tezahürleriyle istencin özdeşlik bilincidir. Nietzsche kendisine bütünüyle Schopenhauercı aldatmacada olarak görünen şeyi keşfeder; istenç ona bütünlük ve özdeşlik atfedildiğinde zorunlu olarak reddedilecektir.

Nietzsche ruhu, benliği ve egoizmi, atomculuğun son sığınakları olarak reddeder. Ruhsal atomculuk fiziksel olandan daha geçerli değildir;

Her istemede birçok ruhtan oluşan karmaşık toplu bir yapı içinde yönetme ve itaat etme söz konusudur.

Bir şeyin anlamı o şey ile ona egemen olan kuvvet arasındaki ilişki; bir şeyin değeri ise karmaşık bir olgu olarak o şeyde ifade bulan kuvvetlerin hiyerarşisidir.

Nietzsche kuvvetin nesnesinin başka bir kuvvet olduğunu söyler. Ama kuvvet, tam da başka kuvvetlerle ilişkiye girer. Yaşamın mücadele ettiği, yaşamın bir başka türüdür. Kimi zaman diyalektik yanları olsa da, çoğulculuk aslında diyalektiğin en zamansız düşmanı, tek derin düşmanıdır. Nietzsche felsefenin diyalektik karşıtı özelliğini bu yüzden ciddiye almalıyız.

Nietzsche’de bir kuvvetin bir diğeriyle temel ilişkisi hiçbir zaman özünde olumsuz bir öğe olarak kavranmamıştır. Ötekiyle ilişkisi içerisinde, kendisine itaat ettiren kuvvet ötekini ya da kendisi olmayanı yadsımaz, kendi farkına olumlar ve bu farklılıktan haz duyar. Olumsuz kuvvetin etkinliğini aldığı şey olarak özde bulunmaz: tersine bu etkinlikten, olumlu etkin bir kuvvetin varoluşundan ve farkını olumlamasından doğar.

Nietzsche, olumsuzlamanın, karşıtlığın ve çelişkinin spekülatif öğesinin yerine, farkın pratik öğesini koyar: olumlamanın ve hazzın öğesi. İşte bu anlamda Nietzscheci bir ampirizm vardır. Nietzsche’de sıklıkla sorulan “bir istenç ne ister, şunun veya bunun istediği arayışı olarak anlaşılmamalıdır. Bir istencin istediği, farkını olumlamaktır. Ötekiyle temel ilişkisi içinde istenç, farkını bir olumlama nesnesi haline getirir. “Kendini farklı duyumsama hazzı”, farkın hazzı: İşte ampirizmin diyalektiğin ağır kavramlarının ve özellikle diyalektikçilerdeki olumsuzun çalışması kavramının yerine koyduğu saldırgan ve hafif, yeni kavramsal öğe.

Trajik dünya görüşünü, diyalektik ve Hristiyan dünya görüşlerine karşıt olarak düşünür Nietzsche. Veya daha ziyade, doğru sayılırsa, trajedi üç biçimde ölür: İlk kez Sokrates diyalektiği yüzünden ölür bu onun “Euripidesçi” ölümüdür. İkinci bir kez Hristiyanlıkla ölür. Üçünce kez ise modern diyalektiğin ve Wagner’in şahsının ortak darbeleriyle ölür.

Trajik olanı ben keşfettim.” Yunanlar bile tanımamışlardı onu…

Eğer Tragedyanın Doğuşu’nu ele alırsak, burada Nietzsche’nin diyalektikçi olmaktan çok Schopenhauer’ın yandaşı olduğunu görüyoruz. Schopenhauer’ın kendisinin de diyalektiğe pek olumlu bakmadığı hatırlanacaktır.

  1. Tragedyanın Doğuşu’ndaki çelişki, ilkel birliğin ve bireyleşmesinin, istemenin ve görünümün yaşamın ve acının çelişkisidir. Yaşamın haklılaştırılmaya, yani acıdan ve çelişkiden kurtarılmaya ihtiyacı vardır. Tragedyanın Doğuşu Hristiyan diyalektiğinin şu kategorilerinin gölgesinde gelişir: haklılaştırma, kurtarma, uzlaşma.
  2. Çelişki kendisini Dionysos-Apollon karşıtlığında yansıtır. Apollon bireyleşme ilkesini yüceltir; görünümün görünümünü, güzel görünümü, düşü ya da plastik imgeyi inşa eder ve böylece acıdan kurtulur; “Apollon bireyin acısını görünümün sonsuzluğuyla yenilgiye uğratır”, acıyı siler. Bunun tersine Dionysos ilkel birliğe döner, bireyi parçalar, onu büyük fırtınanın içine sürükler ve kökendeki varlığın içinde eritir; Böylece çelişkiyi bireyleşmenin acısı olarak yeniden üretir; fakat bizi evrensel istemeye ve biricik varlığın bolluğuna dahil ederek onları daha yüksek bir hazda çözer. Öyleyse Dionysos ve Apollon, bir çelişkinin öğeleri gibi değil, onu çözümlemenin iki karşıt biçimi olarak zıtlaşırlar: Apollon dolaylı olarak plastik imgenin seyrinde, Dionysos ise dolaysız olarak istencin müzikal sembolünde ve üretiminde. Dionysos, Apollon’un üzerine güzel görünümü işlediği zemin gibidir, ama Apollon’un altında homurdanan Dionysos’tur. Öyleyse antitezin kendisinin çözümlenmeye, “birliğe dönüştürülmeye” ihtiyacı vardır.
  3. Trajedi, Dionysos’un egemen olduğu bu uzlaşma, hayran olunacak bu geçici işbirliğidir. Çünkü trajedide, Dionysos trajik olanın temelidir. Tek trajik kişilik Dionysos’tur: “Acı çeken ve yüceltilen tanrı”: tek trajik özne olan Dionysos’un acıları, bireyleşme acıları kökensel varlığın hazzında ortadan kalkarlar. Tek trajik izleyici korodur, çünkü koro Dionysosçudur ve Dionysos’u efendisi olarak görür. Ama öte yandan Apolloncu katkıda şuna dayanır: Trajedide trajik olanı dram halinde geliştiren, trajik olanı dramda ifade eden Apollon’dur.

Birey, kişiden üstün, kişisiz bir varlığa dönüşmelidir. İşte trajedinin hedefi budur.

Zerdüşt şöyle bağırır: “Bütün uzlaşmalardan daha yüksek bir şey” – olumlama. Geliştirilen, çözülen, tasfiye edilen bütün çelişkilerden daha yüksek bir şey- değerlerin aşımı.

Bir kez atılan zarlar rastlantının olumlanmasıdır, düşerken oluşturdukları kombinasyon ise zorunluluğun olumlanmasıdır. Zorunluluk rastlantıdan olumlanır, tam olarak varlığın oluşta, bir’in de çok’ta olumlanması gibi.

Rastlantıyı olumlamayı bilmek, oynamayı bilmektir. Fakat oynamayı bilmiyoruz biz:

Sıçrayışı boşa gitmiş bir kaplan gibi çekingen, mahcup, beceriksiz-ey üstün insanlar- sizi ben çok kez böyle gördüm sıvışırken bir kenara. Tutmadı attığınız zar. Ne çıkar halbuki bundan, ey zar atanlar! Oynamayı alay etmeyi, şöyle gereğince oynamayı ve alay etmeyi öğrenemediniz sizler!

Ebedi dönüş ikinci zamandır, zar atımının sonucudur, zorunluluğun olumlanmasıdır, rastlantının bütün parçalarını bir araya getiren sayıdır, aynı zamanda birinci zamanın geri gelişidir, zar atımının tekrarıdır, rastlantının yeniden üretimi ve yeniden olumlanmasıdır.

Oyunun formülü şudur; İçimizde taşıdığımız kaosla dans eden bir yıldız doğurmak…

Bugün şans eseri Zerdüşt’ün anlamının ne olduğunu öğrendim; altın yıldız. Bu rastlantı beni çok mutlu etti.

Nietzsche’de bilinç her zaman kendisinden üstün olana boyun eğen veya ona “katılan” astın bilincidir. Bilinç hiçbir zaman kendiliğin bilinci değildir, bir benliğin, bilinçli olmayan kendilikle olan bağlantısının bilincidir.

Nietzsche’nin güç istencinden ne kastettiğini açıklamak için yazdığı en önemli metinlerden biri şudur:

Fizikçilerimizin, sayesinde Tanrı’yı ve evreni yarattıkları şu muzaffer kuvvet kavramının tamamlanmaya ihtiyacı vardır: Ona benim güç istenci’ dediğim içsel bir istenç atfetmek gerekir.

O halde güç istenci kuvvete çok özel bir biçimde atfedilmiştir: O hem kuvvetin tamamlayıcısı hem de içsel bir şeydir. Ancak ona bir yüklem gibi atfedilmemiştir. Aslında, “kim?” sorusunu sorduğumuzda isteyenin kuvvet olduğunu söyleyemeyiz. Yalnızca güç istenci isteyendir; başka bir özneye, hatta kuvvete bile devredilemez ya da aktarılamaz. Peki o halde güç istenci nasıl “atfedilebilir?” Bir kuvvetin diğer kuvvetlerle özsel bir ilişki içinde olduğunu hatırlayalım. Kuvvetin özünün, diğer kuvvetlerle arasındaki niceliksel fark olduğunu ve bu farkın da kuvvetin niteliği olarak ifade edildiğini hatırlayalım. Bu anlamda nicelik farkı, ilişkideki kuvvetlerin diferansiyel öğesine zorunlu olarak gönderme yapar — bu öğe aynı zamanda söz konusu kuvvetlerin niteliklerinin oluşumsal öğesidir. Güç istenci, kuvvetin, hem diferansiyel hem de oluşumsal olan soybilimsel öğesidir. Güç istenci, hem ilişkideki kuvvetlerin niceliksel farkının, hem de bu ilişkide her bir kuvvetin payına düşen niteliğin doğduğu öğedir.

Nietzsche ve Felsefe, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Modern felsefe, hem onun canlılığını ve diriliğini gösteren, hem de düşünce için tehlikeler taşıyan amalgamlar içerir. Ontoloji ve antropolojinin, ateizm ile teolojinin tuhaf karışımı. Değişen oranlarda biraz Hristiyan spiritüalizmi, biraz Hegel diyalektiği, biraz modern skolastik olarak fenomenoloji, biraz da Nietzscheci şimşekler garip bileşimler oluştururlar. Marx ile Sokrates öncesi filozoflarla, Hegel ile Nietzsche’yi metafiziğin aşılmasını, hatta felsefenin ölümünü kutlayan bir çemberde el ele tutuşmuş olarak görürüz. Nietzsche’nin metafiziğin “aşılmasını” açıkça önerdiği doğrudur. Ama Jarry de, “patafizik” dediği şeyle, etimolojiye gönderme yaparak aynı öneriyi getiriyordu. Biz bu kitapta tehlikeli ittifaklar bozularak, Nietzsche’nin kartlarını ait olmadığı bir oyundan çektiği tahayyül ediliyor. Nietzsche, zamanının filozofları ve felsefesi hakkında şöyle diyordu: şimdiye dek inanılmış her şeyin resmi. Belki de, bugünkü felsefe için de aynı şeyi söylerdi: Nietzschecilik, Hegelcilik ve Husserlcilik bu alacalı bulacalı yeni düşüncenin parçalarıdır.

Nietzsche ile Hegel arasında herhangi bir uzlaşma mümkün değildir. Nietzsche‘nin felsefesinin kavgacı yanı çok önemlidir: Mutlak bir antidiyalektik oluşturur ve kendisine, diyalektikte son bir sığınak bulan aldatmacaları ifşa etme görevini verir. Bu, Kantçılıkla karamsarlığın ağına düşmüş Schopenhauer’ın düşlediği ama gerçekleştiremediği, Nietzsche‘nin ise Schopenhauer‘dan kopmak pahasına gerçekleştirdiği şeydir. Düşüncenin yeni bir imgesini yaratmak, düşünceyi onu ezen ağırlıklardan kurtarmak. Diyalektiği, üç ana fikir belirler: karşıtlık ve çelişkide kendini gösteren kuramsal ilke olarak olumsuzun yetkinliği fikri; ayrılma ve parçalanmada ortaya çıkan pratik ilke olarak, “mutsuz tutkular”a değer verilmesi, acının ve mutsuzluğun değeri fikri; olumsuzlamanın kendisinin kuramsal ve pratik ürünü olarak olumluluk fikri. Nietzsche’nin bütün felsefesinin, kavgacı yönüyle bu üç fikre karşı çıkmak olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Nietzsche Felsefesinin Anlamı

Çok, oluş, rastlantı saf olumlamanın nesnesi olmalıdır. Çok’un olumlamasının spekülatif önerme olması gibi, çeşitlinin neşesi de pratik önermedir. Oyuncu, ancak yeterince olumlamadığı, rastlantıya olumsuzu, oluşa ve çok’a karşıtlığı kattığı için kaybeder. Gerçek zar atımı zorunlu olarak kazanan sayıyı verir; bu da zar atımını yeniden üretir. Rastlantı ve rastlantının zorunluluğu; oluş ve oluşun varlığı; çok ve çok’un bir’liği olumlanır. Olumlama ikiye bölünür, sonra yine yinelenir ve en yüksek gücüne ulaşır. Fark kendini yansıtır, kendini tekrar eder veya yeniden üretir. Ebedi dönüş, ilkesini İstenç’te bulan olumlamanın sentezidir, bu en yüksek güçtür. Olumsuzun ağırlığına karşı olumlayanın hafifliği; diyalektiğin çalışmasına karşı güç istencinin oyunları; ünlü olumsuzlamanın olumsuzlanmasına karşı, olumlamanın olumlanması.

Olumsuzlamanın ilkin güç istencinin bir niteliği olarak belirdiği doğrudur. Fakat tepkinin kuvvetin bir niteliği olduğu anlamda. Daha derin bir biçimde, olumsuzlama güç istencinin yalnızca bir yüzüdür; bilginin kendisinin tepkisel kuvvetlerin ifadesi olduğu ölçüde, bilebildiğimiz yüzüdür. İnsan yalnızca   dünyanın üzücü tarafından oturur; dünyaya dair yalnızca kendisini kateden ve oluşturan tepkisel-oluşu anlar. Bu yüzden insanın tarihi aynı zamanda nihilizmin, olumsuzlamanın ve tepkinin tarihidir. Ama nihilizmin uzun tarihinin bir sonu vardır: olumsuzlamanın tepkisel kuvvetlere karşı döndüğü son nokta. Bu nokta, dönüşümü ya da değerlerin aşımını tanımlar; olumsuzlama kendi gücünü kaybeder, etkin hale gelir; artık yalnızca olumlama güçlerinin varoluş biçimidir. Olumsuz nitelik değiştirir ve olumlamanın hizmetine geçer; artık yalnızca saldırgan bir hazırlık ve bunun sonucu olarak geçerlidir. Olumlunun olumsuzluğu olarak olumsuzluk, Nietzsche’nin anti-diyalektik keşiflerinden biridir. Dönüşümün ebedi dönüşe koşul olarak hizmet ettiğini, ama aynı zamanda daha derin bir ilke açısından ona bağlı olduğunu söylemek aynı şeydir. Çünkü ebedi dönüş ancak olumlanmış olanı geri getirir: Hem olumsuzu ters çeviren, hem de olumlamayı üreten odur. Birinin öteki için olması, birinin ötekinin içinde olması, ebedi dönüşün varlık, varlığın da seçim olduğu anlamına gelir. Olumlama güç istencinin yegâne niteliğidir; etkinlik kuvvetin yegâne niteliğidir; etkin-oluş da gücün ve istemenin yaratıcı özdeşliğidir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin