
“Tüm yazarlar kibirli, bencil ve tembeldir ve yazma dürtülerinin altında bir gizem yatar. Kitap yazmak, acıdan kıvrandıran bir hastalığın uzun süren nöbetleri gibi insanı yiyip bitiren korkunç bir mücadeledir.”
— George Orwell
Merhaba
Kitap savaş döneminde bombaların patladığı zamanlarda, İngiltere’nin içinde bulunduğu gerçekliği anlatıyor. George Orwell, şöyle söylüyor:
Geçtiğimiz on yıl boyunca en çok istediğim şey, politik yazarlığı sanata dönüştürmekti. Başlangıç noktam hep bir partizanlık hissi, bir adaletsizlik duygusu oldu. Kitap yazmaya, konulduğumda kendime, ” bir sanat eseri üreteceğim” demiyorum. Yazmak istiyorum, çünkü ortaya çıkarmak istediğim bir yalan, dikkat çekmek istediğim olgu var ve başlangıçtaki kaygım, sesimi duyurmak.
Her koşulda, zaman içinde her türlü yazım tarzının mükemmelleştirdikçe aşılacağını düşünüyorum.
Her bir kitap başarısızlıktır, fakat ne tür bir kitap yazmak istediğimi açık bir biçimde biliyorum.
Dönüp son birkaç sayfaya baktığımda, sanki yazma dürtüm sadece toplum yararına odaklanan türdenmiş gibi gösterdiğimi görüyorum.
İngilizlerin çiçek sevgisine de değinmiş. Böyle bir güzelliği yaşıyorken sanata ilgisizliğin olduğunu belirtiyor. Hobilere ve boş zaman etkinliklerine bağımlılık, İngiliz yaşamının kişiselliği.
İngilizlerin Avrupa kültürünün dışında kaldığını söylemenin başka bir yolu yok. Çünkü büyük yetenek gösterdikleri bir sanat dalı var: edebiyat. Ama bu aynı zamanda ülke sınırlarını aşamayan yegane sanat dalı. Edebiyat, özellikle de şiir ve en çok da lirik şiir, kendi dil grubunun dışında çok az değeri olan ya da hiç değeri olmayan bir çeşit aile içi şaka.
Yaygın olarak okunan yegane şairler, yanlış nedenlerle hayranlık duyulan Byron ve İngiliz riyakarlığının kurbanı olarak acınan Oscar Wilde. Ve açık olmasa da, bununla bağlantılı olarak, felsefe yeteneğinin yokluğu, neredeyse her İngiliz’de düzenli bir düşünce sisteminin ya da hatta mantığın kullanılmasının eksikliği.
Birlik, hissini ifade ederken, vatanseverlik evrensel olduğundan ulusun aniden silkilenerek nasıl bir araya gelebildiğini aktarıyor. Kriz anlarında beraber hareket etme bilinci yüksek. İngiltere, yüzbinlerce vatandaşını sürgüne ve toplama kampına göndermeyen yegane ülke.
İngiliz basını dürüst müdür, yoksa değil midir?
Normal zamanlarda hiç dürüst olmadıklarını , tüm kayda değer gazeteler reklamlardan geçiniyor ve reklamı verenler haberlere dolaylı bir sansür uyguluyor.
Bir ülkenin kendi öz diline sahip çıkması ve gerektiğinde tek yürek olabilmeyi becermesi. Ülkesi için doğru ve yanlışların neler olduğunu tespit edebilmesi.
Zeki olmanın şüphelerini de düşünmek gerekiyor. Zeki olan birey akıl yürüteceği için gerçekleri algılayacak. Ve böyle insanlar o gün de bugün de çok önemli işlerden uzak tutuluyor. Böyle kişiler kendilerini yalnızca edebiyat eleştirmenliğinde ve sol siyasi partilerde yer edinebiliyor.
“Gerçeğinin görünmesinden kaç kişi memnun?”
Bir ülkedeki yaşam standardının, reel ücretlerde eşdeğer bir artış olmaksızın belirli sınırlar dahilinde artabileceği, her zaman anlaşılmıyor. Medeniyet bir noktaya kadar kendi ayaklarının üstünde yükselebilir. Toplum ne kadar adaletsizce örgütlenmiş olursa olsun, belirli teknik ilerlemenin tüm topluluğun yararına olacağı kesindir, çünkü belirli mallara ortaklaşa sahip olunur. Örneğin, bir milyoner sokakları kendisi için aydınlatıp diğer insanlar İçin karartmaz. Medeni ülkelerin neredeyse tüm vatandaşları şimdi iyi yollardan, mikropsuz sudan, polis korumasından, ücretsiz kütüphanelerden ve muhtemelen bir çeşit ücretsiz eğitimden faydalanıyor. İngiltere’de kamu eğitimi cimrice paradan mahrum bırakılıyorsa da, yine de büyük ölçüde öğretmenlerin sadık emekleri sayesinde gelişti ve okuma alışkanlığı inanılmaz ölçüde yayıldı. Zenginler ve yoksullar artan ölçüde aynı kitapları okuyor, aynı filmleri izliyor ve aynı radyo programlarını dinliyor. Ve yaşam tarzlarındaki farklar, ucuz giysilerin seri üretimi ve barınmadaki gelişmeler sonucunda azalıyor. Dış görünüş söz konusu olduğunda, zenginler ile yoksulların giysileri, özellikle de kadınlarda otuz ya da hatta on beş yıl önce olduğundan çok daha az farklılık gösteriyor.
Faşizm ile ilgili satırları okurken,
Nazi hareketinin arkasındaki itici güç insan eşitsizliğine, Almanların tüm diğer ırklara üstünlüğüne, Almanya’nın dünyaya hükmetme hakkına olan inanç. Alman Reichı’nın dışında herhangi bir yükümlülük kabul etmiyor. Ünlü Nazi profesörleri tekrar tekrar yalnızca Kuzey Avrupa kökenli insanların tamamıyla insan olduklarını “kanıtladılar”, hatta (bizim gibi) Kuzey Avrupa kökenli olmayan insanların gorillerle melezleştirilebileceği fikrini öne sürdüler! Bu nedenle, Alman devletinde bir tür savaş sosyalizmi mevcutken, fethedilen uluslara yönelik tutumu, açıkça bir sömürücününki.
Açık havada, kahve eşliğinde okurken kitap hakkında şunları düşündüm. Zor bir hastalığın anlatımı, anlaşılması ne denli zorsa, bir yazarın yazması ve kitabı anlaşılır hale getirmesi de o denli zor…
Neden Yazıyorum* okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın