Mucizeyi şöyle tanımlamak doğru olabilir: Tanrısal Varlık’ın tikel bir iradesiyle ya da görünmez bir aracının devreye girmesiyle bir doğa yasasının ihlal edilmesidir…”

— David Hume

Merhaba

İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, David Hume’un ilk eserinde incelediği konuların keskin ve açık bir özetini yaptığı, fikirlerin kökeninden özgür iradeye, nedensellik ilkesine dair şüphelerden, mucizelere kadar en ünlü argümanlarını formüle ettiği ustalık döneminin en yetkin eseridir.

David Hume, İskoç filozof, ekonomist ve tarihçi. Genellikle İngiliz dilinde yazmış en önemli filozoflardan biri olarak kabul edilir. Aynı zamanda bir tarihçi ve deneme yazarı olarak da bilinir. Kütüphane müdürüyken yazmaya başladığı altı ciltlik History of England eseri, felsefi eserlerinden çok daha fazla başarı ve ün kazanmasını sağladı.

  • David Hume’un felsefesi nedir?

David Hume, İngiliz empirizm yaklaşımını temsil eden düşünürdür. Locke ve Berkeley’le başlayan bilginin eleştirilmesi işlemi, Hume‘un felsefesinde doruğuna ulaşır. Ona göre, bilincin içindekiler, fikirler (ideler) ve izlenimler (duyumlar) diye ikiye ayrılır. İzlenimler deyince Hume, duyum ve duygulanımları anlar.

  • David Hume a göre en temelde bütün bilgilerimizin kaynağı nedir?

“Hume’la birlikte, akıl karşısında kendini meşrulaştıran duygu değildir artık, iddialarını savunmak üzere duyumların, saf izlenimlerin sahnesine çağrılan akıldır.” Bunun ne anlama geldiği açıktır. Bütün fikirlerin kaynağında duyu izlenimleri bulunur.

Mucizeler Hakkında…

Mucizenin doğurduğu felsefi problemler iki başlık altında ele alınmıştır. Bunlardan birincisi tarihsel bir olay olarak mucizenin imkânı, diğeri ise “doğa yasası” olarak mucizenin imkânıdır. Burada özellikle “yasa” ve “yasanın ihlali” terimleri üzerinde durulmuştur.

Bazen bir olay, kendi içinde, doğa yasalarına aykırı görünmeyebilir, ama gerçek olsa, bazı koşullardan ötürü mucize diye adlandırılabilir; çünkü olgusal olarak bu yasalara aykırıdır. Mesela ilahi bir otoriteye sahip olduğunu iddia eden bir insan hasta bir adamın iyileşmesini, sağlıklı bir adamın ölmesini, bulutlardan yağmur boşanmasını , rüzgarlar esmesini, kısacası birçok doğa olayının gerçekleşmesini emretse ve ardından hepsi birden gerçekleşse, bunlar haklı olarak mucize diye görülebilir, çünkü bu örnekte gerçekten de doğa yasalarına aykırıdır. Fakat olay ile emrin çakışmasının tesadüf olduğuna dair bir şüphe kalırsa, ortada ne mucize vardır ne de bu yasaların ihlali, çünkü hiçbir şey bir insanın sesi ya da emrinin böyle bir etkiye sahip olması kadar doğaya aykırı olamaz. Mucizeyi şöyle tanımlamak doğru olabilir: “Tanrısal Varlık’ın tikel bir iradesiyle ya da görünmez bir aracının devreye girmesiyle bir doğa yasasının ihlal edilmesi.” Bir mucize insanlar tarafından keşfedilebileceği gibi keşfedilemeyebilir de. Bu durum mucizenin doğasını ve özünü değiştirmez. Bir evin ya da geminin havaya yükselmesi gözle görülür bir mucizedir. Bir tüy parçasının, rüzgarın bu amaç için gerekli asgari güçten mahrum olduğu durumda havaya yükselmesi de, bizim için o kadar duyulabilir olmamakla birlikte, bir o kadar gerçek bir mucizedir.

Bilge bir adam, inancını kanıtlara göre orantılar. (…)

İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. İnsan zihninde olup bitenleri Newton’un deneysel yöntemini uygulayarak, yeni bir insan bilimi kurmayı ve geliştirmeyi öneren Hume, tüm iyi niyetine ve yüksek amaçlarına rağmen, İngiliz empirizminin temel tezlerini koruduğu için son çözümlemede kuşkuculuğa düşmekten kurtulamamıştır. Bizim yalnızca, kendi zihnimizde doğrudan ve aracısız olarak tecrübe ettiğimiz ideleri, duyum ve izlenimleri bilebileceğimizi, bilgide kendi zihnimizin ötesine geçemediğimizi ve bundan dolayı herhangi bir şeyin insan zihninden bağımsız olarak var olduğunu söyleyemeyeceğimizi belirten Hume, insan zihnini bilgi bakımından analiz ettiği zaman, insan zihninin tüm içeriklerinin bize duyular ve deney tarafından sağlanan malzemeye indirgenebileceğini görmüştür, bu malzeme ise algılardan başka hiçbir şey değildir.

Gilles Deleuzee göre, “Hume insanın bilimini yapmayı amaçlar. Peki temeldeki projesi nedir? Bir seçim her zaman dışta bıraktıklarıyla ilişkili olarak tanımlanır, tarihsel bir proje mantıksal bir ikamedir. Hume için söz konusu olan zihin psikolojisini, zihnin duygulanımlarının psikolojisiyle ikame etmektir. Zihin psikolojisi imkânsız, kurulamaz olandır, çünkü nesnesinde ne gerekli istikrarı ne de gerekli evrenselliği bulabilir; insanın gerçek bilimini yalnızca bir duygulanımlar psikolojisi kurabilir.”

Bu bakımdan Hume psikologdan önce bir sosyolog, bir ahlakçıdır; İnceleme, zihnin etkilendiği ilk biçimin öz itibariyle tutkusal olan ve toplumsal olan olduğunu gösterecektir.

“İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” (İngilizcesi: An Enquiry Concerning Human Understanding), 18. yüzyılın önde gelen İskoç filozoflarından David Hume’un en önemli eserlerinden biridir. Hume, bu eserde insan bilgisinin doğasını, sınırlarını ve kaynaklarını sorgular. Kitap, özellikle felsefi empirizm ve bilgi kuramı (epistemoloji) üzerine yapılan derinlemesine bir analiz sunar.

Eserde Hume, insan aklının nasıl çalıştığını ve algının ne şekilde bilgiye dönüştüğünü inceler. Hume’un temel argümanlarından bazıları şunlardır:

  1. Algı ve İzlenimler (Impressions ve Ideas): Hume, insan zihninin tüm bilgiye algılar üzerinden ulaştığını öne sürer. Algılar, doğrudan duyusal deneyimlerden (örneğin, gördüğümüz bir renk veya duyduğumuz bir ses) oluşan “izlenimler” ve bu izlenimlerin zihin tarafından işlenmesiyle ortaya çıkan “düşünceler” veya “fikirler” olarak ikiye ayrılır. Düşünceler, algılardan türetilir, bu yüzden zihinsel faaliyetlerin temeli, duyusal deneyimlere dayanır.
  2. Sebep ve Sonuç (Cause and Effect): Hume, bilginin büyük kısmının sebep-sonuç ilişkisi üzerine inşa edildiğini savunur. Ancak o, insanın doğrudan bir sebep-sonuç ilişkisini gözlemleyemeyeceğini belirtir. Bunun yerine, bizler sürekli bir olayı başka bir olayın takip etmesi sonucunda sebep-sonuç ilişkisi olduğunu varsayarız. Bu, bir tür alışkanlık veya öngörüyle gerçekleşir. Hume, sebep ve sonuç ilişkisini kesin bir şekilde doğrulamanın imkansız olduğunu, yalnızca tekrarlanan deneyimlere dayalı bir inanç olduğunu belirtir.
  3. Doğaüstü ve Dinî İnanışlar: Hume, insanın anlaması ve açıklaması zor olan doğaüstü olaylar veya dini fenomenlerle ilgili değerlendirmelerde bulunur. Özellikle, mucizeler ve dini inançların doğruluğunu sorgular. Ona göre, bir olayın doğaüstü bir açıklaması olabilmesi için, o olayın açıklığa kavuşturulmuş diğer olgulara göre çok daha güçlü kanıtlar sunması gerekmektedir. Bu yüzden, mucizelere dair inançların sağlam bir temele dayanmadığını ileri sürer.
  4. Aşkın Bilgi ve Metafizik Sorgulamalar: Hume, aşkın (transandantal) metafiziksel bilgiye dair güçlü bir şüpheci yaklaşım sergiler. Yani insanın doğrudan duyusal deneyimleri dışında herhangi bir kesin bilgiye sahip olamayacağını savunur. Hume’a göre, insan zihni doğası gereği sınırlıdır ve metafiziksel meseleler (özellikle Tanrı’nın varlığı, ahlaki değerler, evrenin nihai anlamı gibi) hakkında kesin bilgiye ulaşmak mümkün değildir.
  5. Bilişsel Sınırlamalar ve İnsan Doğası: Hume, insan aklının sınırlı olduğunu kabul eder ve insanın sahip olduğu bilgiyi ancak duyusal deneyimlerle açıklayabileceğimizi belirtir. Bu, onun doğal bilimler ve felsefi düşünceyi ayırt edici bir şekilde ele almasına olanak tanır. İnsanların günlük yaşamlarında işledikleri pek çok önermenin ve inançlarının, somut kanıtlarla değil, duygusal ya da alışkanlıkla şekillendiğini savunur.

Hume’un “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” adlı eseri, modern felsefe tarihinde önemli bir yere sahiptir. Kitap, empirizm akımının savunucusu olarak, bilginin kaynağının duyusal deneyimler olduğunu vurgular ve akıl ile duyuların sınırlarını tartışarak önemli bir felsefi miras bırakmıştır.

Hume’un bu çalışması, daha sonra Immanuel Kant gibi filozofları derinden etkilemiş, özellikle Kant’ın “Kritik” çalışmalarında Hume’un şüpheci yaklaşımına karşı verdiği cevaplardaki etkisi görülür. Bu bakımdan, Hume’un felsefesi, çağdaş epistemoloji ve metafizik tartışmalarına önemli bir katkı yapmıştır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin