Kendini Bilmek İçin Kitap!

"Ruhsal enerjide ilk basamak insanın kendini bilmesidir. Kendini bilen insan maneviyatını keşfeder ve yolculuğuna başlar." Lao Tzu

Sayılar Ve Rüyalar, İbnü’l Arabi

İyi kitaplar, en iyi üniversitelerin yerine geçer...

“İşte bu öyle bir ilimdir ki zati müşahededen kalbe doğar. Bu müşahadeden sır, ruh ve nefs üzerine feyz ve bereket yağar.”

İbn Arabi

Sayılar ve Rüyalar şeklindeki başlık, ilk bakışta sayı ile rüya arasında ne gibi bir ilişki olabilir, sorusunu anımsatabilir. Hz. Mevlâna’nın Mesnevi‘deki farklı bahisler arasında nasıl bir irtibat olduğunu izah için kullandığı kunduracı teşbihi, İbnü’l-Arabî’nin sayı ile rüyaları nasıl bir irtibat üzerinden ele aldığını anlamaya yardımcı olabilir. Bu teşbih, ehlullahın birbirinden farklı mevzuları ele alırken nasıl bir esasa dayandığını göstermesi bakımından ufuk açıcıdır. Bir kunduracı dükkânına giren kişi, kunduracıda olduğuna dair genel bağlamı hatırında tutarsa kendisı kundura ustası olmasa da gördüğü iğnenin, tahtanın, derinin, çekicin, ipin… her şeyin bir şekilde kundurayla bağlantısı olduğunu anlar. Ayrıntılarda kaybolmaz. Buna binaen Mevlâna, ehlullahın eserlerinin temel niteliğini “vahdet dükkânı” diye betimler.

İbnü’l Arabi’nin görüşleri, günümüzdeki matematiksel felsefenin üç ana akımından biri kabul edilen Platonik görüşe daha yakındır. Bu görüş, matematiksel doğruluğun mutlak dışsal ve ebedî olduğunu ve insan yapısı kriterlere dayanmayıp matematik nesnelerinin kendilerine özgü ve zamanla sınırlı olmayan bir varlığa sahip olduklarını savunur.

Günümüz bilgisayarlarının insana sağladığı ‘ muazzam olanaklar, bilişim çağı olarak nitelenen çağımızı şekillendiren sanal ağların meydana getirdiği bu kadar imkân, iletişim görsel unsurların 0,1 ‘lerden oluşan ikili sayma sistemine dayandığı gerçeği, bunu bilen günümüz İnsanında bile hayret uyandırmaktadır. Bilgisayarların sağladığı hızlı analiz imkânlarıyla uzayda seyreden gezegenler, göktaşları, patlayan yıldızlar, kara delikler, atmosferde oluşacak fırtına bulutları, yerküredeki su ve hava hareketleri, okyanuslardaki dalgalanmalar ve buna benzer nice olgu, temel fizik yasalarından hareketle matematik hesaplarla ekranda oluşturulup incelenmektedir. Bu hesaplarla, kendi masamızın üzerinde elimizin altında gerçek dünyamızı sayısal verilerle karşılayan sanal bir dünyayı oluşturabiliyoruz. O verilere yapılacak bazı müdahalelerle gerçek dünyadaki değişimleri anlamaya ve kontrol altında tutmaya çalışıyoruz.
Bilgisayar ekranındaki görüntüler, ikili sayma sisteminin bir temsili ve sureti olduğuna göre içinde bulunduğumuz ve evren dediğimiz şey, acaba ilâhî kelimelerin yansıtıldığı muazzam bir bilgisayar ekranı olabilir mi? Evren hakiki bir boyutun sanal bir yansıması, temsilî bir sureti olabilir mi? Gördüğümüz varlıklar dış gerçekliğinin ötesine işaret eden görüntü, rüyet, rüya ve onun sanal gerçekliğine sahip olabilir mi?

Âlem dediğimiz şeyi anlama, hem sayıların işaret ettiği nice gerçeklikleri anlama hem de bir varlık hazretinden daha üst bir mertebeye intikal ederek o sembolün işaret ettiği hakikati anlama çabası, yani ta’bir değil midir aslında? Bu yönüyle sayı ve rüyalar, İbnü’l-Arabî düşüncesinde semantik olarak genişletilen iki kavramdır, Hem insan üzerinde neler olup bittiğini anlamanın hem evrendeki gizemi gözleyip değerlendirmenin, yani ta’birin yapıldığı alanlardır. Bu yönüyle konuyu, varlıktaki vahdete işaret ettiği irfan ve metafizik açılımlarıyla kutsal bir aydınlanma metodu olarak ele alır.

Şunu da hatırlatmak gerekir ki İbnü’I-Arabî’nin bunu yaparkenki amacı bizim bildiğimiz anlamda bir matematiksel faaliyet değildir. Zira ifadeleri, nicel bir metodun ürünü değildir. Ehl-i keşf ve tecelli olarak nitelediği ehlullahın kutsal aydınlanma tarikiyle eşyayı ve varlığı okuma becerisidir.

ZAMANIMIZDAKILER RÜYAYA DAIR BIR ŞEY DUYDUKLARINDA RÜYANIN MERTEBESI KONUSUNDA SON DERECE BILGISIZ OLDUKLARINDAN TÜMDEN REDDETMESELER DE BUNLARIN UYKUDA GERÇEKLEŞEN HAYALLER OLDUĞUNU SÖYLERLER. HALBUKI RÜYASINI TA’BIR EDEBILEN KIŞI, BU YOLLA ELDE ETTIĞI BILGIYI BAŞKA HIÇBIR ŞEYLE IDRAK EDEMEZ. ÇÜNKÜ RÜYA NÜBÜVVETTIN BIR CÜZ’ÜDÜR. BU YÜZDEN RESULULLAH (S.A.S) ASHABINA, “ ARANIZDA RÜYA GÖREN VAR MI?” DIYE SORARDI.

KUTB-I IRFAN MUHYIDDIN (FÜTÜHAT)

Tarihte rüya hakkında yazılmış eserlere bakıldığında rüyanın mahiyetini araştırmaya başlamadan çok önce insanın rüya ta’biriyle ilgilendiği anlaşılmaktadır.

Rüya ta’biri konusunda ilk metinler MÖ. 5000’li yıllarda Asurlular tarafından yazılmıştır. Konuyla ilgili günümüze ulaşan en eski eser, British Museum’da bulunan ve M.Ö. 2000’li yıllara ait olduğu tahmin edilen Eski Mısır’dan kalma bir papirüstür. Burada 200 çeşit rüya ta’birine yer verilmektedir.


Rüyaları tıpkı masal ve mitoslar gibi semboller dili olarak niteleyen Erich Fromm, bunun unutulan bır dil olduğunu belirtmiştir. Çağdaş insanın unuttuğu bu dilin yeniden hatırlanmasının gereğini ortaya koymak İçin Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar adlı eserini yazmıştır. (Bu eseri de blog da paylaştım)

Rüya ta’biri, tasavvufî gelenekte misal âlemi denilen nuranî âleme ait ilimlerden sayılmaktadır. Hz. Yakub ve ardından Hz. Yûsuf (a.s) rüya ta’bir ilminin piri kabul edilmektedir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) hem kendi gördüğü rüyaları ta’bir ettiğine, hem rüya gören sahabenin rüyalarını yorumladığına dair hadisler mevcuttur.

Uyanık iken meydana gelen idrak rü’yet ile gerçekleşirken, uykuda gerçekleşene rüya denilir.

Rüya bir tür görüş, idrak ve anlayış ifade eder. Kelimenin sözlük anlamlarından biri de göz (basar) ile veya kalp (basiret) ile görme anlamına gelir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s) rüyaların mahiyetine ilişkin hadisinde rüyalar şöyle tasnif edilir: “Rüya üç kısımdır. Biri insanoğlunu üzmek için şeytandan olan korkulandır; bir kısmı kişinin uyanıkken zihnini meşgul ettiği şeylerdendir, bunları uykusunda görür; bir kısmı rüyalar da var ki, onlar peygamberliğin kırk altı branşından biridir.”

Buna binâen, İslâmî kaynaklarda genellikle üç türlü rüyadan bahsedilir.


a. Sâdık veya sâlih rüyalar: Hz. Peygamber bu tür rüyaların peygamberliğin kırk altıda biri olduğunu haber vermiştir. Allah’tan birer müjde konumundaki (büşrâ minellah) bu tür rüyaların kaynağı ilâhî olduğundan doğru ve gerçek rüyalardır. Bu tür rüyalar vâsıtasıyla bazı olaylar tahakkuk etmeden önce keşfedilip haber verilir.


b. Nefsanî rüyalar: İlgili hadiste, “hadîs-i nefs” diye ta’bir edilen beyin, duyu organları ve İç organlardan kaynaklanan düşler. Bu tür rüyalar, hatıraların, gündelik yaşamda tatmin olunamayan arzuların hayâlde canlanmasından ibarettir.

Psikanalizde Freud’un rüyalara ilişkin değerlendirmeleri bu tür rüyalarla ilgilidir. Psikanalizde rüyaların aşkın bir boyutu olduğu ile daha ziyade C. G. Jung ilgilenmiş, kendi gördüğü rüyalar dahil rüyalardaki semboller ve kolektif bilinç üzerinde durmuştur.


c. Şeytanî rüyalar: Şeytanın etkisiyle (tahvifu’ş-şeytan) insanda meydana gelen çağrışım ve bu tesirin meydana getirdiği hayâl ve sanrılardır.

Birinci türden rüyalar ilâhî bir kaynağa sahip olduğundan, zaman üstü bir boyuttan yansırlar. Dolayısıyla dünyada henüz meydana gelmemiş olaylar için bir işaret ve öngörü ifade ederler. Buhârî’nin rivâyetinde nübüvvetten bir parça olan bu tür rüyaların yalan olamayacağı kaydı vardır. Ancak iki ve üçüncü tür rüyaların böyle aşkın bir kaynağı olmadığından, gören kişinin bilinçaltını ve sanrılarını göstermenin ötesinde birinci türdeki gibi bir gerçekliği yoktur. Nefis veya şeytandan kaynaklanan bu tür karmaşık düşlere Kur’an “adgâs u ahlâm” demektedir.

İbnü’lArabî’ye göre idrak için asıl olan duyudur ve uyanıkken duyu ile gerçekleşen idraktir. İnsanın hayâl yetisi, idrâkin gerçekleşmesinde duyuya tâbidir. İbnü ‘l-Arabî’ye göre Allah’ın rüya ile görevli bir meleği vardır. “er-Rûh” diye isimlendirilen bu melek, en yakın yüce boyutun (:semau’d-dünyâ) altındadır. İnsan, uyuduğunda bu melekle irtibat kurar ve onun elindeki sûretleri yine bu meleğin verdiği feyz ile kendi hayâlinde idrak eder. Böylece evrenin ekranı levh-i mahfûzdan yansıyan bilgiler öncelikle yüce âlemlere, oradan insana yansır. İnsan uyanıkken dış duyularıyla meşguldür. Bu yüzden uyanıkken bu mertebe ile irtibat kuramaz.

İbnü’l-Arabi ye göre rüyadaki şeyin gerçekleşmesi, ta’birine bağlı olunca, rüyanın kimselere anlaşılmaması önem kazanmıştır. Bu nedenle “rüyanın akıllı ve dost olan kimseye anlatılması” gerektiğini belirtmektedir.

Bilindiği gibi Yusuf Suresi’ndeki diyaloglarda bunu işaret etmektedir.

İdrakte asıl olan duyu olduğuna göre, vahiy neden duyu düzeyinde değil de rüya ile hayal mertebesinde başlamıştır?

“Sayı, ilâhî hazrette bilkuvve mevcut ilâhî bir sırdır. Bu sırra muttali olup, onunla amel edene sayının sırları, ruhları ve menzilleri açılır.”

Kutb-ı irfan Muhyiddin (Fütühat)

SAYILARDAKİ İRFAN

Tarih öncesinden bilgisayar çağına uzanan dönem boyunca matematik, hesap, kehânet, mistisizm, din ve büyü gibi birçok alanda kullanılanı sayılar nereden gelmektedir sorusu simgelerin alışılmışlığından ilk bakışta tuhaf gelebilir. Ancak cevabın tarihsel serüveni, aynı zamanda insanın varlığı ölçme girişimidir. Kendisini, evrendekileri ve Evreni tanımaya ve çevresindeki gizem tabusunu aralamaya çalışan insanın bulduğu ilk bütüncül anahtar sayıdır. Sayının böylesine kapsamlı oluşu varlığın her alanına uygulanabilirliğinden kaynaklanmaktadır. İnsan, sayılarda keşfettiği uyum sayesinde kendisi ile kozmos arasındaki uyumun da farkına varmıştır.

Her uygarlık sayıları gösteren kendi işaretlerine sahiptir. Sümerler çeşitli şekillerdeki kertikleri, İnkalar renkli düğümleri, Çinliler çeşitli çizgileri olan imleri ve abaküsü, Firavun uygarlığı resimleri, Girit ve Hitit krallıkları hiyeroglifsayısal gösterimini, Fenikeliler ve Romalılar ilkel sayı formlarını kullanmaktaydılar. Daha karışık matematik işlemleri için alfabenin harflerinin sayıları temsil ettiği sayma sisteminin pratik olduğu kanıtlanmıştı. Kökeni Antik Yunan’a veya İbranilere dayandırılan alfabetik satılama yönteminin kullanımı Arapça’da da devam etmiştir. Arapça’da aynı zamanda rakamları da gösteren harflerin eski Sami dilleri esasınca dizilmesini izleyen Arap alfabesine “ebced” denilir.

Sayıların tarihsel gelişimi insanın Tanrı anlayışı gibi somuttan soyuta doğru bir seyir izlemiştir.


İbnü’l-Arabî evreni ve evrendeki her şeyi ‘ayn ve özü Bir olanın mertebe ve zuhura gelişi bakımından çok olması’, kısaca ‘kesret görünümündeki vahdet’ olarak görür. Bu açıdan İbnü’l-Arabî okurları, farklı gözüken mevzuların vahdet cihetiyle ele alınmasına aşinadır. Zira mütefekkirimiz bütün evreni Kur’an’dan aldığı bir nitelemeyle Allah’ın kelimeleri olarak değerlendirir. Kur’an ile Hz. Peygamber’i (sav) ilâhî kelâmın ikizleri olarak niteler. Harflerin bir ümmet olduğunu yazar. Sayıları varlık mertebelerindeki sırlar olarak görür, menzillerinden bahseder. Alemdeki her bir “ayet”in kendi aslına işaret eden bir alamet oluşundan, dolayısıyla bu şeylerin fenomenlerinin ta’bir edilerek gerçekliğine geçilmesinin esaslarından bahseder. Sayıyı evrendeki düzenin sağlayıcısı ilahi bir sır olarak niteler.

Tanrı matematiğin dili ile konuşur.

Pisagor

Pisagor’un matematikle uğraşı bir yönüyle Tanrı’nın dilini, o dile özgü kurallar üzerinden öğrenme çabasıydı. Diğer bir ifadeyle matematiksel faaliyet, dolaylı olarak Allah ile diyalogları içeriyordu. Zira reel (gerçek) sayı kavramı ile “gerçek dünya”nın gerçekliği arasında nasıl bir ilişki olduğunu inceleme, sayı-varlık ilişkisini anlama faaliyetidir. Kuantum mekaniğinin yapısı için mutlaka gerekli olan kompleks sayılar, matematikçilere göre içinde yaşadığımız dünyanın işlevlerinin temelini oluşturmaktadır.

Sayıyı, “Tanrı’nın asli ve aktif erdemi” olarak gören Pythagoras’ın bu ilmi tanımlayan aşağıdaki ifadeleri, onun bu konudaki görüşlerini bariz şekilde yansıtmaktadır:

Sayılar ilmi ve kökeninde Bir’in bulunduğu ilim, tevhid ilmidir. Sayıların özelliklerine, sınıflandırılmasına ve düzenine ilişkin ilim, Yüce Yaratıcı tarafindan yaratılan varlıkların ve O’nun sanatının, düzenınin ve sınıflandırılmasının ‘ilmidir. Sayı ilmi nefsin merkezineyerleştirilmiştir, Açıklığa kavuşmadan ve hiç kanıtsız bilinmeden öncepek az tefekkür ve hafızayd ihtiyaç duyulur.

Sayfa 85

Sayılar ile varlık formları arasında temel bir ilişki olduğu fikri çoğu mistik düşünür tarafından dile getirilmiştir. Augustine sayı ve şeyler arasındaki ilişkiyi şöyle ifade eder:

Birer sayıları olduğu için bütün varlıkların biçimi vardır. Onlardan bu sayıları alırsanız, geriye bir şey kalmaz. Çünkü varlıklarda ölçülmüş (sayılar) kadar öz bulunmaktadır.

Sayfa 87

İslami gelenekte “Allah tektir, tek olanı sever.” hadisinden hareketle, özellikle tek sayıya vurgu yapılmış, dini merasim ve ibadetlerin tek sayı ile icra edilmesinde dini bir ehemmiyet varsayılmıştır. Benzer bir vurguyu Shakespeare oyununda “Tek sayılarda Tanrısallık vardır” der.

2 sayısında sufilerce dualitenin olduğu bu aşamada ben-sen ayrımı mevcuttur. Mevlana anlattığı bir hikayede söyle der:

Ben-sen ayrımında kaldığın sürece bu kapıdan geçemezsin.

Mevlana

Kadim geleneklerde Bir’in çokluğa açılımı, diğer bir ifadeyle birlikten çokluğun ortaya çıkması, 3 sayısına özel göndermelerle açıklanmaya çalışılmıştır. Söz gelimi ünlü Çinli Bilge Lao Tzu’nun şöyle der:

Tao birliği oluşturur, birlik ikiliği, ikilik üçlüğü ve üçlük her şeyi oluşturur.

Lao Tzu

Rabbim bilgimi arttır. Allah öğretendir…

Sayılar Ve Rüyalar, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle, okuyunuz…

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: