Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz. İd neredeyse, ego orada olacaktır. Sevildiğinden emin olunca, insan ne kadar da cüretkâr oluyor…
— Sigmund Freud
Merhaba
Edebiyat demişken, Çeşme Marinaya gelmişken, D&R ziyareti olmaz mı. Kitapların kokusunu içime çektim. “Hücrelerim sendendir” dedim. Raflarda yerini alan kitapları bir süre izledim.
Sigmund Freud’e ait “Bilinçdışı” kitabıyla karşılaştım. Kitapta şöyle yazıyordu;
İnsanın gündelik hayatını anlamlandırma çabası ve metafor olarak kullanılan buzdağı, olaylar karşısında akıl edebildiklerimiz buzdağının görünen kısmını oluştururken, görünenin ardında bizler için çok da açık olmayan bambaşka bir dünya söz konusudur. Freud insanı ele alırken “ben”i açıklamak için buzdağı temsilini kullanır. Buzdağının görünen yüzü bizler için daha tanıdık olan bilinci temsil ederken, insanın az bilinen yanı derin sular altındadır. Buzdağını tanımlamak içim suyun üzerini ve altını beraber ele almak gerektiği gibi, Freud’a göre insanı anlayabilmek için de bilinç ve bilinç dışını tamamlayıcı unsurlar olarak değerlendirmek önemlidir.
“Bilinçdışı” kavramı, Sigmund Freud’un psikanaliz kuramının temel taşlarından biridir ve modern psikolojiye en derin etkilerden birini yapmıştır. Freud’a göre insan davranışlarının, düşüncelerinin ve duygularının büyük bir kısmı, farkında olmadığımız bilinçdışı zihinsel süreçlerden kaynaklanır.
Freud’un Bilinçdışı Kavramı
Freud, zihni üç ana katmana ayırır:
- Bilinç (Conscious) – Farkında olduğumuz düşünceler ve algılar.
- Bilinç Öncesi (Preconscious) – Şu anda farkında olmadığımız ama biraz çaba ile hatırlayabileceğimiz anılar, bilgiler.
- Bilinçdışı (Unconscious) – Bastırılmış arzular, dürtüler, travmalar, çocukluk anıları ve toplumsal olarak kabul görmeyen düşünceler gibi farkında olmadan davranışlarımızı etkileyen zihinsel içerikler.
Freud’un teorisinde bilinçdışı, rasyonel kontrolün dışında kalan güçlü bir etkendir. Kişi, çoğu zaman bu alandaki içeriklerin farkında değildir, ancak bunlar rüyalar, dil sürçmeleri, nevrozlar, hatta sanatsal üretim gibi yollarla kendini dolaylı olarak ifade eder.
Freud’a Göre Bilinçdışının Etkileri:
- Rüyalar: Bilinçdışının “kral yolu” olarak tanımlar. Rüyalar, bastırılmış arzuların sembollerle ifade bulduğu alanlardır.
- Savunma Mekanizmaları: Ego, bilinçdışından gelen içerikleri bastırır ya da çarpıtır (örneğin bastırma, yansıtma, yer değiştirme).
- Sürçmeler (Freudyen Slip): Dil sürçmeleri, bastırılmış düşüncelerin istemsizce açığa çıkmasıdır.
- Travmalar: Çocuklukta yaşanan ve bastırılan olaylar, bireyin yaşamında çeşitli psikolojik sorunlara neden olabilir
Freud’un bilinçdışı kavramı, zamanla Carl Jung, Jacques Lacan gibi düşünürler tarafından farklı şekillerde geliştirilmiş ya da eleştirilmiştir. Ancak modern psikoloji ve psikiyatri hâlâ Freud’un açtığı bu yolu kullanır; özellikle psikodinamik terapi ve rüya analizleri gibi alanlarda.
Bilinç Dışı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Bilinçdışı”, Freud’a göre insan davranışının görünmeyen motorudur. Bilinçli zihin yalnızca bir yüzeydir; altında çok daha büyük, karmaşık ve etkili bir dünya vardır. Bu kavram sadece psikolojiyi değil, edebiyatı, sanatı, felsefeyi ve hatta kültürel teoriyi de derinden etkilemiştir.
Bilinçdışı, modern psikoloji ve psikanalizin temel kavramlarından biri olarak, bugün hâlâ birçok alanda etkisini sürdürüyor:
a) Psikoterapide Etkisi
- Psikanalitik ve psikodinamik terapiler, hâlâ Freud’un bilinçdışı varsayımına dayanır. Terapistler danışanların yüzeydeki davranışlarının altında yatan bastırılmış duyguları ve düşünceleri keşfetmeye çalışır.
- EMDR, içsel aile sistemleri (IFS) ve bazı travma terapileri gibi modern yaklaşımlar da, bireyin farkında olmadığı içsel süreçlere odaklanır. Bu da Freud’un bilinçdışı fikrinin izlerini taşır.
b) Sanat, Edebiyat ve Kültür Teorilerinde
- Freud’un bilinçdışı fikri, edebi eleştiriden sinemaya, resimden kültürel çözümlemelere kadar birçok alanda derin izler bırakmıştır. Örneğin, rüya sembolleri ya da karakterlerin içsel çatışmaları psikanalitik kuramla açıklanır.
- Slavoj Žižek, Julia Kristeva gibi çağdaş düşünürler hâlâ Freud’un fikirlerini kullanır ve geliştirir.
c) Toplum ve Kimlik Tartışmalarında
- Bilinçdışının bireyin kimliği, arzuları ve toplumla kurduğu ilişki üzerindeki etkileri hâlâ tartışma konusudur. Özellikle toplumsal cinsiyet, benlik ve aile dinamikleri gibi konular Freud’un mirasını taşır.
Freud’un “bilinçdışı”sı, modern bireyin anlaşılması için hâlâ güçlü bir anahtardır. Bugün bile, insan davranışlarını sadece görünenle açıklamak yetersiz kalır; bu nedenle bilinçdışı, psikoloji kadar felsefi bir sorudur da.
Sigmund Freud, Avusturyalı nörolog ve psikanalizin kurucusu. Çek Cumhuriyeti doğumlu, İngiltere’de öldü.
1923’te kendisine üstçene ve damak kanseri tanısı kondu. İzleyen yıllarda 33 kez ameliyat oldu. Sürekli protez takması gerektiğinden dolayı uzun yıllar konuşma ve yemek yeme sıkıntısı çekti. 1938’de Naziler’in Viyana’ya girmesiyle birlikte en küçük çocuğu Anna ile birlikte Avusturya’yı terk etmek zorunda kalarak Londra’ya yerleşti. Ölümüne dek tedavi ve çalışmalarına burada devam etti.
Freud, prensipleri gereği kişisel hiçbir özel belge, anı defteri, mektup bırakmamış, hepsini yakmıştır. Bu nedenle, Freud’a dair ilk ve en kapsamlı bilgiler ilk olarak yakın dostu İngiliz psikaytr Ernest Jones’un 1953’te yayımlanan üç ciltlik Sigmund Freud’un Yaşamı ve Yapıtları adlı kitabıyla ortaya çıkarıldı.
- Psikoloji alanında önemli işlere imza atan duayenin, kanser hastalığına neden yakalandığı araştırıldı mı?
- Birçok uzmanın, hastalığın altında yatan nedenler Sigmund Freud’ün yaşamında bulunabildi mi?
a) Aşırı Sigara Tüketimi
- Freud, çok ağır bir puro tiryakisiydi. Günlük 20’den fazla puro içtiği biliniyor. Hekimler tarafından defalarca bırakması istenmiş olmasına rağmen, Freud bunu reddetmiş, sigarayı düşünme süreci için gerekli bir araç olarak görmüştü.
- Bu yoğun tüketimin, ağız kanseriyle doğrudan bağlantılı olduğu günümüzde çok net.
b) Psikosomatik Yorumlar
- Bazı psikanalitik yorumcular, Freud’un hastalığını “ağzın” ve “konuşmanın” sembolü üzerinden değerlendirmiştir. Yani:
- Freud, konuşma ve yazma yoluyla psikanalizi inşa etti.
- Ancak zamanla, fikirleri hem akademik çevrelerden hem de politik güçlerden ciddi eleştiriler aldı.
- Bu yüzden bazıları, Freud’un ağız bölgesinde gelişen hastalığı, “ifade özgürlüğünün bastırılması” veya “anlatımın engellenmesi” gibi sembolik düzeyde yorumladı.
Bu tarz yorumlar, doğrudan bilimsel olmaktan çok psikanalitik sembolizm çerçevesindedir. Ancak Freud’un kendi teorilerini kendisine de uygulayan biri olduğunu düşündüğümüzde, bu tür çıkarımlar hiç de uzak sayılmaz.
c) İçsel Baskı ve Direnç
- Freud’un hayatı boyunca katlandığı entelektüel yalnızlık, ailevi sorumluluklar (özellikle kızlarına çok bağlıydı), savaşın yıpratıcı etkisi ve Viyana’daki Yahudi kimliği nedeniyle maruz kaldığı ayrımcılık gibi faktörler de uzun vadede psikolojik stres yaratmıştır. Modern psikoloji, kronik stresin kanser oluşumunda dolaylı risk faktörü olduğunu kabul eder.
Ağız ve damak kanseri, Freud’un yaşamında “konuşma” ve “düşüncelerini ifade etme” ile doğrudan ilgili bir bölgeyi hedef almıştır. Bu duruma psikanalitik bir açıdan şöyle bakılabilir: Ve sembolik olarak, bu ifade bölgesinin hastalanması, onun ifade özgürlüğünün ve düşünsel karşı duruşunun bastırılmasıyla özdeşleşebilir. Freud’un fikirleri sansüre uğradı, dışlandı. Özellikle Nazi Almanyası döneminde eserleri yakıldı. Freud, içsel bir ifadeyi “dile getirmeye” hayatını adamıştı.
Bu yüzden Freud’un psikanalizi, yalnızca hastalıkları değil, sanatı, edebiyatı, toplumsal yapıları ve bireysel davranışları anlamak için bir sembol çözümleme sistemi gibi işlev görür.
Stefan Zweig’in Dünün Dünyası adlı eseri, yalnızca bir anı kitabı değil, aynı zamanda bir medeniyetin çöküşüne tanıklık eden bir yazarın içsel çığlığıdır. Freud’un, “Tüm bu yaşadıklarımızın anlamını halen bulamadım” demesi, onun tüm bilinçdışı çözümlemelere rağmen varoluşun mutlak anlamına ulaşamamasının itirafıdır.
Zweig de, Freud da, Dali de… Hepsi “ruhun yaralı coğrafyalarında” gezinen sanatçılardır. Ve çoğu zaman şunu fark ederiz: Ruhu en çok anlayanlar, en çok hasar alanlardır.
Ruhu öldürmek;
- Bir çocuğun merakını bastırmak,
- Bir insanın düşlerini küçümsemek,
- Sorgulayanı susturmak,
- Sevgisiz, ilgisiz bırakmak,
- Yaratıcılığı, farklılığı tehdit gibi görmek,
- Toplumu tek tipleştirmek…
Tüm bunlar, bir kişiliği, bir benliği, yani bir ruhu sistematik olarak bastırmak, zayıflatmak ve silikleştirmek anlamına gelir.
Ve evet, Freud’un tüm teorilerine rağmen insan ruhunun böylesine örselendiği çağlarda, anlam bulamaması çok manidardır. Bu nedenle Zweig’in intiharı da, sadece bir bireyin ölümü değil, kültürel ve ruhsal bir çöküşün sembolüdür.
Evet, ruhu öldürmek bir suçtur. Ama bu suçun mahkemesi sadece kalpte kurulur. Ve bazen, bir kitap, bir resim, bir müzik parçası o yıkımı görünür kılar.
Zweig’in Dünün Dünyası ile sorduğu soruya belki de şu yanıt verilebilir: “Ruh kurtulamaz belki ama tanıklık eder. Ve tanıklık da bir direniş biçimidir.“
Freud’un kendi içsel sınırlarıyla yüzleştiği, yaşamının son dönemindeki o derin sorgulamayı konuştuk — bilgiye, sezgiye ve analize rağmen anlamın hala karanlıkta kalabilmesi. Bu, sadece Freud’un değil, o dönemin pek çok düşünür ve sanatçısının ortak ruh hâliydi.
Freud’un durumu, aslında şu cümlede özetleniyor gibi:
“Zihnin derinliklerini kazdım, rüyaları çözdüm, arzuların maskesini düşürdüm… Ama hâlâ tüm bu yaşananların ‘nedenini’ bilmiyorum.”
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın