Edebiyat ve Bilim, Aldous Huxley

Merhaba

Dünyaca ünlü İngiliz şair ve yazar Aldous Huxley, 1894’te İngiltere’de dünyaya geldi. On altı yaşında, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bir yıl kör kalması, Huxley’in iç dünyasını keşfetmesine olanak verdi. Yirmili yaşlarının başında şiir ve öyküler yazmaya başlamasına karşın, yazın dünyasında ilk tanınışı “Crome Yellow / Krom Sarısı” (1921) adlı romanıyla oldu.

Edebiyat ve Bilim kitabında “Edebiyatın ve bilimin işlevi nedir, psikoloji nedir, yazınsal dilin doğası nedir?” sorularına okurken cevap buluyoruz.

Edebiyatın ilgilendiği dünya, içinde insanların doğduğu, yaşadığı ve sonunda öldüğü dünyadır; içinde insanların sevgi ve tiksinti duyduğu, yenilgiyi ve parlak başarıyı, umut ve umutsuzluğu tattığı dünyadır; acılar, eğlenceler, sağduyu, delilik, akıllılık, aptallık, bilgelik dünyasıdır; toplumsal baskılar, kişisel tepkiler, tutkulara karşı mantık, içgüdü ve gelenekler, paylaşılan dil ve paylaşılmayan duygu ve duyum, doğuştan gelen farklılıklar ve kurallar, roller ve baskın kültür tarafmdan dayatılan ağırbaşlı ya da gülünç törenlerdir. Her insan bu çok çeşitli dünyayı ve (daha ziyade birçok kez kafası karışık biçimde) kendisinin de bu çeşitlerden hangisinden olduğunu anlayamadığım bilir. Üstelik kendi kendisiyle bir benzeşim kurarak, başka insanların nerede olduğunu, neler duyumsadıklarını ve nasıl davranabileceklerini saptayabilir. Kendine özgü bir birey olarak bilim insanı, var olan insan soyunun [race] yaşamakta ve ölmekte olduğu çok yüzlü bir dünyanın içinde yer almaktadır. Ama profesyonel bir kimyacı, fizikçi ya da fizyolog olarak o, bütünüyle bambaşka bir evrenin içinde -verili görüngülerin [appearance] evreninde değil de, çıkarımlarla saptanmış güzel yapıları olan bir dünyanın, eşi olmayan olaylar ve farklı nitelikler dünyasının değil de, nicelikli düzenlilikleri olan bir dünyanın— yaşamakta olan bir bireyidir. Bilgi kudrettir ve benzer bir paradoksla, bu kesinleşmemiş bilgiler, soyutluklar ve çıkarımlar dünyasında neler olduğu konusunda saptayabildikleri bilgiler ile bilim insanları ve teknolojistler ellerinde bulundurdukları geniş ve gittikçe artan, yöneten, deneten ve gereğinde değiştiren güçleriyle öncelikle insanların içinde yaşamak zorunda oldukları çok değişken görüngüler dünyasını değiştirme gücünü kazanmışlardır.

Her bilimin kendisine özgü bir bilgi çerçevesi bulunur. Fiziğin verileri bir düzende; kuşbilim (bu bilim nomotetik ve idiyografik olmaktan daha çok, geneldir) verileri başka bir düzende, çok değişik olarak ayarlanmıştır. Kendi bütünlüğü içinde bilim için varılması istenen son hedef, —simgesel düzey ve görünmezliğin ve kavranamazlığın bileşimlerinden çıkarılan güzel yapılar bakımından— içinde dünyanın en büyük çoğulluğunun birlik gibi bir şeye indirgendiği ve birbiri sıra gelen birbirine benzemeyen pek çok çeşitli olayın bir düzene girdiği ve bir mantık düzeni içinde basitçe sıralandığı monistik bir sistemin yaratılmasıdır. Bu hedefe ne zaman ulaşılıp ulaşılamayacağı daha sonraya kalmıştır. Şu ânda, her birinin kendi kavramsal eşgüdümleri, açıklama biçimleri olan çeşitli bilim dallarımız bulunmaktadır.

Edebiyat insanı, farkına varılabilecek derecede edebiyatçı olduğu zaman, olayların benzersizliğini anlar, dünyanın çeşitliliğini ve çok katmanlılığını benimser, kökten gelen eksiklikleri bilir, onun kendi düzeyi içindeki işlenmemiş, kavramlaşmamış varlığına inanır ve sonra da yüzünde belirsiz, çok anlamlı ve gizemli görünümler taşıyarak çağrıya uyar, bunu benimsedikten sonra, oldukça iyi düzenlenmiş ve anlam yüklü sanat yapıtlarındaki kişisel varlıkların belli biçime sığmayan eşsizliğinin dökümünü yapmanın paradoksuyla kendini anlatır.

Yazınsal anlatımın bir aracı olarak, günlük dil yetersizdir. Bilimsel anlatım için de yetersizlikte geri kalmaz. Okumuş yazmış bir insan olarak bilim insanı, “alanın kişilerinin sözcüklerine daha öz, kusursuz anlam vermek” gereğini duyar. Ama bilim dilinin özlüğü edebiyat dilinin özlüğüyle aynı şey değildir. Bilim insanının amacı bir seferinde yalnızca bir tek şeyi söylemek ve belirsizliği sapmadan, olabildiğince açık dil kullanarak söylemektir. Bunu yapmak için anlatımını yalınlaştırır ve jargonlaşmış bir dil kullanır. Bir başka deyişle, özgün ve ortak dilin sözcük ve söz dizimini her sözcük öbeği yalnızca bir tek anlamla yorumlanabilecek biçimde kullanır ve günlük dilin sözcük dağarcığı ve sözdizimi bu iş için uygun değilse, yalnızca kurallara dayanan , mesleğiyle ilgili sınırlı anlamları verebilecek, özellikle düşünülmüş yeni bir teknik dil ya da özel bir jargon uydurur. En basit görünümüyle bilimsel dil, sözcükler bileşimi olmaktan çıkmış, matematiğe dönüşmüştür.

Edebiyat sanatçısı alan dilini bütünüyle bambaşka bir biçimde farklı bir radikal yolla saflaştırır. Önceden de gördüğümüz gibi bilim insanının amacı, bir seferinde bir anlamda, yalmzca bir tek anlamda bir şeyler söylemektir. Bu, kesin olarak söylemek gerekirse, edebiyat sanatçısının amacı değildir. İnsan yaşamı eşzamanlı olarak, birçok düzeyler içinde yaşanır ve onun birçok anlamı bulunur. Çok çeşitli olayları ve bunların türlü türlü anlamlarını anlatmak için edebiyat bir araçtır. Edebiyat sanatçısı alan dilinin sözcüklerine daha özel anlamlar verme işini üstlendiğinde, hemencecik iletmeye gücü yeten bir dil yaratma amacıyla, bu işlemi, belli bir bilim dalındaki gibi yalın anlamıyla değil, insan deneyimlerinin çok çeşitli anlamlarıyla —en özel olduğu gibi— daha kamusal ve bilindik düzeylerde işleyerek yapar. Basitleştirerek ve meslek argosuyla değil, derinleştirerek ve yayarak, dokundurmalı uyumluluklarla, imaların çağrışımlarıyla ve büyünün etkili fısıltılarıyla saflaştırarak yapar bunu.

Edebiyat ve Bilim, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: