Biz dünya nüfusunun %6,3’ünü oluşturuyoruz fakat zenginliğinin ise yarısına sahibiz. Bu farklılık özellikle bizler ve Asyalılar kadar büyük. Böyle bir durumda kıskanılma ve gücenilmeyle karşılaşabiliriz. Gelecek dönemdeki asıl görevimiz, ulusal güvenliğimize bir zarar getirmeden bu farklılık durumunu sürdürebileceğimiz bir ilişki kalıbı tasarlamaktır. Bunu yapmak için de tüm duygusallık ve hayallerden uzak durup dünyanın her yerindeki ulusal hedeflerimize odaklanmalıyız. Kendimizi, çıkarlarımızdan fedakârlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok.
-George Kennan, 1948
Merhaba
Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger‘in “Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” Sözünün Amerikan küçük sosyo-politik elit tarafından tüm dünya insanlarının akıbetini değiştirebileceğinin hikâyesi. Engdahl titizlikle Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar konusunu her yönüyle okuyucunun gözleri önüne seriyor. Kalıtımın değiştirilmesinin arkasındaki karanlık oyunlar bilim laboratuvarlarından büyük şirketlerin yönetim kuruluna, hükümetteki kilit mevkilerden devlet başkanlarına dek uzanıyor. Günümüzdeki gelişmelerin arkasındaki nedenleri anlamak isteyen, dünya barışı ve sosyal adalete inanan herkesin okuması gereken uykudan uyandıran kitap.
F. Willam Engdahl şöyle yazar:
Çok nadir bilim adamı, gönül ehli, kalbi insanlık için çarpan Profesör Oktay Sinanoğlu’nun teşvikiyle Ölüm Tohumları kitabım gerçekleşti. Onun için kitabı kendisine ithaf ediyorum.
Engdahl’ın Ölüm Tohumları kitabını Sinanoğlu’na ithaf etmesi, bilimin yalnızca teknik ilerlemelerden ibaret olmadığını, aynı zamanda insanlık ve etik değerler açısından da büyük sorumluluk taşıdığını gösteriyor.
Oktay Sinanoğlu’nun Ölüm Tohumları kitabının önsözünde dile getirdiği endişeler, bilimsel araştırmaların nasıl yönlendirildiği ve küresel gıda politikalarının insanlık üzerindeki etkileri konularına ışık tutuyor. Kitabın bu bölümü, moleküler biyolojinin başlangıçtaki iyi niyetli hedeflerinden nasıl uzaklaştığını ve küresel güçler tarafından nasıl bir nüfus kontrol aracı olarak kullanılabileceğini ele alıyor.
Genetik mühendisliği ve nüfus kontrolü: Sinanoğlu, DNA araştırmalarının başlangıçta hastalıkları tedavi etme amacıyla ortaya çıktığını, ancak daha sonra küresel güçler tarafından farklı yönlere çekildiğini öne sürüyor.
Biyolojik ve kültürel soykırım: Türkçe gibi kadim dillerin ve kültürlerin zayıflatılması ile insan sağlığı üzerinde yapılan genetik manipülasyonların benzer stratejik hedefler taşıdığı iddia ediliyor.
Bağımsız bilim ve araştırma gerekliliği: Türkiye’nin bilim insanlarını desteklemesi ve bağımsız araştırma merkezleri kurarak küresel bilim politikalarına karşı kendi yolunu çizmesi gerektiği vurgulanıyor.
Günümüz İçin Önemi
Bu fikirler, özellikle genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), ilaç ve aşı politikaları gibi konular etrafında dönen tartışmalarda güncelliğini koruyor. Gıda egemenliği, bağımsız bilimsel araştırmalar ve toplum mühendisliği gibi başlıklar, günümüz dünyasında hala büyük önem taşıyor.
1. Kısım: Siyasi Başlangıç
Bu kitap küçük bir sosyo-politik elit zümre tarafından 2.Dünya Savaşı sonrasında Washington’da ele alınmış bir proje ile ilgilidir. Bu, George Kennan’ın “farklılık durumunu sürdürebilmek” tümcesinin nasıl hayata geçirildiğinin anlatılmamış hikâyesidir. Aynı zamanda bir avuç insanın savaş sonrası tüm kaynaklara ve güce sahip oluşunun da hikâyesidir.
Bu, güç devrimi tarihinin de ötesindedir, hattâ bilim dâhi bu azınlığın hizmetine sokulmuştur, 1948’de Kennan’ın da kendi notlarında tavsiye ettiği gibi, bu herhangi bir fedakârlık veya dünyanın iyiliği düşünülmeden acımasız politikalar uygulandı.
Seleflerinin aksine İngiliz imparatorluğu içindeki hâkim guruplar, yeni beliren Amerikan eliti, kendilerini savaştan sonra, “Amerikan Yüzyılı”nın şafağında ilan ettiler ve hitap yeteneklerini, “dünyanın iyiliği için” düşüncesini kendi amaçlarına uygun şekilde kullandılar. Onların “Amerikan Yüzyılı” daha yumuşak ve kibar bir imparatorluk olarak sömürgecilikten kurtuluş, demokrasi, ekonomik gelişme ve özgürlük kisvesi altında diğer ulusların kaderlerine hükmedilen, Büyük İskender’den sonraki en küresel imparatorluktu.
Ölüm Tohumları Kitabı “Bir Savaş Yüzyılı: Anglos Amerikan Petrol Politikaları ve Yeni Dünya Düzeni” adlı kitabın bir devamı niteliğindedir. Petrolden sonra ikinci bir “kırmızı hattı” takip eder. İnsanın yaşamını sürdürebilmesinde en temel ihtiyacı olan günlük ekmeğinin karşılanmasını konu alır. 70’ler boyunca bu Amerikan elitin menfaatine hizmet eden kişi, hayatı boyunca ‘güç dengesi’ politikalarının bir uygulayıcısı olan Henry Kissinger’dır. Kissenger dünya hâkimiyeti konusunda şu fikrini açıklamıştır; “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.”
Küresel Yiyeceği Kontrol Etme Planı
1930’ların başlarına, savaşın patlak vermesinden önceye dayanır. Bu organizasyon belli başlı bazı ailelerin servetlerini korumak amacıyla seçilmiş özel kuruluşların yardımlarıyla maddi olarak destek görmüştür. Bu aileler güç ve zenginliklerini doğu sahili boyunca Boston, Washington, New York ve Philadelphia’ya yerleştirmişti. Bu sebeple egemen basın-yayın kuruluşları sıkça onlara atıfta bulunmuş, zaman zaman alay konusu etmişlerse de genellikle de övmüşlerdir.
Savaşla birlikte Amerikan gücünün ağırlık merkezi doğu sahilinden Seattle, Houston, Las Vegas, Atlanta ve Miami gibi bölgelere dağıldı. Sonradan da Asya, Japonya ve Latin Amerika’ya.
II. Dünya Savaşı’ndan bir süre önce bir aile diğerlerine göre daha fazla öne çıktı: Bu ailenin serveti, uğuna kan dökülen ve savaşılan ‘kara altın’ petrole dayanıyordu. Bu aileyle ilgili olağandışı olan ise ailenin sadece petrole değil, diğer başka alanlarda da yatırım yapmaya karar vermesi oldu. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi, tarım, biyoloji ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yaptılar.
Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme gösterdiler, servetlerini de o ölçüde büyüttüler.
2. Kısım: Rockefeller Planı
Bu kitapta ele alınan ana konu olan ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar’ ya da GDO’nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan Rockefeller ailesinin (ve 4 kardeşin – David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik göstermektedir ki savaşın Amerikan zaferiyle bitmesinden sonraki 30 yıl süresince güç evrimine bu insanlar yön verdi. Gücün tamamı ellerindedir ancak işin mahiyeti tüm dünyayı etkiledi.
Bundan 30 yıl önce, erk Rockefeller ailesinin etrafında toplanmıştı. Bugün ise 4 kardeşin 3’ü çeşitli nedenlerle vefat etti. Tüm amaçları, daha sonraları Pentagon’un ‘Küresel Tam Hâkimiyet’ adını vereceği, gerektiğinde askeri gücün de devreye sokulabileceği küresel hâkimiyetti. Projeleri o günlerdeki küçük bir güç gurubundan bugün hayal bile edemeyecekleri, tüm gezegenin geleceği hakkında inisiyatif sahibi oldukları bir noktaya geldi.
Kalıtım (genetik) mühendisliği ile bitki, ve diğer canlı organizmaların patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için II.Dünya Savaşı’nı takip eden yıllardaki Amerikan gücünün dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir.
George Kennan, Henry Luce, Averell Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı ‘yeşil devrim’ sayesinde petro-kimyasal gübre, petrol ve enerji ürünlerine bağımlılık arttı. Onların o günlerde yaptıkları bugünün genetiğini değiştirme tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır.
3. Kısım: Şirket Tarımcılığının Başlaması
Yüzyılın başında gerçekleşen 4 çokuluslu dev şirket birleşerek dünya üzerindeki çoğu insanın temel besinlerinin (pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuk) kontrolünü ellerine geçirdiler. Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş, güya kuş gibine dayanıklı ürünler ve geni değiştirilmiş domuz ve sığır üretimi için çaba sarf ettiler.
4. Kısım: GDO Tohumlarının Salıverilmesi
Dört özel şirketin üçünün Pentagon’la kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı. Dördüncü şirket aslen İsviçre kökenli olmasına rağmen İngiliz kontrolü altındaydı. Petrolde olduğu gibi “GDO Tarım Projesi” de bir Anglo-Amerikan küresel planıdır.
Mayıs 2003’te Bağdat’taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı dağıldığında ABD başkanı GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi ve ABD’nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünyanın ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel plânın önünde zorlu bir engel teşkil ediyordu.
Her ne kadar Almanya, Yunanistan, Fransa ve Avusturya gibi AB ülkeleri diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine sağlık ve bilimsel nedenlerle karşı çıksalar da, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), AB’ni toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı.
ABD ve İngiliz ordularının Irak’ı işgaliyle birlikte Vaşington, bu ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları ABD Tarım Bakanlığı’nın bir cömertliği olarak göndermeye karar vadi. İlk büyük çaplı deney 90’ların başında çok uzun zamandır Rockefeller ailesinin bozduğu ve yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin’de zaten yapılmıştı.
İlerleyen sayfalarda da göreceğiniz gibi GDO’nun yaygınlaşması ve çoğalması uğruna politik tehdit, hükümet baskısı, yalan, rüşvet yöntemleri kullanılmış ve hatta cinayetler bile işlenmiştir. Okurken bir suç romanı hissine kapılmanız sürpriz olmayacak. Tarımsal verimlilik ve dünyanın yiyecek sorunlarını çözme adı altında işlenen bu suçlar, bu küçük zümrenin amaçları doğrultusunda önemsizdir. Yapılan bunca şeyin hedefinde sadece para ve kâr yoktur. Nihayetinde bu güçlü aileler kimlerin merkez bankalarının başlarında duracağına karar verirler. Para onların yaratmaları ya da yok etmeleri için emirlerindedir.
Amaçları daha önceki despot ve diktatörlerin hayal ettikleri gibi mutlak dünya hâkimiyetidir. Kontrol edilmezlerse 10-20 yıl içerisinde bu hedeflerine ulaşmaları içten bile değil. Bu sebeple bu gerçeğin duyurulması ve herkes tarafından bilinmesi büyük önem arz etmektedir.
İnsan Kanseriyle Savaş
Gregg Science , bir keresinde yazdığı bilimsel makalede; İnsan vücudunda kanserin gelişmesiyle ekolojik ekonomide nüfusun artması büyük paralellik vardır. Kanserin büyümesi için gıda gerekir ama tedavi edildiği hiç görülmemiştir… Benzer durumlar yağmalanmış gezegenimizde daha önce de görülmüştür. Aslında bu deyiş “İnsanlar kirlenme yaratır, kirlenmeyi önlemek için de insanları elemek gerekir.” demenin bir başka yöntemiydi. Gregg Science dergisine verdiği demeçte devam eder; “Büyük şehirlerdeki derme çatma mahaller ne kadar da ölü tümörleri andırmaktadır.” “Hangisi asalet ve güzellik için daha iticidir? Kokuşmuş bir tümör mü, yoksa kenar mahalleler mi?”
1968 yılında Kissinger, mikrop savaşı ve nüfus kontrolü için kullanılabilecek “genetik biyolojik maddeler” konusunda güncellenmiş bilgi istediğinde, genetik değişikliğe uğratılmış rekombinant grip virüsleri, ABD Hükümeti Özel Virüs Kanser Programı araştırmacıları tarafından henüz yeni üretilmişti. Bu program sırasında, kanseri, tıpkı grip gibi hapşırma yoluyla yayacak silahlar üretilmesi için, grip ve grip panzeri olacak virüsleri çabuk etki gösteren lösemi virüsleri ile birleştirildi.
- İnsan sadece daha iyi bir gen yaratabilmek için bir dünya dolusu insanı ölüme sürükler mi?
Bu, hem bilimsel hem de etik açıdan derin bir soru. Genetik mühendisliği, hastalıkları iyileştirme, insan sağlığını artırma ve yaşam kalitesini yükseltme amacıyla geliştirilmiş bir bilim dalı. Ancak, genetik araştırmaların kötüye kullanım potansiyeli, tarih boyunca birçok tartışmanın odağı olmuştur.
İnsanlık, bilimin getirdiği güçlü araçları sorumlu şekilde kullanma görevine sahip. Genetik iyileştirme, sadece teknik bir konu değil, aynı zamanda ahlaki ve sosyal bir mesele. Bilim, insanlık adına ilerleme sağlamalı ve etik değerlerle sınırlandırılmalı.
Okur Olarak Düşüncem : İnsani Yaklaşım ve Sürdürülebilirlik
Günümüzde bilim ve teknoloji hızla ilerlerken, genetik mühendisliği ve küresel gıda politikaları tartışmaların merkezinde yer alıyor. F. William Engdahl’ın “Ölüm Tohumları” kitabı, bu konulara dair önemli tespitler sunuyor ve küresel gıda sistemlerinin insanlık üzerindeki etkilerini sorguluyor.
Moleküler biyoloji başlangıçta hastalıkları tedavi etmek ve dünya gıda sorunlarını çözmek amacıyla kurulmuşken, zamanla bazı güçler tarafından büyük nüfus politikalarıyla ilişkilendirilen bir araç haline geldiği iddia ediliyor. Genetik mühendisliği sayesinde tohumların kontrol edilmesi, tarımın yönlendirilmesi ve bazı bölgelerde nüfus yönetimi yapılması gibi stratejiler tartışma konusu.
Oktay Sinanoğlu’nun önsözde vurguladığı gibi, bilim yalnızca teknik ilerlemelerle sınırlı değil; aynı zamanda insanlık ve etik değerlerle doğrudan bağlantılı bir alan. Bağımsız araştırma merkezlerinin güçlendirilmesi, bilim insanlarının desteklenmesi ve yerel bilginin korunması kritik öneme sahip. Türkiye ve diğer ülkeler, kendi bilimsel altyapılarını geliştirmeden küresel gıda sistemlerinin etkilerine direnç gösteremezler.
İnsanlık yalnızca tüketen bir unsur olarak görülmemeli, aksine çözüm üreten, dünyayı iyileştiren ve sürdürülebilir yaşam modelleri geliştiren bir güç olarak ele alınmalı. Küresel güçlerin uyguladığı stratejiler, insanların yaşam hakkını etkileyebilir, ancak bilim ve etik birleştiğinde herkes için daha yaşanabilir bir gelecek yaratmak mümkün.
5. Kısım: Nüfus Kontrolü
Özellikle küresel güçlerin nüfus yönetimi stratejilerini ve gıda üzerinden kontrol mekanizmalarını inceliyor. itapta, Henry Kissinger’in ünlü sözüne yer veriliyor: “Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin.” Bu ifade, gıda politikalarının bir nüfus yönetim aracı olarak kullanılabileceği fikrini öne sürüyor. Engdahl, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve büyük şirketlerin gıda üzerindeki hakimiyetinin nasıl küresel nüfus politikalarıyla bağlantılı olduğunu detaylı bir şekilde açıklıyor.
Bu bölümde ayrıca, Rockefeller Vakfı’nın dünya üzerindeki nüfus kontrolü projelerine olan ilgisi ve bazı ülkelerde nüfus azaltma stratejilerinin nasıl uygulandığı gibi konular ele alınıyor. Engdahl, küresel gıda sisteminin nasıl bir güç aracı olarak kullanıldığını ve bazı elit grupların bu süreçleri nasıl yönlendirdiğini tartışıyor.
Kitap, genetik mühendisliği ve küresel gıda politikalarının sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyo-politik bir araç olarak nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor.
Ölüm Tohumları, Genetik Biliminin Arkasındaki Karanlık Oyunlar, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Ölüm Tohumları”, günümüz dünyasında genetik mühendisliği, küresel gıda politikaları ve nüfus kontrolü gibi kritik konuları ele alan çarpıcı bir eser. F. William Engdahl, kitabında gıda sistemlerinin nasıl bir güç aracı olarak kullanıldığını ve küresel elitlerin nüfus yönetimi stratejilerini detaylı bir şekilde inceliyor.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Gıda Güvenliği ve Kontrol Mekanizmaları: Kitap, genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) küresel gıda sistemine nasıl entegre edildiğini ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerini tartışıyor.
- Küresel Güç Dengeleri: Engdahl, Rockefeller Vakfı ve diğer büyük kuruluşların dünya üzerindeki nüfus politikalarına olan ilgisini ve bu süreçleri nasıl yönlendirdiğini ele alıyor.
- Ekonomik ve Sosyal Etkiler: Kitap, gıda üzerinden yapılan nüfus kontrolü stratejilerinin ekonomik ve sosyal sonuçlarını gözler önüne seriyor.
- Bilinçlenme ve Farkındalık: Günümüzde, gıda politikalarının sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyo-politik bir araç olarak nasıl kullanıldığını anlamak isteyenler için önemli bir kaynak.
Kitap, küresel gıda sistemlerinin nasıl şekillendiğini ve bunun toplumlar üzerindeki etkilerini anlamak isteyenler için oldukça değerli bir perspektif sunuyor.
Frederick William Engdahl Hayatı ve Kariyeri
Frederick William Engdahl (d. 9 Ağustos 1944), ABD’li yazar. Kendisini “ekonomi araştırmacısı, tarihçi ve serbest gazeteci” olarak tanımlıyor. Engdahl, Teksas’ta büyüdü ve 1966’da Princeton Üniversitesi’nden siyaset diploması aldı (BA), ardından 1969’dan 1970’e kadar Stockholm Üniversitesi’nde karşılaştırmalı ekonomi alanında yüksek lisans eğitimi aldı. Daha sonra New York’ta ve Avrupa’da ekonomist ve serbest gazeteci olarak çalıştı.
Engdahl, özellikle küresel enerji politikaları, genetik mühendisliği ve jeopolitik stratejiler üzerine yaptığı araştırmalarla tanınıyor. Çalışmaları, uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanında önemli tartışmalara yol açmıştır.
Yazarlar okumaya davet ediyor.
Sevgi’yle okuyunuz…



Yorum bırakın