“Bin yıllık şehrin dış bölgelerinden birinde tenha bir yerde yaşayan bir filozof varmış, temel öğretisi şuymuş: “Dünya basit bir yerdir ve mutluluk herkesin ânında erişebileceği bir şeydir…”
—Fumitake Koga
Merhaba,
Hayatından memnun olmayan genç bir adam meselenin özünü anlamak için bir gün bu filozofun kapısını çalmış. Bu genç adamın gözünde dünya çelişkilerle dolu kaotik bir yermiş ve kaygıyla baktığı bu dünyada her türlü mutluluk fikri hepten saçmaymış.
GENÇ: Hakkınızda söylenenleri duydum. Garip bir filozofmuşsunuz, öğretilerinizi ve argümanlarınızı gözardı etmek kolay değilmiş; örneğin “İnsanlar değişebilir”, “Dünya basittir”, “Herkes mutlu olabilir” gibi iddialarınız varmış. Bu iddiaları duyduğumda kabul edilemez geldi bana, dolayısıyla bir de kendim yoklamak istedim. Bana çok ters gelen bir şey söylerseniz, bunu size söyleyip hatanızı düzelteceğim… Ama böyle bir şey size sinir bozucu gelir mi ?
FİLOZOF: Hayır, böyle bir fırsatı hoş karşılarım. Senin gibi genç bir adamı dinlemeyi ve anlatacaklarından mümkün olduğunca bir şeyler öğrenmeyi isterim.
GENÇ: Teşekkürler. Sizi baştan kale almamak gibi bir niyetim yok. Görüşlerinizi dikkate alacağım, sonra da ortaya çıkan olasılıklara göz atacağım. “Dünya basit, hayat da öyle” — bu iddiada herhangi bir doğruluk payı olsa bile, hayat ancak bir çocuğun bakış açısından böyle olabilir. Çocukların vergi ödemek veya işe gitmek gibi yükümlülükleri yoktur. Ebeveynleri ve toplum tarafından korunurlar ve günlerini kaygısız tasasız geçirebilirler. Sonsuza dek süren bir geleceği hayal edebilir ve dilediklerini yapabilirler. Acı gerçekleri görmelerine gerek yoktur — gözleri bağlıdır. Dolayısıyla dünya onlara basit görünür. Fakat çocuklar yetişkin olma yolunda ilerledikçe, dünya gerçek tabiatını gösterir. Kısacası, büyüdüğünde neyin ne olduğunu, neleri yapabileceğini ve neleri yapamayacağını öğrenir. Fikirleri değişir ve gördüğü tek şey imkânsızlık olur. Romantik bakış açısı son bulur ve bunun yerini acımasız bir gerçekçilik alır.
FİLOZOF: Anlıyorum. İlginç bir görüş.
GENÇ: Dahası davar. Çocuk büyüdüğünde, insanlarla çeşit çeşit karmaşık ilişkiler yaşar ve ona bir sürü farklı sorumluluk verilir. Hayat artık böyle olacaktır; işte de, evde de, toplum hayatında üstlendiği her türlü rolde de. Kuşkusuz, çocukken anlayamadığı birtakım konuların farkına varacak, ayrımcılık, savaş ve eşitsizlik gibi meseleleri görmezden gelemeyecektir. Yanılıyor muyum?
FİLOZOF: Dediğimde bir değişiklik yok. Dünya basit, hayat da öyle.
GENÇ: Nasıl olur? Dünyanın çelişkilerle dolu bir yer olduğu bariz değil mi?
FİLOZOF: Dünya karmaşık değil. Sen dünyayı karmaşık hale getiriyorsun.
GENÇ: Ben mi?
FİLOZOF: Hiçbirimiz nesnel bir dünyada yaşamıyoruz; tam aksine, kendimiz anlam verdiğimiz öznel bir dünyada yaşıyoruz. Senin gördüğün dünya benim gördüğüm dünyadan farklı, kaldı ki dünyanı başkasıyla paylaşman da imkânsız.
GENÇ: O halde çevredeki değişimden kaynaklanan bir yanılsama.
FİLOZOF: Kendi öznelliğinden kaçış yoktur. Şu anda dünya sana karmaşık ve gizemli geliyor ama sen değiştiğinde dünya sana daha basit görünecektir. Mesele dünyanın nasıl bir yer olduğu değil, senin nasıl birisi olduğun.
GENÇ: Nasıl biri olduğum mu?
FİLOZOF: Evet… Sanki dünyaya kara camlı bir gözlükle bakıyorsun, haliyle her şey sana karanlık geliyor. Durum buysa, dünyanın karanlığına ağlayıp sızlanmak yerine, gözlüğünü çıkarman yeter. Belki de dünya sana o zaman o kadar aydınlık gelecek ki ister istemez gözlerini yumacaksın. Belki gözlüğünü tekrar takmak isteyeceksin. Ama öncelikle gözlüğü çıkarabilir misin? Doğrudan dünyaya bakabilir misin? Buna cesaretin var mı ?
Genç adam çalışma odasına girdi ve bir sandalyeye bıraktı kendini. Filozofun teorilerini reddetmeye neden o kadar kararlıydı? Bunun nedenleri gayet açıktı. Özgüven eksikliği vardı, bunun yanı sıra çocukluğundan beri kişisel ve okul geçmişinden gelen, ayrıca fiziksel görünüşünden kaynaklanan derine yerleşmiş aşağılık duyguları vardı. Belki de bu yüzden insanlar ona baktığında aşırı utanıp sıkılıyordu. Çoğu zaman başkalarının mutluluğunu gönülden takdir etmeyi beceremiyor, sürekli kendine acıyordu. Ona göre filozofun iddiaları boş kuruntulardan ibaretti.
GENÇ: Az önce “başka bir felsefe” dediniz ama uzmanlık alanınızın Yunan felsefesi olduğunu duymuştum.
FİLOZOF: Evet, Yunan felsefesi çocukluğumdan beri hayatımda önemli bir yer tutuyor. Sokrates, Platon, Aristoteles gibi muhteşem entelektüel kişilikler… Şu aralar Platon’un bir eserini tercüme ediyorum ve ömrümün geri kalanını da Antik Yunan felsefesi üzerine çalışarak geçirmeyi umuyorum.
GENÇ: Peki, o halde şu “başka felsefe” ne?
FİLOZOF: Avusturyalı psikiyatrist Alfred Adler tarafından yirminci yüzyılın başında kurulmuş yepyeni bir psikoloji ekolü. Buna genellikle Adler psikolojisi deniyor.
GENÇ: Hımm… Yunan felsefesi alanında uzman birisinin psikolojiye ilgi duyacağı hiç aklıma gelmezdi.
FİLOZOF: Diğer psikoloji ekollerinin izlediği yollara aşina değilim. Ama Adler psikolojisinin Yunan felsefesiyle aynı hatlarda olduğunu ve tam olarak bir araştırma alanı olduğunu söylemek bence yanlış olmaz.
GENÇ: Freud’un ve Jung psikolojilerini biraz biliyorum. İnanılmaz bir alan.
FİLOZOF: Evet, Freud ve Jung tanınmış kişiler. Adler, Freud’un başkanlık ettiği Viyana Psikanaliz Cemiyeti‘nin kurucu üyelerinden biriydi. Adler’in fikirleri Freud’unkilere ters düşüyordu ve gruptan ayrılıp kendi orijinal teorilerine dayalı bir “bireysel psikoloji” öne sürdü.
GENÇ: Bireysel psikoloji mi? Bu da garip bir terimmiş. O halde Adler Freud’un takipçilerinden biri miydi ?
FİLOZOF: Hayır, değildi. Bu yaygın bir yanlış kanı; bunu açıklığa kavuşturmamız gerek. Bir kere, Adler ve Freud yaşça nispeten yakınlardı ve araştırmacı olarak kurdukları ilişki eşitliğe dayalıydı Adler, Freud‘a bir baba gibi saygı duyan Jung’dan çok farklıydı. Psikoloji esas olarak Freud ve Jung’la ilişkilendirilir ama Adler, Jung‘la ve Freud‘la birlikte, dünyanın geri kalan her yerinde bu alanın üç devinden biri olarak tanınır.
GENÇ: Demek öyle. Bu konuyu biraz daha araştırmalıymışım.
FİLOZOF: Adler‘i duymamış olman gayet doğal. Kendisinin dediği gibi:
“İleride bir gün insanlar ismimi hatırlamayabilir, hatta ekolümüzün var olduğunu dahi unutabilirler.” — Adler
Sonra da bunun önemli olmadığını söylemiştir. Demek istediği şuydu: Olur da bir gün ekolü unutulacak olursa, bunun sebebi fikirlerinin tek bir araştırma alanının sınırlarını aşıp sıradanlaşması ve herkesin paylaştığı ortak bir his haline gelmesi olacaktı.
Dale Carnegie : “Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı ve Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak”
Örneğin Carnegie‘yi bilirsin belki, “Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı ve Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak ” adli kitapların yazarı Adler için şunu söyler:
“İnsanları ve gizli becerilerini araştırmaya hayatını adamış büyük bir psikolog.” — Carnegie
Adler‘in düşüncesinin etkisi Carnegie‘nin eserlerinde açıkça görülebilir.
Stephan Covey: “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı”
Sonra Stephan Covey‘nin “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı“ adlı kitabında içerik büyük ölçüde Adler’in fikirlerine benzer. Başka bir deyişle Adler psikolojisi sadece teorik bir araştırma alanı olarak değil, daha ziyade hakikatlerin gerçekleştiği ve insan anlayışının zirveye ulaştığı pratik bir alan olarak kabul görmüştür. Ama Adler‘in fikirlerinin zamanının yüz sene ilerisinde olduğu ve bugün bile bunları tam olarak anlayamadığımız söylenir. İşte, fikirleri böylesine çığır açıcıydı.
GENÇ: O halde sizin teorileriniz Yunan felsefesinden ziyade Adler psikolojisinden hareketle mi gelişti?
FİLOZOF: Evet, öyle oldu.
GENÇ; Tamam. Size temel yaklaşımınız hakkında bir Şey daha sormak istiyorum. Filozof musunuz, yoksa psikolog mu?
FİLOZOF; Filozofum, felsefeyi yaşayan ‘birisiyim. Bence Adler psikolojisi Yunan felsefesiyle örtüşen bir düşünce türüdür ve dolayısıyla felsefedir.
GENÇ: Ne! Siz psikoloji alanında yetkili biri değil misiniz? Adler de sonuçta psikolog değil mi ?
FİLOZOF: Adler psikolojisinde travma kesinlikle reddedilir. Bu yepyeni ve devrimsel bir hamleydi. Hiç şüphesiz travmayla ilgili Freudyen bakış açısı büyüleyicidir. Freud bir kişinin ruhsal yaralarının, travmalarının onun şimdiki mutsuzluğunun nedeni olduğunu öne sürmüştür. Bir insanın hayatını uzun bir anlatı olarak ele aldığında, orada kolaylıkla anlaşılan bir nedensellik ve dramatik bir gelişme görürsün, bunlar da güçlü izlenimler yaratır ve son derece ilgi çekicidir. Ama travma argümanını reddeden Adler şunu söyler:
“Tek başına hiçbir deneyim başarımızın ya da başarısızlığımızın nedeni değildir. Deneyimlerimizin yarattığı şok —sözüm ona travma— yüzünden sıkıntı çekmeyiz, deneyimlerimizi amaçlarımıza uyacak şekilde yorumlarız. Deneyimlerimiz değil deneyimlerimize verdiğimiz anlam bizi belirler.” — Adler
GENÇ: Yani bunları amaçlarımıza uyacak hale biz mi getiriyoruz?
FİLOZOF: Aynen öyle. Adler’in buradaki argümanına odaklanalım. Benliği belirleyen, deneyimlerin kendisi değil deneyimlere verdiğimiz anlamdır. Korkunç bir felaket ya da çocuklukta kötü muamele veya benzeri deneyimlerin kişiliğin oluşmasına bir etkisi olmadığını söylemiyor; bu olayların etkisi güçlüdür. Ama mesele şu ki hiçbir şey aslında bu etkiler tarafından belirlenmiyor. Bizler kendi hayatımızı, bu geçmiş deneyimlere verdiğimiz anlamla belirliyoruz. Hayat birisinin sana verdiği bir Şey değil senin seçtiğin bir şeydir ve hayatı nasıl yaşayacağına da sen kendin karar verirsin.
Genç adam duraksadı ve filozofun çalışma odasında etrafına bakındı. Duvarlar zeminden tavana kadar kitaplarla dolu raflarla kaplıydı. Ufak ahşap bir masada bir dolmakalem ve üzerine bir şeyler yazılmış bir kâğıt destesi duruyordu, “İnsanlar geçmiş nedenlerin güdümünde değildir, kendi belirledikleri hedeflere doğru ilerlerler.” Filozofun iddiası buydu. Benimsediği teleoloji yaklaşımı yaygın olarak kabul görmüş psikolojinin temelindeki nedensellik ilkesini altüst ediyordu ve genç adam bunu bir türlü kabul edemiyordu. Bu durumda, buna karşı nasıl bir argüman geliştirmesi gerekirdi? Genç adam derin bir nefes aldı.
GENÇ: Peki Adler psikolojisini anladığımda Y gibi birisi olabilir miyim ?
FİLOZOF: Neden hemen sonuca atlamak istiyorsun? Cevapları kendin bulmalısın ve başka birisinden aldıklarına güvenmemelisin. Başkalarından aldığın cevaplar ancak idareten işe yarar, bunların bir değeri yoktur. Sokrates’i ele alalım, bize ondan kalan tek bir kitap bile yok. Günlerini Atina halkıyla, özellikle de genç insanlarla halka açık tartışmalar yaparak geçiriyordu. Onun felsefesini gelecek nesiller için kaleme alan kişi müridi Platon oldu. Adler de yazıp çizmeyi pek önemsemezdi, Viyana’daki kafelerde kişisel diyaloglara girmeyi ve ufak tartışma grupları oluşturmayı tercih ederdi. Oturduğu yerden ahkâm kesen bir entelektüel değildi.
GENÇ: Demek Sokrates de, Adler de fikirlerini diyaloglarla aktarmıştı ?
FİLOZOF: Evet. Bütün şüphelerin bu diyalogla ortadan kalkacak. Sonra değişmeye başlayacaksın. Benim sözlerimle değil kendi sayende değişeceksin. Cevaplara diyalogla varılan o değerli süreçten seni mahrum bırakmak istemiyorum.
GENÇ: Sokrates ve Adler‘in diyalog tarzını yeniden canlandırmayı mı deneyeceğiz ? Bu ufak çalışma odasında mı ?
FİLOZOF: Sana uymayan bir yer mi burası ?
GENÇ: Ben de bunu öğrenmeyi umuyorum! O halde sonuna kadar gidelim, bakalım nihayetinde siz mi teorinizi geri alacaksınız yoksa ben mi karşınızda diz çökeceğim…
GENÇ: Biraz sert ifade ettiniz ama demek istediğinizi anladım. Bu halimle her şeyin yolunda olmadığı açık. İlerleme kaydetmem gerek.
FİLOZOF: Yine Adler‘in sözleriyle ifade edersek:
“Önemli olan, kişinin neyle doğduğu değil o malzemeyi nasıl kullandığıdır.” — Adler
Y ya da başka biri olmak istiyorsun çünkü doğuştan gelen şeylere odaklanıyorsun. Bunun yerine elindeki malzemeyle neler yapabileceğine odaklanman gerek.
Genç adam elinde olmadan ayağa kalkıp öfkeyle filozofa baktı. Mutsuz bir yaşamı ben mi seçtim ? Bunun kendim için iyi olduğunu mu düşündüm? Ne kadar da saçma bir fikir! Neden beni böyle aşağılamaya çalışıyor? Ne hata ettim ki? Her ne pahasına olursa olsun argüman çürüteceğim. Ona diz çöktüreceğim. Genç adamın yüzü heyecandan kızardı.
FİLOZOF: Daha önce demiştin ki “İnsanın mizacı ya da kişiliği değiştirilemez”. Adler psikolojisinde kişiliği ve mizacı “yaşam tarzı” ifadesiyle tanımlarız.
GENÇ: Yaşam tarzı mı ?
FİLOZOF: Evet. Yaşam tarzı hayattaki düşünce ve eylem eğilimleridir.
GENÇ: Düşünce ve eylem eğilimleri mi ?
FİLOZOF: Kişinin dünyayı nasıl gördüğü. Ayrıca kendisini nasıl gördüğü. Anlam bulmaya yönelik bu yolları bir araya getiren bir kavram olarak düşün “yaşam tarzı”nı. Dar anlamda yaşam tarzı bir insanın kişiliği olarak tanımlanabilir; daha geniş anlamda ise, o kişinin dünya görüşünü ve hayata bakışını kapsayan bir kavramdır.
GENÇ: Dünya görüşünü mü?
FİLOZOF: Diyelim ki kendisi için endişelenen biri var. “Ben kötümserim” diyor. Bu ifade aslında şu anlama geliyor: “Dünyaya karşı kötümser bir bakış açım var.” Yani burada mesele kişilik değil dünya görüşü. “Kişilik” kelimesinde bir tür değişmezlik nüansı var. Ama bunun yerine “dünya görüşü” kavramını kullandığımızda, ortada değişmesi mümkün bir şey var demektir.
GENÇ: Şimdi de bunu baştan sona yeniden seçebileceğimi mi söylüyorsunuz ?
FİLOZOF: Belki de şu âna dek yaşam tarzının ve yaşam tarzı kavramının farkına varmamışsındır. Elbette kimse dünyaya geldiği koşulları kendisi seçemez. Bu ülkede, bu çağda ve bu ebeveynlerle dünyaya gelmiş olmak senin seçtiğin şeyler değil. Tüm bunların çok büyük bir etkisi var. Bu yüzden muhtemelen hüsrana uğrayıp başka insanlar gibi olmaya imreneceksin, “Keşke onların koşullarında doğsaydım” diye hissedeceksin. Ama bu işi burada bırakmamak gerek. Mesele geçmişte değil burada ve şimdide. Artık yaşam tarzı diye bir şey olduğunu Öğrendin. Ama buradan itibaren onunla ne yapacağın senin sorumluluğun. Bugüne kadarki yaşam tarzında kalmayı seçmek de, yepyeni bir yaşam tarzı seçmek de tamamen sana kalmış.
Yaşam tarzımızı değiştirmeye çalıştığımızda cesaretimizi sınarız. Değişim kaygı yaratır; değişmemekse hüsran. İkincisini seçtiğinden eminim.
GENÇ: Bir dakika… Az önce “cesaret” kelimesini kullandınız.
FİLOZOF: Evet. Adler psikolojisi cesaret psikolojisidir. Mutsuzluğunu geçmişine ya da çevrene yıkamazsın. Aslında beceriksiz değilsin. Sadece yeterli cesaretin yok. Mutlu olma cesaretin eksik de denebilir.
Yazarın Notu:
Sizler de “Genç” adam gibi sadece eksik yanlarınızı mı görüyorsunuz? Güçlü yanlarız olmadığını mı, düşünüyorsunuz? Ya da başka bir deyişle özgüveniniz oldukça düşük!
Adler deki üstünlük arayışı ve aşağılık duygusu hastalık değildir, normal ve sağlıklı mücadelenin ve gelişimin tetikleyicisidir. Aşağılık duygusu yanlış kullanılmadığı takdirde mücadeleyi ve gelişimi destekleyebilir.
Sağlıklı bir aşağılık duygusu insanın kendini başkalarıyla kıyaslamasıyla değil, kişinin kendini ideal benliğiyle kıyaslamasıyla gelir.
Olumlu bir bakış açısıyla, diğer insanların bizden farklı olduğunu, aynı olmadığımızı ama eşit olduğumuzu kabul edelim. Rekabet, kazanma ve kaybetme merceğini çıkardığımızda, kendimizi düzeltmeye ve değiştirmeye başlayabiliriz.
Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğünü önemsemek yerine, kendi yolumda ilerleyerek varlığımı gerçekleştirmek isterim. Özgürlük içinde yaşamak isterim…
Kendinle Savaşma Sanatı, İçsel keşif, kendini özgür bırakma ve daha anlamlı bir hayat için mutluluk psikolojisi rehberi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bir filozof ve genç bir adamın, Freud ve Jung’la birlikte on dokuzuncu yüzyılın en önemli isimlerinden Avusturyalı psikoterapist Alfred Adler’in önünü açtığı yolda deneyimledikleri beyin fırtınası, Japonya’da milyonlarca insanın hayatını değiştiren bir fenomene dönüştü ve şimdi de size duygularınızdan korkmadan yaşamanız, geçmişin zincirlerini kırarak özgürleşmeniz ve kendiniz olmanın önündeki en büyük engele yani kendinize karşı savaştan galip çıkmanız için gerekli strateji ve felsefeyi sunuyor.
İkili arasında geçen diyaloglarda, kendi içinize dönüp cevaplamak isteyeceğiniz ve her cevapta gerçek ‘siz’ olmaya yaklaşacağınız soruların olduğu bu kitapla, artık rüzgarın önüne kattığı başıboş savrulan bir yaprak gibi hissetmeyecek, kendini tanımanın sonsuz okyanusundaki değerli sırra erişerek yaşam bilgeliğini kavrayacaksınız.
Fumitake Koga – Sessiz Dönüşümün Yazarı
Fumitake Koga, Japonya’da doğmuş, çağdaş düşünceyle geleneksel bilgelik arasında köprü kuran bir yazardır. Kariyerine profesyonel metin yazarlığıyla başladı; reklamcılık ve iş dünyasına dair yazılarıyla tanındı. Ancak asıl dönüşüm, yirmili yaşlarının sonlarında Adler psikolojisiyle tanışmasıyla gerçekleşti.
Bu karşılaşma, onun yazı yönünü kökten değiştirdi. Koga, bireyin içsel özgürleşmesini merkeze alan Adlerci öğretileri, Japon kültürünün sessizliği ve Batı’nın bireysel arayışlarıyla harmanlayarak evrensel bir dil oluşturdu.
Yazı Biçimi: Diyalogla Dönüşüm: Koga’nın en bilinen eserleri, filozof Ichiro Kishimi ile birlikte kaleme aldığı diyalog formatındaki kitaplarıdır. Bu metinlerde, klasik Yunan felsefesinin “soru-cevap” yöntemiyle Adler psikolojisinin ilkeleri işlenir. En çok ses getiren eserleri:
- Kendinle Savaşma Sanatı Geçmişin zincirlerini kırarak, şimdiye odaklanma cesaretiyle içsel özgürleşmeyi başlatan bir dönüşüm diyaloğudur.
- Mutlu Olma Cesareti Mutluluğun dışsal koşullardan değil, kişinin kendini olduğu gibi kabul etmesinden doğduğunu savunan bir yaşam rehberidir.
Bu kitaplar, Japonya’da bir fenomen hâline gelmiş; ardından dünya çapında milyonlarca okuyucuya ulaşmıştır.
Felsefesi: Özgürlük, Sorumluluk ve Anlam : Koga’ya göre mutluluk, dışsal onayla değil; içsel özgürlükle mümkündür. Adler’in “insan davranışı bir amaca yöneliktir” ilkesini, yazılarında sade ama derin bir şekilde işler. Onun metinleri, okuyucuyu pasif bir alıcı olmaktan çıkarır; aktif bir dönüşüm yolculuğuna davet eder.
Kişisel Tarzı ve Etkisi
- Sessiz, gösterişsiz ama etkili bir anlatım
- Karmaşık psikolojik kavramları herkesin anlayabileceği bir dile dönüştürme becerisi
- Japon disiplinini Batı’nın bireysel özgürlük arayışıyla birleştiren bir yazı frekansı
Koga, yazarlığı bir hizmet alanı olarak görür. Onun için yazmak, bir içsel rehberlik biçimidir…
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın