“İnsan doğduk, olabileceğimiz en iyi insan olmayı istemek ve bu yolda emek vermek gerek…”

—Doğan Cüceloğlu

Merhaba,

Gergin, stresli, mutsuz günlerim çok oldu… İlişkilerim de kendimi suçlu hissettiğim, değersiz gördüğüm dönemler yaşadım. Şimdi hayatım anlamlı, coşkulu ve şükür duygusuyla dopdolu… Neden? İçinde yaşadığım koşulların iyileşmesinden mi? Geliştirdiğim farkındalıkların sonucu mu?

Bazı şeylerin daha önemli olduğunu anlamaya başladım. Etrafımda nasihat edenler vardı, ama asıl ihtiyacım gönlümden geçen; yaşamın önemli boyutlarına ilişkin sorular soran bir mentorla sohbet eksikliğiydi. Koçluk eğitimi almamın sebeplerinden biri de bu olmalı! Ne hayatımı şimdi ve burada yaşadığımın farkındaydım ne de şimdi ve buranın anlamlı olabilmesi için büyük resmimi, gönlümün muradını keşfetmem gerektiğinin…

Kendini Keşfetmeye Zorluklarla Başa Çıkmaya Var Mısın? adlı eserinin “Önsöz”ünde yalnız olmadığımı hissettiren, Doğan Cüceloğlu; seksen yılı aşkın ömrünün bir birikimi olarak, herkesin merak ettiği “hayati” sorulara en samimi cevaplarını sunmaktadır. Deniz Bayramoğlu ile sohbetlerinden oluşan bu kitapta nelerden bahsediliyor? Birey olmak, ekip olmak, sorumluluk almak ve yaşamın anlamını inşa etmek üzerine konuşmalar yer alıyor.

Sizlerin de hedefi olabileceğiniz en iyi insan olmayı istemekse; Doğan Cüceloğlu’yla ömürlük bir maceraya çıkıyoruz…

Doğan Hoca, içinde yaşadığımız toplumun insani gelişim yapısını analiz ederek başlıyor işe. Kitapta sık sık karşılaşacağımız iki terimden bahsetmek gerekiyor. Bunlardan biri “gelişim odaklı değerler kültürü” (iç tanıklığa önem veren), diğeri ise “denetim odaklı korku kültürü” (dış tanıklığa önem veren). Biz de dahil tüm toplumların bu iki kültür tanımı arasında bir yerde durduğunu düşünüyor Doğan Hoca ve insan tanımını da böyle bir zemin üzerine tasarlıyor.

İnsanın beş boyutu da yine kitabın temel kavramlarından biri. Doğan Hoca bu boyutları biyolojik, psikolojik, bilişsel, toplumsal ve manevi ( aşkınlık-transandantal) boyutlar olarak tanımlıyor ve hem bireysel hem de toplumsal olarak sağlıklı ve “bütün” bir insanın tüm bu boyutları dikkate alan bir yapı ile mümkün olacağını söylüyor.

Peki, beş boyutu da tatmin edecek, gelişim odaklı değerler kültürü temelinde yükselen bir yapıyı nasıl inşa edebiliriz?

Bunun yanıtı da ilişkinin altı boyutunda gizli…

“Seni önemsiyorum. Seni olduğun gibi kabul ediyorum. Sana tekliğin içinde değer veriyorum, eşin benzerin yok ve ben bunun farkındayım. Sen muhteşem bir potansiyelsin, istediğin şeyi öğrenip yapabilecek gücünün olduğunun farkındayım. Sana emek ve zaman vermek istiyorum, çünkü sen sevilip geliştirilmeye layıksın. Sen bir bireysin, buna saygı duyuyorum ama biz aileyiz, aynı ekipteyiz ve senin de bu ekipte sorumlulukların var.” —Doğan Cüceloğlu

Doğan Hoca’ya göre iki insan arasında sağlam ve sağlıklı bir ilişki kurmanın en temel ilkeleri bunlar. İş arkadaşından asansörde karşılaştığınız kişiye, evladınızdan eşinize ve anne babanıza kadar tüm insan ilişkileri için geçerli bu ilkeler.

Hayatın Anlamı Nedir?

Bir insanın gelişmişliğini ve olgunluğunu şimdi ve burada, etki alanı içerisindeki eylemleri yapma hususunda ne kadar bilinçli ve istikrarlı bir şekilde sorumluluk duyduğu gösterir. Bir ekibin üyesi olduğunun farkına varan, bunun sorumluluğunu alabilen ve o ekip içinde sorun değil, çözüm üreten biri, şimdi ve burada, etki alanı içerisinde yapabileceğinin en iyisini yapma gayreti ve sorumluluk bilinci içerisinde hayatını sürdürür. Hem kendisinin hem de ekibin geleceğini inşa etme sorumluluğuyla hareket eder. Bu ülkemiz için de çok önemli, üzerinde ısrarla durulması gereken bir mesele.

İnsan mutlaka hayata, yaşadıklarına bir anlam yüklemek zorunda; yani insanın bir anlam arayışı var. Dahası şu veya bu şekilde kendisi için, kendisiyle tutarlı, onun gözünden/onun dinamikleri içerisinden baktığında otantik bir anlam bu. Dışarıdan baktığın zaman tenkit eder, eleştirirsin belki ama ancak onun gözünden bakabildiğinde, kendini gerçek anlamda onun yerine koyabildiğinde hakikati anlayabilirsin. Elbette bu arayışa hatalar, pişmanlıklar da dahil…

“Ne kadar önemli olduğumu, esas meselenin benim özümle kendim arasında kurduğum ilişkide yattığını keşfetmek isterdim. Biliyor musunuz, kendimi sürekli ihmal etmişim. Elbette bunun nedeni var. Kendimi bulmamı umursayan bir ortamda büyümedim. Hep bir “sosyal kimlik” olarak yetiştirildim, eğitildim ve bu şekilde dünyaya bırakıldım. Yolculuğun esas anlamını kendi içimdeki o “öz”ün, yani kendimin verdiğini keşfetmem uzun zaman aldı. Bu sebeple uzun süre boyunca kendimden öksüz kaldım; bunun farkına vardığım zaman da içim cız etti. “Keşke yapmasaydım” dediğim şeyleri yaptığımı gördüm. Eminim ki şu anda da bu durumda olan ve belki de bu satırları okuyan çok sayıda genç var; bunu mümkün olduğunca erken bir zamanda başarabilmelerini, engelleri yıkıp olabildiğince çabuk kendileriyle tanışabilmelerini dilerim. Çünkü insan kendi özünü ne kadar erken fark ederse, kendisiyle ne kadar erken ilişki kurarsa o kadar yaşıyor demektir. Yaşadıklarımdan öğrendiğim şeyler her gün, her dakika çoğalıyor. Ancak bunun için işte bu hikayede olduğu gibi “gözlemleyen bilincimi” her zaman açık tutmalıyım.” —Doğan Cüceloğlu

Gözlemleyen “içimizdeki his” hep var ve bize her adımımızda bir şeyler söylüyor. İşte bu farkında oluş hissi yavaş yavaş bir gelişim içerisine giriyor ve sağlıklı gelişim ortamlarında gözlemleyen his “gözlemleyen bilince” dönüşüyor.

Çocukken içinde yetiştirdiğimiz ortamın etkisi bütün hayatımız boyunca sürer. Kişinin içinde yetiştiği ortamda bu doğuştan gelen, nüveye, hisse önem veriliyorsa o da önem vermeye saygı duymaya başlar ve bu hissi geliştirip bir bilince, farkındalığa dönüştürür. Çocuğun içinden getirdiği bu öze kıymet verilmediği zaman o da kendine kıymet vermemeyi, kendini önemsememeyi öğrenir.

Aşkınlık, yani inanç ve değerler konusunda da doğuştan getirdiğimiz kodlamalar olduğuna inanıyorum. Bebeklikten beri içimizde var olan bu his, bu gözlemleyen bilinç esas aşkınlık düzeyinde; yani insan değerlerinin ve inançlarının farkına vardığında, onları gerçekten idrak ettiğinde ortaya çıkıyor. Başarması en zor husus da budur.

Evet, bu insanın olgunlaşması anlamına gelir. Gözlemleyen bilincin gelişip ortaya çıkmasını sağlamak için kişinin değerlerinin ve inançlarının farkına varması gerekir. Aşkınlık düzeyinde gözlemleyen bilincin, sana yön veren inançlarının ve değerlerinin farkına varmaya başladığın zaman hayat da berraklaşmaya başlar. “Kul hakkı”na saygılı olmayı geliştiren ve yaşayan bir değer haline dönüştüren insana güvenilir.

Denetim odaklı korku kültürü yerine “dış tanıklığa önem veren”, gelişim odaklı değerler kültürü yerine de “iç tanıklığa önem veren” kültürde diyebiliriz. Neden böyle? Çünkü korktuğun birinin gözüyle kendi düşünce, duygu ve davranışlarına anlam veriyorsun. Dış tanıklığa önem veren kültür korku temelli… Şayet kontrol eden, korkulacak kimse yoksa kişi istediğini yapabileceğini düşünür. Kimse görmüyor ki!

İç tanıklığa önem veren kültüre ise bir işi yaparken kişi önce kendi özüne, vicdanına hesap verir. En önemli denetim içindeki vicdanıdır. İki tür kültür arasındaki temel ayrım budur.

Dış tanıklığa önem veren korku kültüründe, iyi baba, iyi bir eş, iyi bir vatandaş olmak için kriterler hep dışarıda mevcuttur. Ve böylelikle kişinin gözlemleyen bilinci, “Baba ne der, anne ne der, komutan ne der, hiyerarşi ne der?” gibi soruların yanıtına bakar. Bunun sosyal medyadaki karşılığı “Kaç kişi seni takip ediyor, kaç kişi like ediyor, kaç kişi etmiyor?”olur.

İç tanıklığa önem veren kültürde bireyler. “Ben varım!” duygusu içerisinde sorar; “Ben ne düşünüyor, ne hissediyorum?” Akabinde ona göre “yanlış” ve “doğru”ya karar verir. İşte o zaman gözlemleyen bilinç içe döner ve vicdana, değerlere odaklanarak değerlendirmeye başlar.

Amerikalı yazar Don Juan şöyle der:

“Dört tür insan vardır. İlki “sıradan” insanlar. Nasıl tanırsın sıradan insanı? Dış koşullar, olaylar ve nesnelere göre ya küfreden ya da şükreden. Her toplumda insanların büyük bir çoğunluğu böyledir; doğar büyür; yaşar, küfür ve şükürle yaşayıp ölü gider. Sonra “avcılar” gelir. Avcı, kendi hayatının anlamının avcısıdır. “Şu adamla sohbet edilir, onu takip edeyim: şu adamın kitabını takip edeyim, benim arkadaşlarımın şöyle olması gerekir. Ve “savaşçılar”. Gönlünün muradını keşfettikten sonra az sayıda avcı, savaşçı olur. Savaşçı, gözlemleyen bilinciyle, Casteneda “gözlemleyen bilinç” diye bir ifade kullanmıyor, aslında birden fazla niyet arasında en saf olanı bulmanın, gönlünün muradını yaşamanın peşinde koşan insandır. Hayatın şimdi ve burada yaşandığını bilir, tek gerçek budur ve şimdi burada hayatta kalmak, var olmanın hakkını vererek yaşamak için kararlar alır. Her şeye “biz” bilinci içinde saygı gösterip yolculuğuna devam eder. Dördüncü tür “arif” insan dediğimiz bilge kişidir. Savaşçı gerçekten bir savaşçı olarak yaşamayı becerir ve sürdürürse zaman içinde bilge kişi olur. Bilge neyi, nasıl bildiğini doğrudan idrak eder. Kutup yıldızı gibidir, yön belirlemede referans noktasıdır.” —Don Juan

Hayat bir keşif yolculuğudur. Neyi keşfedeceksin? Özünü, kendini. Peki ilişkilerinin içinde bunları nasıl yöneteceksin? Büyük resmin içinde nerede yer alacaksın? Hayatını nasıl anlamlı, coşkulu ve güvenli kılacaksın?

Duygularımız da, eğer gözlemleyen bilincimizi geliştirip onun rehberliğinde dinlersek, bizi gitmemiz gereken yön konusunda ihtiyacımız olan her şeyi söyler.

Tüm bu donanımla nereye gideren git, bu yolculuk ne kadar sürerse sürsün nihayetinde özündekini keşfedersin…

İnsan Kendini Nasıl Geliştirir?

Gelişim adına atılacak en önemli adım bu: Gelişim potansiyelinin farkında olmak. Bu tür farkında olma hali ilişkiler için de sorulmalı. Eşler, sevgililer, ilişkilerinin potansiyelini önemsiyorlar mı? Şayet bunun farkında değillerse pek çok şeyi kaçırıyorlar demektir.

Her şeye çıkarı kadar değer vermek. farkına varılmadan yapılan öyle büyük bir hata ki bu. Kimseyi geliştirmez. Oysa karşındakine bakınca şunu görmek mümkün; “Burada öz var ve öz aslında muhteşem bir potansiyel.” İlişki içinde olduğumuz insan “biz”in bir parçası ve karşımızdaki insanda muazzam bir gizil güç var. İşte anahtar bunu görmekte ve anlamakta.

Özden, coşkudan, anlamdan uzaklaşmak. Hangi mevki makamda olursan ol ve servetin ne kadar olursa olsun, kendi özüne, “can”a merhaba demeden yaşamında anlam bulmazsın!

Gelişmiş insan hüznünün, mutluluğunun, özleminin, kaygısının, coşkusunun; yani duygularının farkına varır. Mesela hüzün, kendi başına bir deryadır. Hüzünlenemeyen insan gelişmemiş bir insandır. Kendinden kopukluğunun, içindeki öz olan özlemin farkında değildir.

Umutsuzluk Nasıl Aşılır?

Bir insanın hayatındaki en önemli ilişki, kendisi ile olan ilişkidir. Yerçekimi gibi değişmez bir gerçektir bu. Kişi, hayatındaki en önemli kişinin kendisi, en önemli tanıklığın da kendi tanıklığı olduğunu fark edemezse hiçbir zaman hayatla ilişkisinin doğru kuramaz. Kendini gerçekleştiremez. Savaşçının yoluna giremez.

Sıkıntılar ya da aşırılıklar karşısında sakin kalmak, umutsuzluğu aşmak, hayata olumlu bakmayı sürdürebilmek…

Cehenneme götüren niyette “biz” yok, “ben” vardır. Halden anlama kıttır. Gözlemleyen bilinç pek gelişmemiştir, bireyin kendi seçimlerinden ziyade kültürel tepkiler baskındır. Cennete götüren niyetteyse “ben”, “biz”in bir parçası olarak vardır. Tepkisellik değil, seçim vardır; güçlü bir gözlemleyen bilincin seçimi. “El alem ne der?” değil, “Ben ne derim?” düşüncesi; yani iç tanıklık baskındır. Halden anlama, empati yaşayan bir değerdir.

Dış tanıklığa bağlı korku kültüründeki sevgi anlayışı ile iç tanıklığa bağlı gelişim kültüründeki sevgi anlayışı farklıdır. İlkinde sevgi, davranışa dönük; sonuca, ürüne dönük; üstelik davranışın, sonucun ne olacağına bireyin kendisi değil, dışarıdaki bir otorite onun adına karar veriyor. Sürekli sana nasihat ediyor, ya takdir ediyor ya da azarlıyor. O sırada sen kendin olmaktan kopmuşsun, kaybolup gitmişsin; bunun farkında bile olmuyorsun.

Gelişim odaklı sevgi kültüründe ise kendini bulmana, güçlenerek kendi yolculuğun içerisinde anlamlı, coşkulu ve güçlü bir hayat yaşamana önem veriliyor ve imkan sağlanıyor. Nasihat edilmiyor ama süregiden, anlamlı bir sohbetin içindesin. Yaşamının her alanında bu sohbet var. Sana ve kararlarına saygı duyuluyor. Nitekim senin kendin olarak gelişmen ve şevkle üretmen ekibin gelişmesi ve güçlenmesi anlamına geliyor.

İşte eksiğimiz burada… Kendimizle ilişkimizde; diğerleriyle, ekibimizle ilişkimizde; toplumla ilişkimizde. Bu fotoğrafı önümüze koymalı, üzerinde ciddi ciddi düşünmeliyiz.

Niyet bilgiye, bilgi eyleme, eylem neticeye götürüyor. İşte işin püf noktası tam da burada: Bu niyet nereden geliyor? Kızılderili bilgenin sözlerini hatırlamanın tam sırası; “Bir savaşçının gücü, niyetinin saflığındadır.”

İnanç ve değerlerinin kaynağı olan aşkınlığı açlığını ya da yalnızlığını gidermek için araç olarak kullanırsan, niyetin saflığı ortadan kalkar. Niyetinizi sorgulamaya başladığınız an aslında bu gidişe bir dur diyebilirsiniz. Çünkü “ben çıkarı” özgürlüğünüzü esir almış, ister istemez tıkanacaksınız.

Zihin dili olayların, rakamların, malumatın anlatım dilidir. Bir de gönül dili var; o da “biz” i gerçekten hissettiğin zaman ortaya çıkan duyguların, ilişkilerin dilidir. İlişkilerde bu iki dili dengelemek önemli. Umutsuzlukla mücadelenin özü niyetini keşfetmektir.

Nazi kampında zor koşullarda varoluşunu ayakta tutabilen bir kişi olan ve İnsanın Anlam Arayışı kitabında yazan Victor E. Frankl bu alanı keşfetti ve özet olarak şunları söyledi; birey kendi değerleri ve inançlarıyla ilişkisini sıkı kurarsa kendisine bir alan yaratır. Bu alan sayesinde de biyolojisi, aklı, ilişkileri, duyguları ve değerleriyle aşkın bir amacı gerçekleştirmek için ayakta kalır.

Kemoterapi Zamanı Okuduğum “İnsanın Anlam Arayışı”

Victor E. Frankl benim hayatıma da anlamlı bir dokunuşta bulundu… Doğan Hoca ne demişti: “Savaşçının gücü, niyetinin saflığındadır.” Ben de “savaşçı” olarak kendi hayatımda bizzat yaşayarak öğrendim. “Hayatımda bir milimetre dahi olsa istediğim yönde değişiklik yapabileceğim bir alan var mı?” Öğrenmek için burada olduğumu kendime hatırlatarak, alanımı genişlettim. Araştırmaya, okumaya ve yazmaya devam ettim… Kişi bu adımı attığı zaman kazanıyor… Yani kişi bu sürece üç birimlik enerjiyle başlar, bir hafta sonra beş birimlik bir enerjiye kavuşur. Öbür hafta bir bakmışsınız on beş birim olmuş. Aynı hastalığı yaşayan, tedavi gören arkadaşlarımın ölüm haberlerine rağmen, öfkeye kapılmadan, umudumu yitirmeden gerçekle ilişkimi kesmeden hedefte kalarak adımlarımı attım. Kendi gücümü fark ettiren eğitimlerin alan çalışmasına etkisi oldu. Çünkü gerçekle ilişkiyi kesmemek temel ilkedir…

Umutsuzlukla mücadele öğrenilmiş çaresizliğin üstesinden gelebilmek önemlidir. Ve bunun da ufacık da olsa ilk adımı atmaktır. Sürekli şikayet etmek yerine bu ilk adımı atmasını öğrenmeliyiz…

Doğan Hoca sözlerine şöyle devam ediyordu: “Derin umutsuzluklar yaşadım. İntiharın eşiğine geldiğim anlar oldu. Ama o anı yaşadıktan sonra gerçek özgürlüğümü buldum.”

“Bugün yaşamımda kendim olarak ne kadar vardım?” diye sorup sıfırla yüz arasında bir puan verebilirsiniz…

İçimizdeki Öz Nasıl Ortaya Çıkar?

Doğan Hoca bu bölümde sorulan şu soruya “Çok çalıştım ama bir türlü anlayamadığım, bir türlü içine giremediğim, dediğiniz bir konu var mı?” şöyle cevap veriyor: “Neden zorluklar, hastalıklar, mutsuzluklar var?” sorusuyla başlamıştım düşünmeye. Zamanla insan olmanın sorumluluğunu anlayan birey olmanın, aile veya millet olmanın yolunun bu zorlukların üstesinden gelme azminde ve uğraşısında olduğunu açık seçik görmeye başladım. Ama çözemediğim ve cevabını bulamadığım konular hala var. Mesela savaşlarda, hastalıklarda, zor zamanlarda en çok zarar görüp en çok acı çekenlerin masum çocuklar olmasının hikmetini anlayabilmiş değilim. Aynı hissi hayvanları işin içerisine kattığım zaman da yaşıyorum…

Bir üst bilinç ve nizam olduğuna inanıyorum. Bu evreni yöneten düzenin ilkelerini aklımın yettiğince keşfetmeye çalışıyorum. Yani sonunda “Demek böyleymiş, diyebileceğim bir yere varmak için çabalıyorum. Çevremden birçok davet aldım; “Biz hakikatin ne olduğunu biliyoruz, sen fena adam değilsin, gel bize katıl” diyenler oldu. Ama “bilen” insan olmak bana gerçekçi gelmiyor. Hakikati arayıp keşfetme yolculuğu sanırım benim arayış içerisinde olanlarla sohbet içinde tutacak.

Yaşamın sınırsız zenginliği içerisinde paylaştığımız, anlayabildiğimiz bir öz var. Otantik kişi kendisinden başka hiç kimseye benzemez. Ama onu o kadar iyi anlayabilirsiniz ki! Özünüze yakın gelir… O gizil muhteşemliği hissedersiniz. O özün zenginliğini hissetmekten gelen bir haz yaşarsınız.

Çevremiz Bizi Nasıl Etkiler?

İnsan farkına varmadan içinde yer aldığı bir büyük resim oluşturmaya başlıyor. Büyük resim içinde neredesin? Resimde yer alan diğer unsurlarla şimdi bulunduğun yerin ilişkisi ne? Bu tür soruları da sormaya başlıyor. Evvela, “Emniyette miyim, güvende miyim?” sorusunu soruyor. Güven konusunda diğer canlılardan bir farkımız yok. Daha sonra adım adım anlamla ve duygularla ilgili sorular sormaya başlıyoruz.

Kime Akıl Danışılır?

Mentor kimdir? Mentor insanın akıl danıştığı, bilgisine ve deneyimine güvendiği bir tür akıl hocasıdır. Doğan Hoca, “Dikkat et, burada ‘bir büyüğü’ demedim.” diyor. Aklına, bilgisine, deneyimine güvendiği biri… Yani söz konusu olan liyakattir ve bu şekilde liyakatle kurulan ilişkiye “mentorluk” denir.

Mentorun gerçek etkisi kuruduğu sohbet içinde kendini gösterir; yalnız başkasıyla sohbet edebilmek için öncelikle kişinin kendisiyle sohbet etmesini bilmesi gerekir.

Korku kültürü insan ilişkilerinde güveni sağlamak için korkuya dayalı bir hiyerarşi kurulmasını gerekli gören bir anlam verme sistemidir. O hiyerarşi içinde kendin olarak var olman hoş karşılanmaz ve de buna izin verilmez. Askeri bir sistem içinde gibi yaşarsın; rütben kadar var olursun, hatta sen o rütbesindir.

Bir birey olarak özüne saygı duyulan ortam sadece gelişim odaklı sevgi kültüründe bulunur. Ancak orada bir sohbet, bir mentorluk ilişkisi kurulabilir. Mentorluk alt-üst ilişkisi değildir. Sohbet etmek karşındakini sorgulamak ya da nasihat edip yönlendirmek değildir.

Hayatında bir kere bile sohbet içerisine girmemiş insanlar var. İnsanlar mentorluğu ya nasihat etmek ya da bazen motive etmek adına bağırıp çağırmak olarak görürler. Bunu yapanlar kötü insan değillerdir; niyetleri kötülük yapmak değil, tam tersine yardım etmektir. Bu çok masumane bir tavır içerisinde yapılan ama aslında oldukça hayati bir hatadır. Üzerinde durmaya değer…

Doğan Hoca, “Kendinle nasıl sohbet edilir?” konusu üzerine beş gün sürecek bir grup çalışmasına davet ediyor. İlk gün içlerindeki çocuğa “Merhaba” demeleri gerekir” diyor. O bir yere büzülmüş, kaybolmuş, utanca boğulmuş iç çocuğu keşfettikleri zaman ne ağlamalar olacak, ne ağıtlar yakılacak, ne kavuşmalar gerçekleşecek, ne öyküler çıkacak!

İçimizde çoğu zaman bir çocuk yok, çoğu kez eli sopalı bir başkası daha var: İç ana-baba. İç ana-babayı da keşfetmek gerekiyor. Üçüncü günün sonunda bunu da başaracaklar. Dördüncü günün ortalarına doğru içlerindeki ana-babayla içlerindeki çocuk nasıl konuşmuş, nasıl konuşuyor, onların hayatında ne olmuş; hepsinin farkına varmaya başlayacaklar.

“Gelişmeye, farkına varmaya açık insan nüvesi hepimizin içinde var. Korku kültüründe hiç umursamayan iç çocuk, sevgi kültüründe yaşam sevincinin, yaratıcılığın kaynağı olarak bilinir ve gelişmesine titizlikle özen gösterilir.” —Doğan Cüceloğlu

Kapsamlı ve derin bir değişim gerekiyor… İlk adım önce farkına varmak… İnsan kendi içinde yaşayan değerlerini; konuştuğu değil, yaşayan değerlerini duygularının farkına vararak akıldan ziyade kalbiyle keşfeder. İşte en başından beri mentor aslında bize bu duyguların ne demek istediğini anlamamızda yardımcı olan kişidir.

Yaşam Neleri Ödüllendirir?

“Biz” bilinci baskın sevgi kültüründe başarıyı tanımlarken sınav notu değil, dersi anlamaya ne kadar niyetlenip gayret ettiğine, mesleğini ne kadar anlamlı bulup sevdiğine, can dostu diyebileceğimiz gerçek dostlarının olmasına ve onlarla komşuluk yapıp yapmadığına bakılır.

“Yaşam başarısı diğer bütün başarıları kapsar ve onlara anlam kazandırır. Okul, meslek ve aile başarısının eksiklerini ve gediklerini kapayan, tamamlayan bir doğası vardır.” —Doğan Cüceloğlu

Nasıl Eş Seçilir?

Nasıl ki iyi yönetilen bir kurum birini işe almadan önce o kişinin zihinsel sağlığı ve yeteneği ile ilgilenirse, olgun bir insan da hayatını birlikte geçireceği kişinin zihinsel sağlığıyla ilgilenmelidir.

Hayatın kendisi değişiyor. Onun için ne yapacaksın? Önce açık iletişim içinde olacaksın, yani birbirinize karşı dürüst olacaksınız. Kendi değişiminle ve onun değişimiyle dans etmeye başlayacak, o değişim içerisinde sürekli canlı kalacaksın, sürekli yeni kararlar vereceksin. Yani güreş değil, dans. Müzik değişecek, dans değişecek, dans ettiğin kişi değişecek, görünüşü değişecek. Sen kendin de değişeceksin.

Bir de sevginin kutsal bir anlamı vardır ve kişi karşısındakini niye sevdiği konusunda niyetinin saflığını keşfetmek zorundadır. Sana istediklerini verdiği için mi seviyorsun? İstediklerin değişecektir. Peki iyi bir yoldaş olduğu için mi seviyorsun? İşte bu devam edecektir.

Kişinin ilişkisinde yolculuk ve yoldaşlık önemli olursa hayatı hiçbir zaman tekdüze olmaz. Bu yüzden ilişkilere “ne alırım ne veririm” den ziyade birbirinize iyi bir ekip arkadaşı, iyi bir yoldaş olabilir misiniz gözüyle bakmak gerek.

Erich Fromm “Sahip Olmak Ya Da Olmak” adlı kitabında dile getirdiği üzere , “sahip olmak” gözüyle mi, “olmak” gözüyle mi bakıyorsunuz? Sahip olmak, nesneleri ya da insanları elde edip onları kendi egemenliğine almaktır. Olmak ise öze dönük bir kavramdır; insanın var olan özelliklerini, insancıl potansiyelini zenginleştirmesine yönelik bir destektir. Bilinçli bir sevgi. Sevdiğin şeyin gelişip yücelmesine yönelik etkin bir çaba.

Kendini Keşfetmeye Zorluklarla Başa Çıkmaya Var Mısın? okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Değişim insana, özünden getirdiği potansiyeli, kendisini tam anlamıyla ifade edebileceği şekilde kullanabileceği gücü ve imkanı sunar. Bu tür toplumlarda gelişim de, keşifler de beraberinde gelir.

Sadece değişim değil, bir de uyum meselesi var. Onu da ihmal etmeye gelmez. Ne demek uyum? Değişimin bireye, aileye, kurumlara, topluma gelişim ve barış getirebilmesi için hakkaniyet, liyakat, dürüstlük, halden anlama, işbirliği, sevgi, saygı gibi evrensel değerlerle uyum içinde olması gerekir. Değişim evrensel değerlerle uyum içindeyse sorun çözer, değilse yeni sorunlar yaratır…

Mehmet Doğan Cüceloğlu

Mehmet Doğan Cüceloğlu (9 Şubat 1938, Mersin – 16 Şubat 2021, İstanbul), Türk psikolog, akademisyen ve yazar olarak, kişisel gelişim alanında önemli çalışmalara imza atmıştır. Televizyon programları, seminerler ve yayınladığı eserlerle geniş bir kitleye ulaşarak, psikoloji ve iletişim alanında kalıcı izler bırakmıştır.

1980-1996 yılları arasında ABD’nin Fullerton şehrindeki Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde görev alarak, kırktan fazla bilimsel makale yayımlamış ve akademik çalışmalarını sürdürmüştür. 1990’lı yıllardan itibaren, Türk insanının duygu, düşünce ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramlarıyla analiz eden Türkçe kitaplar yazmaya başlamıştır.

1992’de yayımlanan İçimizdeki Çocuk, duygusal gelişim ve bireysel farkındalık üzerine en çok okunan eserlerinden biri olmuştur. 1996 yılında Türkiye’ye dönerek, üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ebeveynlere ve iş insanlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenleyerek, toplumsal farkındalığı artırmaya katkıda bulunmuştur.

Yazarlar sizi okumaya çalışıyorum davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin