
Travmaların üst üste geldiği, yoğun ve “kötü” duygularla hemhal olduğumuz zamanlardayız. Yas tutuyor veya daha kötüsü tutamıyor, hüzne boğuluyor, çaresizlik hissediyor, karşılaştığımız sevgisizlik ve nefret karşısında dehşete düşüyoruz. Duygular geldiği gibi yaşanır elbette. Ama onlarla nasıl yaşayacağımız üzerine düşünmemiz gereken bir mesele.
“Günümüzün baskın öznellik biçimi, derin bir kayıtsızlık eşliğinde ne sevebilen ne de nefret edebilen, tümüyle terk edilmiş ve duygusal bağlarından kopmuş hisseden —neredeyse hiçbir şey hissetmeyen— ruhlarla karakterize değil midir? Herhangi bir yorumun ya da anlam alanının dışında konumlanan, “tüm yorum bilgilerinin imkansız” kaldığı, sıkışık, daralmış, donuk ruhlar… İnancını ve arzusunu kaybetmiş..”
— Erdoğan Özmen
Merhaba
2018 yılında koltuk altı nüks gerçekleştiğinde, İstanbul’da ameliyattan bir süre sonra, Bağdat Caddesi “Gergedan” kitabevi ziyaretim, değerli birçok kitapla tanışmama vesile oldu.
Bu kitaplardan biri, Erdoğan Özmen’e aitti. İlgilenenler için belirtiyorum, Psikiyatri, Psikoloji, Politika adlı bir kitabı daha var.
Depresyon, ruhsal bir sorundur. Psikoloji bu şekilde tanımlıyor. Depresyon, politik, toplumsal bir sorunda olabilir mi?
Nereye dönse, ne yapsa vazgeçemediği ve bırakamadığı şeylerin toplamıdır insan. Onların içimizde birikmesidir varlığımızın esasını oluşturan. Kristaller halinde içimizde çökelmesi, yer etmesidir. En baştan bizi orada bekleyen, verili bir kimlikle, ‘fıtratımıza’ kayıtlı bir özle başlamayız hayata. (…) yüce bir gayretle adeta yoktan var ederek adım adım inşa ederiz kendimizi. Yaşadığımız bütün ayrılıkların, kayıpların ve hüsranların yasını tutarak, onlardan ve bozulan her ilişkiden, sevdiklerimizi inciten ve acıtan her şeyden kendimizi de sorumlu sayarak insan oluruz. Hiç terk etmeden. Her kayıpta, kaybettiğimiz kişi ya da şeyle özdeşleşerek. Onların gölgesini üstümüze düşüre düşüre kurarız benliğimizi. Varlığımızın en içinde, her birimizi vefasızlıktan ve kadir-kıymet bilmezlikten esirgeyen güçlü bir çekirdeği muhafaza ederek. (…) Teşekkür etmeyi ve minnet duymayı ta başta öğreniriz.” Travmaların üst üste geldiği, yoğun ve “kötü” duygularla hemhal olduğumuz zamanlardayız. Yas tutuyor veya daha kötüsü tutamıyor, hüzne boğuluyor, çaresizlik hissediyor, karşılaştığımız sevgisizlik ve nefret karşısında dehşete düşüyoruz. Duygular, geldiği gibi yaşanır elbette. Ama onlarla nasıl yaşayacağımız üzerine düşünmemiz gereken bir mesele. Erdoğan Özmen, duygularla aklın, duygularla politikanın iki alakasız küre olmadığını gösteriyor bu kitabında da. Başta yas ve melankoli olmak üzere, duygu durumlarımız üzerine düşünüyor. Gayet yalın, kötülük ve iyilik üzerine düşünüyor aslında. Yüzleştiği hüzne katılan bir üslupla, ama hem de tutkuyla, yaşam sevgisiyle yazılmış denemeler.
Duygularla aklın, duygularla politikanın iki alakasız küre olmadığını gösteriyor.
Duygu durumunuz üzerine hiç düşündünüz mü?
Peki, yüzleştiğiniz duygularınız sizleri tutkuya, yaşam sevgisine taşıdı mı?
Vazgeçemediklerinin Toplamıdır İnsan, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın