Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde…”

Hacı Bektaş Veli

Merhaba

Anlı şanlı Şehr-i İstanbul’un, adı sanı anılmayan uzak bir köşesine sıkışıp kalmış, mahalle seviyesine erişebilmek için fırınlarca ekmek yemesi gereken, kendi yağında kavrulmaya şartlanmışken verdiği cansiperane çabası sonucu tescillenmiş bir sokak adına kavuşmuş yepyeni bir adres:

Issız Kadınlar Sokağı!

Bir kenara not edin. Toplum içinde hak ettiği yere ulaşamamış kadınların sessiz çığlıklarını mutlaka duyacaksınız…

Yanı sıra, küçük bir tavsiyem olacak sizlere: Bu sokağı yakın ya da uzak çevrenizde aramaya kalkmayın. Benzerleri dört bir yanımızda zaten…

Sesimizi duyan var mı?

Ya son nefesini verirken, “Ölmek istemiyorum!” diye haykıran, geride ömür boyu ana kokusunun hasretini çekecek ve yaşadığı dehşeti asla unutamayacak bir evlat bırakan Emine’nin çığlığını…

Annesiyle beraber ruhunu da mezara gömen o çocuğun, “Ne olur ölme anne!” derken yaşadığı çaresizliğini yüreğinde hissetmeyeniniz oldu mu?

Suçluyuz hepimiz!

Alıştırıldık, tepkisizleştirildik, kanıksadık; korkutulduk, sindirildik…

Kabul etmeliyiz ki aşktan meşkten çoktan vazgeçti Türk kadını. Dövmeyecek, sövmeyecek, ayrılmak istedi diye hunharca öldürmeyecek, uygar bir eş arıyor yalnızca.

Af Örgütü’nün raporuna göre Türk kadını dövülüyor, aşağılanıyor, tecavüze uğruyor. Ailenin seçtiği eş adayını reddeden kadın dayak yiyor, hatta öldürülüyor. Töre cinayetlerine intihar süsü veriliyor ve aileler bunu gizliyor.

“O eve beyaz gelinlikle girdin, beyaz kefenle çıkarsın!” diyorlar.

“Kocandır; sever de, döver de.”

“Yaşarsan kocanın, ölürsen toprağın.”

Aile; ana, baba, kardeşler hepsi aynı kafada.

Kadının öldürülmesi için bir neden olması da gerekmiyor zaten. “Kaşının üstünde gözün var” ya da “Sen misin bana sesini yükselten, sen misin bana karşı çıkmaya kalkışan, sen misin bana boyun eğmeyen” diyen, insanlıktan nasibini alamamış erkek, acımasızca öldürüyor kadını.

Ölmese de pestil gibi dövülen kadın mecburen hastaneye götürüldüğünde, “Merdivenlerden yuvarlandı, düştü, kapıya çarptı…” diyorlar. Yalanın dolanın bini bir para.

Kadına şiddet ve kadın cinayetleri öylesine yoğun yaşanıyor ki, birinin etkisinden kurtulamadan, diğeriyle dağlanıyor yüreğimiz.

İşte bir başka olay ve gene yüreği yanmış bir kız çocuğu… Gözlerinin önünde öldürülmüş annesi. “Annemsiz uyuyamam ki ben!” diye feryat ediyor. “Ne olur doktorlara biraz daha para verin de, annemi yaşatsınlar.” Çocuk aklı işte!

Evet, Emine Bulut’un, kanlar içindeki boğazını tutup, “Ölmek istemiyorum!” diye haykırması ve o küçücük kızın yaşadığı travma, asla zihinlerden silinmeyecek.

“İnternette yayınlanan son dakika görüntülerini izlemeyin! Dayanılacak gibi değil” diyorlar.

Ya yaşanan her şeye tanık olan o yavrucak? Onun zihninden de silebilecek misiniz o feci kareleri?

Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, “Ne olur ölme anne!” diyen feryadı yankılanmayacak mı kulaklarınızda?

“Sözün bittiği yer” dedikleri, burası olmalı. Kelimenin tam anlamıyla, içimiz dağlandı Emine kardeş! Özge Kardeş! Münevver Kardeş! Narin kardeş! Sıla kardeş! Ve nicesi…

Şiddet mağduru kadınlara sığınma evi yapacaklarına şiddet uygulayanlara özel, hayvan barınağı yapsınlar!

Kadın, kadın olmaktan öte, insandır! İnsan, insana şiddet uygulamaz!!!

Türk kültüründe kadın hep el üstünde tutulmuştur. Cengiz Han’ın eşi için söylediği sözler, çerçevelenip duvarlara asılacak kadar anlamlıdır:

Ben sizin Hanınızım. Yanımda gördüğünüz bu kadın da benim Han’ımdır!

Evet, “hanım” kelimesi bu sözlerle yerleşmiştir. Ve kadın, evlerimizin hanımı, gönlümüzün sultanıdır.

“Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler!” diyor Nazım Hikmet.

“Kurşunlanarak ya da boğularak öldürülen mi, yoksa başı gövdesinden ayrılan mı daha çok acı çeker?”

Hiçbirimiz ölümü yaşamadık ki, ölürken kim daha çok acı çekmiş, bilelim… Kadın ya da erkek fark etmez, birilerinin yaşam sevincini yıkmak, insana yönelik en ağır şiddet biçimidir!

Mecnun! Sen, Cemal Süreya’nın dizelerini Leyla’nın kulağına fısıldarken, oradaydım ben de.

Umutlandırdınız, yüreklendirdiniz beni. Yozlaşmış ilişkilerin dolu dizgin yaşandığı günümüzde, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’una özdeş, yeni Leyla ve Mecnunlar olabileceğine inandırdınız.

Yücelttiniz, eski saltanatını yitirmeye yüz tutmuş bu gariban AŞK’ı!

Aşk aranızdayken, yüreklerinizden birbirinize akan sevgiyle yaprak gibi titreyen, yumuşacık parmaklarınız… Nasıl oldu da kaskatı kesilip birer canavara dönüşüverdiler? Leyla’nı Leylamızı, boğarak öldürmüşsün Mecnun! “Karıma aşıktım. Onu çok seviyordum!” diye de temize çıkarmaya çalışmışsın kendini.

Gerçekleştirildiğin eyleme adımı karıştıramazsın Mecnun! Benim adım AŞK! Artık, Aşksız sevgisiz kupkuru bir yaşam sizleri bekliyor…

İşim olmaz cinayetle. Aynı cümlede geçemez adlarımız. Benim bulunduğum yerde o barınamaz, onun bulunduğu yerde ben barınamam.

“Aşk cinayeti” demişsin utanmadan. Duruşma günü orada olacağım. Sesimi yükseltip savunacağım kendimi. Tabii duyan olursa…

Cinayet mahalinde değildim hakim bey. Aşk ve cinayet, aynı ortamda bulunabilir mi hiç? Rica ediyorum sizden, adımı kullanmasınlar lütfen. Dediğim gibi, orada değildim. Çünkü, çok daha önce öldürmüşlerdi beni…

Issız Kadınlar Sokağı, biricik kahvehanesinde, çay bahçesinde oturan müşterilerin hepsi kadın. Kadınlardan biri kahve içerken şöyle söylüyordu:

İçimizde iki kurt var. Ve onların arasında da korkunç bir savaş. Kurtlardan biri korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibri, aşağılık duygusunu, yalanı, üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor. Diğeri ise sevgiyi, huzuru, umudu, zevki, paylaşmayı, cömertliği, alçakgönüllülüğü , nezaketi, yardımseverliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı.

  • Sizce hangi kurt kazanacak?

Hangisini ellerimizle besliyorsak, bizim içinde o kazanacak. İnanıyorum ki, ne sen ne de ben… Bir kez daha benzer kabusları yaşamayacağız. Yeter ki kendi değerimizi bilelim. Ve en önemlisi, şartlar ne olursa olsun, gülümsemekten vazgeçmeyelim…

Issız Kadınlar Sokağı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Taciz, tecavüz, şiddet mağduru 20 kadının hikayesi…

Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunudur. Kendisi değişik edebiyat türlerindeki yarışmalarda birçok derece ve ödül aldı. Yeni Asır (İzmir) Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Milliyet Pazar’da, güncel olayları esprili bir dille yorumlayan yazıları yayımlandı. Mimoza dergisinde Çuvaldız, Kazete adlı kadın gazetesinde “Kazete-Mazete” adlı köşelerde yazılar yazdı. Yazarın öykü, roman ve çocuk edebiyatı çerçevesinde çok sayıda kitabı ve senaryo çalışmalaırı vardır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin