“O halde ya samimi ve hakikate bağlı bir şekilde hasıl olmuşuz ya da olmamışız. “
— Oscar Wilde
Merhaba
Artan düşüncesizlik, bundan dolayı günümüz insanının iliklerine işleyen bir sürece dayanır. Günümüz insanı, düşünmeden kaçıştadır. Düşünceden bu kaçış, düşüncesizliğin nedensel temelidir. Ama bu kaçışı insanın ne görmek ne de itiraf etmek istediği gerçeği, düşünceden kaçışın bir parçasıdır. Günümüz insanı, düşünceden bu kaçışı hatta doğrudan reddedecektir. Zıddını iddia edecektir. İnsan ve bunu çok haklı bir şekilde söyleyecektir ki? Bugünkü gibi hiçbir çağda bu kadar çok plan, bu kadar fazla araştırma, bu kadar tutkulu bir şekilde inceleme yapılmamıştır. Şüphesiz. Dirayet ve düşüncelerin bu masraf ve ihtişamının büyük faydası vardır. Böyle bir düşünme vazgeçilmez kalır. Ne var ki bunun, özel türden bir düşünme olduğu da orada kalır.
Hesaplayan düşünme, hiç durmaz, sükunetle düşünmeye varmaz. Hesaplayan düşünme, bir sükunetle derin düşünme değildir, var olan her şeyde işleyen anlam üzerine tefekkür etmez. Kendi tarzlarında yetkili ve gerekli olan iki düşünme türü vardır; Hesaplayan düşünme ve sükunetle derin düşünme.
Fakat, günümüz insanının düşünmeden kaçışta olduğunu söylediğimizde bu tefekkürü kastederiz. Yalnız, o tarzda karşılaşılır ki sırf tefekkür, fiili gerçeklik üzerinde ansızın süzülüp muallakta kalır. Zemini kaybeder. Mevcut meselelerin üstesinden gelmeye elverişli değildir. Pratiğin icrası için bir şey ortaya koymaz.
- Eğer sükunetle düşünmeye hazırsak bu merasim bize neyi yakınlaştıracak önerir?
Tefekkür ederek şunu soracağız: Bir vatan toprağında kökleşme, sağlam dipsel bir sanat eserinin yetişmesine ait değil midir? Johann Peter Hebel, bir defasında yazar ki: “-Kendi kendimize ister itiraf edelim, ister etmeyelim- biz, eterde çiçek açıp meyve verebilmek için kökleriyle topraktan yükselmek zorunda olan bitkileriz”
Şair şunu söylemek ister: Hakikaten şen ve şifalı insan eserinin yetişmesi gereken yerde insan, vatan toprağının derinliğinden etere doğru yukarıya çıkıp yükselmek zorundadır. Burada eter, yüksek göğün serbest havası, ruhun açık alanı anlamına gelir.
Olmaya Bırakılmışlık, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Okumaları, dayanakları, eleştirileri ve hesap-dışı tartışmalarına bakıldığında Heidegger’in düşünce hareketi, Sokrates öncesi filozoflardan Platon ve Aristoteles’e, Descartes, Kant, Leibniz, Hegel, Schelling, Nietzsche, Brentano, Lotze, Natorp, Lask, Rickert, Dilthey ve Husserl’e uzanan bir felsefe tarihinde zikzaklar çizer. Garp felsefesinin Yunan başlangıçlarının latinleştirilmesine yönelik köklü genel eleştirisine rağmen Heidegger, Orta Çağda Augustinus, Thomas ve Luther düşüncesine ve bilhassa Meister Eckhart mistiğinin “gelâzenheit” kavramına büyük önem vermiştir. Felsefesinin anlam alanına giren bu Orta Çağ sükûnet terminolojisini aşacak şekilde Heidegger Olmaya Bırakılmışlık kavramını, Heraklitçi etken, hareket edici anlamında “yakınlaşan yakınlık” [agchibasíe] ile birleştirir. Özneyi aşan, hitap ettiği insanı gizlenmemişlik sayesinde ait ve açık kılan varlığın anlamına “dönüş” hareketi ve metafizikçi tasavvurdan uzak bir ‘başka başlangıç’ ile Heidegger, varlığa yakınlığı hatırlatır; şiirleyen düşünmeyi, düşünen şiire vardırır. 1955’te ünlü komponist Conradin Kreutzer’e adanan ve bir söyleşiden ibaret Olmaya-Bırakılmışlık metni, hesaplayan, nesneyi öznenin önüne koyan, yani tasavvur eden düşünmenin 20. yüzyıldaki biricikliğine karşı bu düşünmeden kurtulup salıverilmeyi vurgular. Bu vurguların yansıması olarak Heidegger’in Almancaya yabancı neologizmleriyse elinizdeki fark-çevirisinde, nadasa bırakılmaz, aksine karşı[da] olan bir karış Türkçenin Kendi-yabancılığının ters dünyasına bırakılır.
Martin Heidegger (26 Eylül 1889 – 26 Mayıs 1976), Fenomenoloji’nin ve Varoluşçuluk’un önemli temsilcilerinden Alman Filozof. Çocukluğundan itibaren dine ve felsefeye eğilimli biri olarak yetişti. Felsefi çalışmalarıyla olduğu kadar, yaşamı ve çeşitli dönemlerde sergilediği politik tutumlarıyla da tartışma konusu oldu. Felsefi yetkinliği ve önemi yadsınamazken politik konumları dolayısıyla sürekli sorunlu bir ilişkinin taşıyıcısı oldu ve bu durum çoğu zaman felsefi çalışmalarının tam olarak değerlendirilmesini gölgeledi.
Freiburg Üniversitesi’nde Katolik ilahiyatı ve Hristiyan felsefesi okudu ve 1914 yılında ilk çalışması ve doktora tezi, “Psikolojide Yargı Kuramı” ile dikkat çekmeye başladı. 1923’te Marburg Üniversitesi’nde profesör oldu. 1927 yılında “Varlık ve Zaman” yayımlandı ve yayımlanışından itibaren yalnızca varoluşçu felsefe açısından değil, 20.yüzyıldaki bir bütün felsefe tartışmaları bağlamında bir şekilde etkili oldu. Heidegger burada, bütün bir Batı Felsefesi geleneğini metafizik olmakla eleştirdi ki sonrasında postmodern felsefe bu argümanı başka düzlemelerde yeniden değerlendirecektir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın