
İnsanın en derin arzusu nedir? Acıyı aşmak ve varoluşun çetin koşullarında anlam aramak mümkün müdür? Yaşamın bizden ne beklediğini keşfettikten sonra bunu umutsuz insanlarla paylaşmak mücadeleyi güçlendirir mi? Peki insanı insan yapan nedir?
“Çağımızın içinde bulunduğu acınası durumun bir dışavurumu olarak gördüğümü söylemekten ibarettir: eğer yüz binlerce insan, yaşamın anlamına ilişkin çok az şey vaat eden bir kitaba yöneliyorsa, bu insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir sorun demektir..”
— Viktor Frankl
Merhaba
İzmir, Hastane ziyareti ardından büyük bir keyifle ziyaret ettiğim, İnkilap Kitabevi. Uzun bir aradan sonra, dışarıda bastonla nefes almak, kasları çalıştırmak ve dahası çok iyi geldi.Aradığım, kitabı nihayet bulmuş olmanın sevinci de ayrı.
Üçüncü Viyana Okulu’nun ve logoterapinin kurucusu olan Avusturyalı nörolog ve psikiyatr Viktor Emil Frankl, varoluşçu terapinin en önemli isimleri arasındadır. En çok satan kitabı, İnsanın Anlam Arayışı’nda 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz toplama kampında yaşadıklarını anlatmıştır.
Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yaşama yönelik tutumunuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyon değil, doğru eylemden doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir.
Yaşamın Anlamı
Yaşamın anlamı insandan insana, günden güne, saatten saate farklılık gösterir. Bu nedenle önemli olan, genelde yaşamın anlamı değil, daha çok belli bir anda bir insanın yaşamının özel anlamıdır. Aynı şey insanın varoluşu içinde geçerlidir. Kişinin, soyut bir “yaşamın anlamı” arayışına girmemesi gerekir. Herkesin yaşamında özel bir mesleği veya uğruna çaba harcayacak bir misyonu, yerine getirilmeyi bekleyen somut bir görevi vardır. Ne onun yeri değiştirilebilir ne de yaşam tekrarlanabilir. Bu nedenle herkesin işi, bunu yürütmeye yönelik özel fırsatları kadar eşsizdir. Tek kelime ile her insan yaşam tarafından ve herkes, sadece kendi yaşamı İçin cevap verirken yaşama cevap verir; sadece sorumlu olarak bunu yapabilir.
Var Oluşun Özü
“İlk kez yaşıyormuşçasına ve ilk kez şimdi yapmak üzere olduğunuz gibi hatalı hareket etmişçesine yaşayın!” Bana öyle geliyor ki başka hiçbir şey insanın sorumluluk duygusunu, onu ilk önce şu anın geçmiş olduğunu ve daha sonra da geçmişin değiştirilip düzeltilemeyeceğini düşünmeye çağıran bu özdeyiş kadar iyi kamçılayamaz. Bu algı kişiyi, yaşamın belirli (sınırlı) oluşuyla olduğu kadar, hem kendi yaşamıyla hem de kendisiyle ne yapacağının belirleyiciliğiyle karşı karşıya getirir.
Bırakın kişi, topluma karşı mı, kendi bilincine mi sorumlu olduğunu yorumlamaya karar versin.
Viktor Frankl, insanlığın gördüğü en büyük acılar içinde birey olarak büyümeyi ve tek parça hâlinde kalmayı başarmış kişilerden biridir. Avusturyalı bir doktor ve psikiyatr olan Frankl, 1905 senesinde orta sınıfa mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti.
Sevginin Anlamı
Sevgi yoluyla insan, sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür. Ayrıca sevgisi yoluyla kişi, sevdiği insanın bu potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar.
Acının Anlamı
Umutsuz bir durumla karşılaştığımız, değiştirilemeyecek bir kaderle yüz yüze geldiğimiz zaman bile, yaşamda bir anlam bulabileceğimizi asla unutmayalım. Çünkü o zaman önemli olan şey, kişisel bir trajediyi bir zafere, kendi zor durumunu insan başarısına dönüştürmek ve sadece insan özgü eşsiz insan potansiyeli olabildiğince göğüslemektir. Artık bir durumu değiştiremeyecek bir noktaya geldiğimiz- örneğin olanaksız bir kanser gibi iyileşme şansı olmayan bir hastalığı düşünün- zaman kendimizi değiştirme yoluna gideriz.
Bir insanın kendi kaderini ve içerdiği olanca acıyı kabul ediş yolu, kendi davasını seçiş yolu, ona, en ağır koşullar altında bile, yaşamına daha derin bir anlam katma fırsatı verir. Yaşam, yiğitçe, onurlu ve özgecil olabilir. Ya da bu şiddetli kendini koruma kavgasında kişi, kendi insan onurunu unutup bir hayvan düzeyine inebilir. Burada, insanın zor bir durumun sunduğu ahlaki değerlere ulaşma fırsatlarından yararlanma ya da vazgeçme arasındaki seçimi yatmaktadır. Bu da, o insanın acılarına değip değmediğini belirler.
Ancak az sayıda insanın böylesine yüksek ahlaki standartlara ulaşma yetisine sahip olduğu doğrudur.
İçsel gücünüz, dışsal kaderinizin üzerine çıkabilir. İnsan, kendi acıları yoluyla bir şeye ulaşma şansıyla birlikte, her yerde kaderle karşı karşıyadır.
İnsanı insan yapan nedir?
En çok saygı duyulan insanların, büyük sanatçılar, ünlü bilimciler, büyük devlet adamları ya da sporcular değil, yaşadıkları kötü kaderin efendisi olmayı başaran insanlar olduğunu göstermiştir.
Bugün bir psikiyatriste giderek artan sayıda, onu nevrotik semptomlarla değil, insan sorunlarıyla karşı karşıya bırakan hastalar başvurmaktadır.
Bizim kuşağımız gerçekçi bir kuşak, çünkü insanı gerçekte olduğu şekliyle tanımaya başladık. Her şey bir yana, insan Auschwitz’in gaz odalarını icat eden varlıktır; ama dudaklarında duayla ya da Shema Yisrael ile gaz odalarına dimdik yürüyen varlık da insandır.
Bütün olup bitene karşın yaşama evet demek nasıl olası olur?
“Her şeye evet demek” yaşamın her koşulda, hatta en kötü koşullaar altında bile potansiyel olarak var olduğunu varsayar. Bu da sonuç itibariyle insanın, yaşamın olumsuz yanlarını olumlu ya da yapıcı şeylere dönüştürme yetisine sahip olduğunu varsayar.
Anlam algılanışı, klasik Gestalt algı kavramından farklıdır; öyle ki sonuncusu, her “zemindeki” bir “figürün” ansızın algılanışını ifade ederken, gördüğüm kadarıyla anlamın algılanışı, çok özel olarak, gerçekliğin zeminine (fonuna) karşı bir olasılığın farkına varılmasına ya da daha açık sözcüklerle ortaya konacak olursa, belli bir durum için yapılabilecek şeyin farkına varılmasına indirgenir.
Peki nasıl olurda insan anlamı keşfetmeye başlar?
Charlotte Bühler‘in de ifade ettiği gibi: “Yapabileceğimiz tek şey, nihai olarak insan yaşamının ne olduğuna ilişkin sorularının yanıtlarını bulmuş gibi görünen insanlarla, bulamayan insanların yaşamlarını araştırmaktır.”
Dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek.
Bu nedenle uyanık olalım: iki anlamda uyanık olalım, Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz. Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.
İnsanın Anlam Arayışı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın