Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi, öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki yeryüzünü, yaşama öyle inanıyoruz ki, adını bilmesem ne çıkar?

—Onat Kutlar

Merhaba

“Kokuyu duyuyor musun? Sanki bir yerlerde yasemin var.” Ada: “Dokuz yıl önce duvarın kıyısında yaseminler vardı, onların kokusu” dedi. “Ama ben doğmadan önceydi” dedim. “O sıralarda büyük bir kış fırtınası oldu. Bahçeyi temizlemek zorunda kaldılar” dedi. Ada: “Bana bunu anlatmanı istiyorum” Bir an konuşmadı, ay ışığının vurduğu sıvalı duvara baktı, sonra cevap verdi. “Yaseminin hayalet çiçek olduğunu büyüyünce öğrenirsin.”

5 haziran gecesi bu yazıyı yazmaya oturduğumda sanki biri dokunmuş gibi ürperdim. Açık pencereden esinti, parçalanmış bulutlar ve yasemin kokusu getirdi birden. Çevrede hiç yasemin görmedim. Bir süre yazmaksızın, öylece durdum. Hafif, uçarı ama inatçı bir kokuydu. Sanki esinti, anıların hep aynı sokaklarından geçiyor ve masanın üstüne birden başlayan kar gibi ürpertici beyaz çiçekler serpiyordu. Koku gittikçe yoğunlaşıyor, çaya dalan madlen bisküvisini falan bastırarak bana bir şeyi hatırlatmaya çalışıyordu…

Puccini

“Yasemin, unutulmaz aşkların gerçeğidir,” der Puccini bu operada ve hemen sonra da insanoğluna üç küçük bilmece yöneltir.

Sadece geceleri ortaya çıkan, bin bir renkte kanatlarıyla kutsal bir hayalet sanki. İnsanların üzerinden süzülerek göğe yükselir, Dünya var olduğundan beri herkes onu arar, ona sığınır. Her gece yeniden doğan ve her şafakta yok olan bu şey nedir?

Umut,” diye hep bir ağızdan haykırır insanoğlu. “Evet,” der Puccini. “Bildiniz.” Bilmecenin cevabı, umuttur.

Ateş gibi yanıp tutuşan ama ateş olmayan, bazen bir çılgınlık hali, bazen bir kor, bazen güç, bazen de tutkudan doğan, öldüğünde ya da kalbini kaybettiğinde giderek soğuyan, ama fetih arzusuyla yeniden alevlenen, O sesine sarsılarak kulak verdiğin, güneşin batışı kadar kızıl olan şey nedir?

Kan,” diye hep bir ağızdan haykırır insanoğlu. “Evet,” der Puccini. “Bildiniz.” Bilmecenin cevabı, kandır.

Buzdan ateş olan, ateşten yine buza dönüşen, bembeyaz ama kapkara, seni özgür bıraktığında tutsağı olduğun, tutsağı olarak kabul ettiğinde seni kral yapan o şey nedir peki?

Bu defa hep bir ağızdan, “Aşk,” diye haykırır insanoğlu.

Fakat Puccini yanıt vermez. Oyun susar bir anda, müzik durur ve kısa bir sessizlik olur. Nice sonra nereden geldiği belli olmayan incecik, yaralı bir ses duyulur. “Yasemin,” diye fısıldar bu gizli sesin sahibi. “Umut, Kan ve AşkYasemin, sevda acısı çekenlerin teselli çiçeği, yapraklarında yalnızlık büyüten bir hayal tiryakisi…”

Yazık ki yeryüzündeki hiçbir yasemin çiçeği, özünde sadece bir hayalden ibaret olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemez. Tıpkı aşk gibi, bütün o uçsuz umarsız sevdalılar gibi… Ve “Yasemin,” diye öğütler arif bir ozan, “Bırakın da Hayal Çiçek olduğunu büyüyünce öğrensin.”

Aşk ve Yasemin

Umut bittiği düşlerimizin tek ve en gerçek azizeleri… Bırakalım da bir hayalden ibaret olduklarını hiçbir zaman öğrenmesinler. Öyle ya, her birimiz bir tutam “Hayal Çiçeği” olsun büyütmüyor muyuz içimizde? Biri burada, biri şurada, biri bende, biri sizde, her yanda bir sürü Hayal Çiçek…

Onat Kutlar’ın Yeter ki Kararmasın… kitabından. Dostlukların, acıların, umutların, dahası özgürlüğün ve tutsaklığın usta işi bir biçimde dile geldiği yazılar Yeter ki Kararmasın… adıyla kitaplaştığında Mehmet Fuat, Ferit Edgü, Erdal Öz, Işıl Özgentürk ayakta alkışlamışlardı.

Şiirin, romanın, resmin, müziğin ve elbette sinemanın bileşiminden çıkan değerli bir eser.

Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının , ölümle yaşamın arasında sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırları birbirine karışır. He şeyin. Direnmenin, köşeyi dönmenin, özgürlüğün, tutsaklığın. Çıkmak? Böyle durumlarda herkesten önce birilerinin dönüp kapıya bakmaları gerekir. Oysa Bizans’ın iç içe çemberlerinde, sıkıştırılmış köle sarhoşluğu ile dolanıyoruz…

Yeter ki Kararmasın… okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Onat Kutlar’ın Yeter ki Kararmasın adlı eserinde yer alan bu deneme-mektup, yasemin kokusuyla örülmüş bir anı, aşk ve umut alegorisi olarak öne çıkar. Yasemin, burada yalnızca bir çiçek değil; geçmişin, kaybedilmiş aşkların, direncin ve hayalin sembolüdür. Puccini’nin operasındaki bilmeceler üzerinden ilerleyen metin; “umut”, “kan” ve “aşk” gibi kavramlarla insanın temel duygusal varoluşunu sorgularken, bu üçü arasında sessizce yükselen bir “yasemin” sesiyle, bütün duyguların üzerine serpilmiş olan hayalin ve yitirilişin kokusunu duyurur. Kutlar’ın dili şiirsel, imgeleri zarif, anlatımı ise insana içini ürperten bir sadelikle dokunur. Her cümle, yaşanmışlıkla değilse bile hissedilmişlikle yazılmış gibidir. “Büyüyünce öğrenilecek şeylerin” arasında yaseminin hayalet çiçek oluşu, aslında çocukluğun, aşkın ve hayalin kırılganlığını anlatır. Ve yazar, tüm bunların içinde direnen bir insan sesi bırakır geriye: Yeter ki kararmasın…

Onat Kutlar Hayatı ve Kariyeri

Onat Kutlar, 25 Ocak 1936’da Gaziantep’te doğdu. Henüz çocuk yaşta edebiyatla tanıştı; içsel derinliği, hayal gücü ve ince duyarlılığıyla çevresindeki dünyayı farklı bir gözle okumaya başladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde başladığı eğitimini yarım bıraktı, ardından Paris’te felsefe ve sinema eğitimi aldı. Bu dönemde hem Doğu’nun metafizik derinliğini hem Batı’nın düşünsel arayışlarını sentezlemeye başladı. Yazarlığı da tam bu kesişimde gelişti: Doğu’ya özgü bir sezgiyle, Batı’ya özgü bir bilinç arasında köprü kurdu.

1950’li yılların sonunda yazdığı öykülerle dikkat çekti. 1959’da yayımladığı ilk kitabı İshak, Türk edebiyatında büyülü gerçekçiliğin ilk örneklerinden biri olarak kabul edildi. 1970’li yıllarda sinema alanında da etkili oldu; Yeni Sinema Hareketi’nin öncülerinden biri oldu, Yeni Sinema dergisini çıkardı. Aynı zamanda İstanbul Film Festivali’nin ve Türkiye’nin kültür politikalarında önemli yer tutan kurumsal yapıların (İKSV gibi) oluşumunda etkili oldu.

Şiir, deneme, sinema yazısı, öykü… Hangi türde yazarsa yazsın, satırlarında daima insanı yıpratan karanlığa karşı bir ışık arayışı vardı. Peralı Bir Aşk İçin Divan, Yeter ki Kararmasın, Sinema Bir Şenliktir gibi eserlerinde hem bireysel hem toplumsal hafızayı incelikle işler. Dili sade ama derin, sözleri gündelik ama metafiziktir. O, her satırında hem çocukluğa hem de sürgüne yürüyen bir iç yolculuğun yazarıdır.

Onat Kutlar, 1994 yılında İstanbul Atatürk Havalimanı’nda düzenlenen bir bombalı saldırı sonucu ağır yaralandı ve 11 Ocak 1995’te hayata veda etti. Henüz 59 yaşında, kelimeleriyle henüz daha nice iz bırakacakken… Ardında, yüreği ürperten bir sessizlik ve “kararmasın yeter ki” diyen bir umut mirası bıraktı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgi’yle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin