“Düşünce, insanın içinde erimiş maddenin dökümcünün kabında yayılışı gibi akar… “

Rene Guenon

Merhaba

Rene Guenon, gençlik yıllarından itibaren din, metafizik ve gizli bilimler üzerine çalıştı. Doğu metafiziğine özel bir ilgi duydu. Doğu geleneklerini ( özellikle Hinduizm’i) incelemesi onu sahih bir Gelenek (Tradition) olmadan batıni yolun doğru bir şekilde tecrübe edilemeyeceği sonucuna götürdü. Bu araştırmaların sonucunda 1912 yılında Müslüman oldu.

Guenon, bazı dinî sembollerin “tradisyonel bilimler”e uygun şerhini yaptığı Yatay Ve Dikey Boyutların Sembolizmi, adlı kitapta sembollerin ilk(e)sel ve metafizik anlamlarını ön plana çıkarmaya çalışmaktadır.

Haç, belirtildiği üzere, çeşitli şekillerde hemen her yerde ve en eski çağlardan beri rastlanılan bir semboldür. Dolayısıyla, bazılarının zannettikleri gibi, özgün olmaktan ve yalnızca Hıristiyanlığa ait olmaktan çok uzaktır. Hatta Hıristiyanlığın, en azından zahirî ve genel olarak bilinen veçhesiyle, haçın sembolik karakterini ‘ona artık yalnızca tarihsel bir olayın işareti olarak bakmak suretiyle biraz gözden yitirmiş olduğunu bile söylemek gerekir. Gerçekte, bu iki bakış açısı birbirlerini hiç bir şekilde dışlamaz. Hatta ikincisi, bir anlamda, birincisinin sonucundan başka bir şey değildir. Ancak şeyleri tasavvur etmek çağdaşlarımızın çoğuna o denli yabancıdır ki, yanlış anlamaları önlemek için bunun üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Gerçekte, bir sembolik anlamın kabulüyle, kavramsal ya da tarihsel anlamın bir kenara bırakılmasını gerekeceğinin düşünülmesi, çok sık rastlanan  bir durumdur. Bu görüş, ancak, tüm sembolizmin temelini oluşturan ve her şeye tüm gerçekliğini veren bir metafizik ilkeden kaynaklanan ve her şeyin de ona dayalı olarak bu metafizik İlkeyi kendi tarzında, (bir düzeyden diğerine her şeyin bir zincir oluşturacağı, birbirine tekabül edeceği ve tezahürün çeşitliliğinin içinde ilkesel birliğin bir yansıması gibi olan evrensel ve bütünsel uyumu oluşturacağı biçimde) varoluş düzeyinde ifade ettiği tekabüliyet yasasının bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenledir ki, aşağı bir alanın yasaları, onların derin nedenlerini içeren ve onların hem ilkeleri hem de “gâye”leri olan bir yüksek düzeyin gerçeklerini sembolize etmek için daima alıntılanabilirler. Bu vesileyle, burada örneklerini de göreceğimiz gibi, modern “natüralist” yorumların çeşitli gerçeklik düzeyleri arasındaki ilişkiler hiyerarşisini tersine çeviren yorumları ve yanılgılarını hatırlayabiliriz. Yine, sembollerin ya da mitolojilerin, günümüzdeki çok yaygın olan bir kuramda içerildiği gibi, yıldızların hareketlerini temsil etmek gibi bir rolleri hiçbir zaman olmamıştır. Gerçek şudur ki, yıldızlardan esinlenilmiş ve kıyasî olarak tamamen başka bir şeyi İfade etmeye yönelik olan figürlere sık rastlanılır. Zira bu hareketin yasaları bağımlı oldukları metafizik ilkelerin fizik olarak ifadeleridirler.

3. Bölüm “Haçın Metafizik Sembolizmi

Tradisyonel öğretilerin birçoğu “İnsan-ı Kâmil”in tahakkukunu aynı işaret ile sembolize eder. Zira başta söylemiş olduğumuz gibi, bu işaret doğrudan ilk tradisyon ile bağlantılıdır: bu işaret, bu tahakkuka, varlığın yatay (genişlik) ve dikey (yükseklik) yönlerde uygun biçimde hiyerarşikleştirilmiş açılımı içindeki hallerinin tümünün tam birlikteliğiyle nasıl ulaşıldığını çok net olarak ifade eden haç işaretidir. Aslında, varlığın bu çifte açılımına bir yandan, yatay (ufki) tarzda yani belirli bir varoluş düzeyinde ya da derecesinde, diğer yandan da dikey (şakulî) tarzda yani tüm derecelerin hiyerarşik biçimde üst üste dizilişiyle gerçekleşiyor olarak bakılabilir. Böylece yatay yön, “genişliği” ya da tahakkukun temeli olarak alınan bireyselliğin tüm yayılımını, bazı özel tahakkuk koşullarına bağımlı olan bir olanaklar birlikteliğinin sınırı belirsizce yayılımını temsil eder. Beşer varlığı durumunda, bu yayılımın hiç de bireyselliğin cismani kısmıyla sınırlı olmadığının, fakat bireyselliğin nedenselliğin yalnızca birini oluşturduğu tarzların tümünü içerdiğinin iyi anlaşılması gerekir. Dikey yön, sınırı belirsiz hiyerarşiyi ve, tabii ki, her biri bütünselliğin tasavvur edildiğinde, bütünsel “İnsan-ı Kamil” sentezinde içerilen “alemler” e ya da derecelere tekabül eden şu olabilirlik birlikteliklerinden birini oluşturan çeşitli halleri temsil eder. Dolayısıyla, bu haç temsilinde yatay yayılım, bütünsel olarak alınan bir ve aynı varlık halinin olası tarzlarının sınırı belirsiz olmasına; dikey üst üste sıralanma da, bütünsel varlık hallerinin sınırı belirsiz dizisine tekabül eder.

Gelişimi yatay çizgiyle gösterilen halin herhangi bir hal olabileceği zaten kendiliğinden anlaşılmaktadır. Gerçekten, bu hal, “İnsan-ı Kamil”in tezahürü nedeniyle, fiilen içinde bulunduğu haldir.

Savaş ve Barış

Savaşın, kendi varoluşunda, bir düzensizlik olduğu söylenilir ve bu, belirli bir açıdan, doğrudur. Savaşın tezahür ve kesret âleminde cereyan etmesi açısından da kaçınılmaz olarak bu böyledir. Fakat bu başka bir düzensizliği telafi etmeye yönelik olan bir düzensizliktir. Uzakdoğu tradisyonu öğretisi uyarınca o, bütünsel düzeni oluşturan tüm düzensizliklerin ya da tüm dengesizliklerin toplamıdır. Düzen, ancak çokluğun ve çeşitliliğin üzerine çıkıldığında, onları birlik içinde tasavvur etmek için her şeyi yalıtık ve “ayrık” olarak ele almaya son verildiğinde görülür. Hakiki bakış açısı budur. Zira çokluk ve çeşitliliğin, yegane olan ilke’nin dışında ancak yanılgı niteliğindeki bir varoluşu söz konusudur. Ancak, evrensel tezahürün tüm tarz ve derecelerinde, “Varoluşun birliği” (Vahdet-i vücûd) kavrayışına tam olarak ulaşmadıkça hiçbir varlık bu yanılgıdan kurtulamaz.

Söylemiş olduğumuz gibi, savaşın amacı barışın oluşturulmasıdır. Zira barış, en alelâde anlamında bile, sonuçta düzenden, dengeden ya da uyumdan başka bir şey değildir. Bu üç öğe hemen hemen eşanlamlıdır ve üçü de, biraz farklılık içererek de olsa, çokluk ve çeşitliliğin ilkeye götürüldüğü zamanki birliğini ifade ederler. Gerçekte o zaman çokluk ve çeşitlilik aslında yok olmamış ancak dönüştürülmüştür: her şey birliğe götürüldüğünde yok olmaz, tersine, daha tam bir gerçeklik kazanır ve bu birlik her şeyde belirir. Böylece, “çokluktan birlik” ve “birlikteki çokluk” şeklindeki birbirini tamamlayan iki bakış açısı, tüm tezahürün “ilahi Mekanı” oluşturan merkezi noktasında ayrılmaz biçimde birleşirler. Bu makama ulaşmış olan için artık zıtlar yoktur, dolayısıyla da, düzensizlik yoktur. O makam düzen, denge ve uyum ve barışın bulunduğu yerdir. Oysa bu makamın dışında savaş hali vardır, zira zıtlar henüz kesin olarak aşılamamıştır.

“Büyük Kutsal Savaş” (Büyük Cihad) İnsanın kendindeki düşmanlarla, yani kendindeki düzen ve birlik karşıtı ögelere karşı yaptığı savaştır. Burada yapılması söz konusu olan şey, onların da kendi varoluş nedenleri be’bütün” içinde yerleri bulunan bu öğeleri yok etmek değildir. Fakat daha çok, biraz önce söylemiş olduğumuz üzere, onları birliğe ulaştırmak, orada bir tür emilip dağılımlarını sağlayarak dönüştürmektir, İnsan her şeyden önce ve sürekli olarak, beşerî tezahürünün tüm tarzlarında kendisinde birliğini (düşüncesinin birliğini, eyleminin birliğini ve belki de en zoru olarak düşüncesi ile eylemi arasındaki birliği) gerçekleştirmeye yönelmek zorundadır. Ayrıca, eyleme ilişkin ise asıl önemli olanın “niyet” olduğunu vurgulamak da gerekir. Zira zahiri etkenlerin eylemin sonuçlarını daima etkilemesine karşın, niyet tamamen insanın elinde olan bir şeydir.

Niyette birlik ve değişmez merkeze sürekli olarak yönelme eğilimi, sembolik olarak kıbleye yönelmeyi gerektirir.

Birliği kendinde tam olarak gerçekleştirmeyi başarmış olan için, tüm zıtlıkların ortadan kalkmış olmasıyla, savaş hali de sona ermiştir. Zira artık, bütünsel bakış açısının tüm özel bakış açılarının üzerinde olması nedeniyle sadece mutlak düzen vardır. Böyle bir varlığa hiçbir şey zarar veremez. Onun için artık kendi içinde de dışında da hiçbir düşman yoktur. Kendi içinde oluşturduğu birlik aynı şekilde ve eş-zamanlı olarak kendi dışında da oluşmuştur; daha doğrusu, o varlık için yine bir zıtlık olan iç ve dış ayrımı ortadan kalkmıştır. Her şeyin kesin olarak merkezinde bulunmakla o, “kendi kendisinin yasası”dır. Zira, onun iradesi Evrensel iradeyle birdir. O, ‘İlahi Huzur’ olan Büyük Barış’a kavuşmuştur. İlkesel birlik ile aynileşmekle, ‘ezelî ve ebedî şimdinin mutlak eş-zamanlılığında, “her şeyde birliği ve birlikte her şeyi görür”

Yatay Ve Dikey Boyutların Sembolizmi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.Niyette birlik ve değişmez merkeze sürekli olarak yönelme eğilimi, sembolik olarak kıbleye yönelmeyi gerektirir. Birliği kendinde tam olarak gerçekleştirmeyi başarmış olan için, tüm zıtlıkların ortadan kalkmış olmasıyla, savaş hali de sona ermiştir. Zira artık, bütünsel bakış açısının tüm özel bakış açılarının üzerinde olması nedeniyle sadece mutlak düzen vardır. Böyle bir varlığa hiçbir şey zarar veremez. Onun için artık kendi içinde de dışında da hiçbir düşman yoktur. Kendi içinde oluşturduğu birlik aynı şekilde ve eş-zamanlı olarak kendi dışında da oluşmuştur; daha doğrusu, o varlık için yine bir zıtlık olan iç ve dış ayrımı ortadan kalkmıştır. Her şeyin kesin olarak merkezinde bulunmakla o, ‘kendi kendisinin yasası’dır. Zira, onun iradesi Evrensel iradeyle birdir. O, ‘İlahi Huzur’ olan Büyük Barış’a kavuşmuştur. İlkesel birlik ile aynileşmekle, ‘ezelî ve ebedî şimdi’nin mutlak eş-zamanlılığında, ‘her şeyde birliği ve birlikte her şeyi’ görür.”

René Guénon’un

  • Doğum: 15 Kasım 1886, Blois (Fransa).
  • Katolik bir ailede yetişti; erken eğitimini matematik, felsefe ve edebiyat alanında aldı.
  • Genç yaşta Avrupa’daki spiritüalist, okültist ve gnostik çevrelerle ilişki kurdu; bu dönemde Batı’daki ezoterik akımların sınırlarını keşfetti.

Ezoterik Arayış:

  • 1912’de Müslüman oldu ve Abdülvahid Yahya adını aldı.
  • Hinduizm, Taoizm, İslam tasavvufu ve Kabala gibi farklı gelenekleri derinlemesine inceledi.
  • Onun amacı, tüm geleneklerdeki metafizik hakikati tek bir “Primordial Tradition” (Kadim Gelenek) altında birleştirmekti.

Kahire’ye Yerleşme:

  • 1930’da Kahire’ye taşındı ve hayatının sonuna kadar orada yaşadı.
  • Tasavvuf çevreleriyle yakın ilişkiler kurdu; İslami gelenek içinde derinleşti.
  • 7 Ocak 1951’de Kahire’de vefat etti.

Eserleri ve Düşünceleri:

  • Başlıca eserleri: Niceliğin Egemenliği ve Çağın AlametleriMaddi İktidar ve Manevi OtoriteDoğu ve BatıMetatron Dünya Krallığı.
  • Önemli fikirleri:
    • Metafiziğin birliği: Tüm geleneklerin aynı hakikatin farklı tezahürleri olduğu.
    • Modernite eleştirisi: Modern dünyanın niceliğe, materyalizme ve bireyciliğe saplanmasını eleştirdi.
    • Ezoterik sentez: Doğu’nun metafiziğini Batı’nın ezoterik mirasıyla buluşturdu.

Mirası:

  • Guénon, “Traditionalist School” (Gelenekselci Ekol) olarak bilinen düşünce akımının kurucusudur.
  • Frithjof Schuon, Titus Burckhardt, Seyyed Hossein Nasr gibi düşünürler onun mirasını sürdürdü.
  • Bugün hâlâ, modern dünyanın krizlerini anlamak için Guénon’un metafizik eleştirileri referans alınır.

René Guénon yalnızca bir düşünürün hayat hikâyesi değil; aynı zamanda Batı ile Doğu arasında kurulmuş bir metafizik köprüdür. Onun yaşamı, modern insan için “hakiki merkeze dönüş” çağrısıdır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin