
Manly P. Hall’un, Rüya Sembolizmi kitabı Alacakaranlık saatinin dili üzerine kapsamlı bir el kitabı niteliğinde.
“Vizyon Veya Mistik Deneyim Olarak Rüya, varoluşun, amacın, başarının ya da farkındalığın eskiden bilinene nazaran daha yüksek mertebelerini tanıma çağrısıdır. Bu koşullar altındayken, ister uyku esnasında isterse uyanıkken gerçekleşsin, vizyon hayati bir deneyime dönüşür.”
— Manly P.Hall
Merhaba
İnsanın yeryüzündeki başarısının ilk şafağından bu yana rüyalar kaydedilmiştir. Eski ve ilkel toplumlar arasında rahiplerin ya da halkların ruhani liderlerinin bir görevi de rüyaların yorumlanmasıydı. Bu medeniyet topluluklarında, rüyanın gerçek bir psişik fenomen olarak görüldüğü ve bir anlamı olduğunun varsayıldığı anlaşılmaktadır. Anlam, bu halklar için, daha ziyade gerçeğe dayalı bir durumdu. Günlük uğraşlarla ve günlük sorunlarla bağlantılıydı. Rüyanın aynı zamanda belli kehanet boyutları da vardı ve canlılar dünyası ve insanı çevreleyen görünmez evren arasında bir bağlantı olması gerektiği düşünülürdü.
Grekler bu bakış açısına daha yatkındır. Ününü atom alanındaki keşiflerine borçlu olan Demokritos rüyaların uyku durumunda, insanın havada yüzen, belki de diğer insanların zihinlerinden türeyen gölgelere, hayaletlere, elementlere ve maddelere olan duyarlılığını temsil ettiğini savunur. Boşluğun çoğu parçalı halde ve gittikçe de parçalanan varlıklarla dolu olduğunu ve uykuda kişinin bir tür psişik mezarlık olan bu kaotik küreye katılım gösterdiğini düşünmüştür.
Her zaman için daha muhafazakar biri olan Aristoteles ise, rüyaların kişinin kendi doğasındaki psikolojik faktörlere ya da kişiliği etkileyen çevresel baskılara bağlı olarak ortaya çıktığından şüphelenmeye yatkındır. Cicero ise, yenen ağır bir yemekten sonra görülenler hariç, ilahi bir kökeni olduğuna inandığı rüyaların kâhinsel olduğunu düşünmekten hoşlanır. Platon’un takındığı tutum ise, rüyaların beyin üzerinde etki bırakarak kişinin iç dünyası —yani ruhu veya psişik özü- ile dış veya fiziksel varlığı arasında bir bağlantı türü olduğu düşüncesi ile özetlenebilir.
Ortaçağ boyunca, bu konuya katkıda bulunan çok da fazla eser üretilmemiştir. 7amanın düşüncesine hakim olan Kilise, daha ziyade Aristoteles ve Platon’u takip etme eğiliminde olmuştur. Buna karşın son üç veya dört asırdır, pek çok filozof rüyalara ilgilendikleri diğer, daha kapsamlı teorileri destekleyen bir araç olarak ilgi göstermişlerdir. Fikirleri günümüzde üzerinde durulan fikirlere gittikçe yaklaşmıştır, ancak kabul etmeliyiz ki bugün bile rüya ve onu ortaya çıkaran süreçler tam anlamıyla anlaşılamamıştır.
Ortaçağ’ın İngiliz, Alman ve Tötonik kökenlerinden gelen “rüya” kelimesi, çok erken dönemlerde, pek tabii Avrupa kültüründe, insanların rüyaları, belki de bütünüyle gerçekliğin sınırları içerisinde bazı fantezi türlerinin bir ürünü olarak görerek onlardan şüphe ettiğini gösterecek şekilde, “kandırmak” anlamına gelen bir kelimeden türemiş olduğu görülmektedir. Bu nedenle, son bin yıl içerisinde insanoğlunun git gide, rüyanın uzayın bir başka bölge ya da boyutunda meydana gelen fiili ve gerçek bir tecrübe olduğu inancından, kişinin iç dünyası ile derinlemesine ilgili olduğu fikrine doğru sürüklendiği söylenebilir. Bu geniş bir ifadedir ve bazı değişimlere maruz kalmıştır, ancak amaçlarımız doğrultusunda düşüncemizin genel yönünü gösterecektir.
Yetişkin kişi, özellikle de rekabetçi bir toplum içerisinde daha yorucu bir hayat yaşamaktadır. Daha fazla psişik gerilim altındadır. Başarı ve hayal kırıklığı, umut ve çaresizliğin sık değişimlerine maruz kalır. Daha fazla endişe ve korkuya tutulur ve modern dünya içerisinde, o dünyanın koşullarını etkilemek veya değiştirmesi için gücünün sınırlarını aşan dünya koşulları ile epey sarsılmıştır. Rüyanın olgunluk yıllarında ve faaliyetin en üst düzeye çıktığı zamanlarda en sık görülmesi gerçeği, rüyanın kişiliğin daha karmaşık ve kendi aksiyon ve reaksiyonlarını üretmekle fazlaca meşgul yüklü olması sonucu ortaya çıktığı anlamına gelebilir.
Helen Keller’ın konuşmayı öğrendikten sonra, rüyalarında konuşmalar duyduğu rapor edilmiştir. Konuşma ile ilgili kendi tecrübelerinden öncesinde ise bu olmamıştır. Bu tür meseleler, fenomenlerin duyularla algılanışı ve rüyalarda kaydedildiği şekliyle uyku fenomeninin gizemleri arasındaki bazı geçerli ilişkileri göstermektedir.
Uykunun bir ölçüde terapi anlamına geldiğini, uykuda, rüyalar sayesinde karmaşık veya gizli kalmış şeylerin, berraklaşmasının mümkün olduğunu biliriz. Aynı zamanda, bilinçaltı ya da kişinin öznel kısmının uykuda etkiye uyanık halindekinden daha açık olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden, uykunun dünyasına açılan kapı, pek çok gizeme, hakkında çok az şey bildiğimiz garip ve dolambaçlı yollara öncülük eder.
Uykudayken bile, insan belli türde farkındalıklara sahiptir, ancak bunlar uyanık durumundakilerden daha belirsizdir. Parapsikoloji araştırmaları uyku durumunda insanın belli ölçüde durugörüye, diğer insanlarla telepatik ilişkiye ulaştığını öne sürmektedir.
Rüyanın, bizler psikoterapi hakkında şuurlu bir bilgiye sahip olmadan önce varolduğunu biliyoruz. Rüya, psikoterapinin o sayede varoluşa etki edebildiği formülleştirmiş herhangi bir kavramdan önce gelmiştir.
Rüya, insanoğlunun yeryüzündeki ilerleyişinin şafağından bu yana insanı çevreleyen, canlılar dünyası ve görünmezler evreni ile bağlantılı olagelmiştir. Bu evrensel sembollerin bireyler için önemi uyku fenomeni, mistik ve vizyonsal bir deneyim olarak rüyalar, rüyalar yoluyla öz öğrenim, rüya yorumları için anahtarlar ve rüya süreci ile birlikte açıklanmıştır.
Rüya Sembolizmi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın