Incognito, David Eagleman

“Kendimizle aramızdaki fark, bir başkasıyla aramızdaki fark kadar büyüktür.”

Montaigne

Merhaba

David Eagleman Stanford Üniversitesi’nde nörobilim alanında çalışmaktadır. Bir nörobilimcinin gözünden insan olmanın anlamını sorgulayan The Brain isimli belgeselin hazırlayıcısı ve sunucusudur. Zaman algısı, görme, sinestezi ve nörobilimin hukuk sistemi ile kesişimi, Dr. Eagleman’ın üzerinde çalıştığı başlıca konulardır. Yazıları Atlantic, New York Times, Wired ve New Scientist’te yayımlanan Dr. Eagleman, Wednesday is Indigo Blue ile Türkçeye de çevrilmiş Incognito – Beynin Gizli Hayatı ve Beyin – Senin Hikâyen adlı nörobilim kitaplarının yanı sıra Türkçe dahil 28 dile çevrilen, Barnes and Noble, New Scientist ve Chicago Tribune tarafından Yılın En İyi Kitabı seçilen, uluslararası çok satan listelerinde yer alan Ve… Sonraki Hayattan Kırk Öykü kitabının da yazarıdır.

Siz daha tehlikeyi algılamadan, ayağınızı fren pedalının üstüne götüren kim? Dinlediğinizi sandığınız bir konuşma sırasında adınız geçtiğinde duymanızın sebebi ne? Neden sır saklamakta böylesine başarısız, nedenini bilmeden birini çekici bulmakta bu kadar başarılıyız? Eğer bilinçli zihin, yani sabah uyandığınızda sizinle birlikte uyanan ben, buzdağının yalnızca görünen kısmıysa, zihninizin geri kalanı tüm bir ömür neyle iştigal etmekte?

Kafamın İçinde Biri Var Ama O Ben Değilim

Kendinize aynada şöyle iyice bir bakın. O çarpıcı güzel görüntünün altında, aslında ağlardan yapılı gizli bir düzenek evreni tıkır tıkır işlemektedir. Bu düzenek birbirine kenetli kemiklerden oluşmuş bir çatı, güçlü kaslardan oluşmuş bir ağ, özelleşmiş durumda epeyce bir sıvı ve sizi canlı tutmak için gözden uzak çalışıp duran bir iç organlar ortaklığı içerir. Deri adını verdiğimiz, kendi kendini iyileştirme özelliğine sahip yüksek teknolojili duysal tabaka ise bu düzeneği kusursuz biçimde kaplayarak göze hoş görünen güzel bir paket çıkarır ortaya.

Sonra bir de beyniniz vardır: yaklaşık 1,5 kg ağırlığında, evrende keşfedile gelmiş en karmaşık malzeme. Bu organ, kafa içindeki zırhlı haznede yer alan küçük geçitlerden İstihbarat toplayarak bütün operasyonu yöneten bir görev kontrol merkezi konumundadır.

Beyniniz “nöron” ve “gliya” adı verilen yüz milyarlarca hücreden oluşmuştur. Bu hücrelerden her biri başlı başına bir kentin karmaşıklığına sahiptir. Çünkü tekbir hücre, bütün insan genomunu içermenin ötesinde çetrefilli bir, ekonomik sistemin trafiğini düzenler. Her hücre, saniyede 100 defaya varabilen bir hızla diğer hücrelere elektrik sinyalleri gönderir. Beyninizde dolaşıp duran bu trilyonlarca sinyalin her birini tek bir ışık fotonuyla temsil edecek olsanız, elde edeceğiniz genel toplam karşısında gözleriniz kamaşırdı.

Hücreleri birbirine bağlayan ağ öylesine akıl almaz bir karmaşıklık içerir ki, ne insan dili yeter bunu açıklamaya, ne de mevcut matematik. Genel olarak tek bir nöron, komşu nöronlarla yaklaşık 10.000 bağlantı kurmuş durumdadır. Milyarlarca nöron bulunduğunu düşünecek olursak, beyin dokusunun tek bir santimetre küpünde, Samanyolu gökadasındaki yıldızların sayısı kadar bağlantı olduğunu söyleyebiliriz.

İnanılmaz bir hikayedir bizimkisi. Farz edinki bilgisayarınız kendi donanımını denetlemeye başladı, kasasını söktü ve kamerasını kendi devrelerine yönlendirdi. İşte biz buyuz…

1862 de İskoçyalı matematikçi James Clerk Maxwell elektrik ve manyetizmayı birleştiren bir grup temel denklem  geliştirdi. Ölüm döşeğindeki, tuhaf sayılabilecek itirafı ise , bu meşhur denklemleri keşfedenin kendisi değil, içimdeki bir ses, olduğu yolundaydı; basitçe “gelivermişlerdi” , kendisine. William Blake de benzeri bir deneyim aktarmış ve uzun öykü şiiri Milton için şöyle bir ifade kullanmıştır: bu şiir anlık dikte yoluyla , herhangi bir  ön düşünme süreci yaşanmadan, hatta neredeyse iradem dışında bir seferde bazen on iki, bazen yirmi mısra yazarak ortaya çıkardım. Johann Wolfgang von Goethe ise kısa romanı Genç Werther’in Acıları’nı pratikte herhangi bir bilinçli girdi olmaksızın, sanki kendiliğinden hareket eden bir kalemi tutarcasına yazdığını iddia etmiştir.

Kubilay Han şiiri kendisinin  ” bir tür düş” olarak betimlediği bir Afyon sarhoşluğu içindeyken yazılmıştı. Afyon, onun için bilinçaltının nöral devrelerini uyaracak bir araç haline gelmişti. Kubilay Han’ın güzellik dolu dizelerinden ötürü Coleridge ‘i takdir etmemizin nedeni bu dizelerin başkasının değil de onun beyninden çıkmış olması değil midir? Ancak şair ayıkken yakalayamadığına göre , şiir için övgüyü hak eden tam olarak kimdir aslında?

Carl Jung‘un ifadesiyle , her birimizin içinde, tanımadığımız biri daha vardır.

Pink Floyd‘un ifadesiyle de kafamın içinde biri va , ama o ben değilim.

Incognito, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: