
Hitler faşizminin gölgesinde yaşayan ve üreten bir yazar olarak Stefan Zweig’ın yaşamına bakmak, onun sadece sanatına bakmak demek değildir. Onun hikâyesi, aynı zamanda Avrupa’nın da hikâyesidir. Bu kitap, hayal kuran ve hayali uğruna mücadele veren, ancak ne yazık ki hayalinin gerçekleşmesinde sabırsızlık eden bir yazarın yolculuğudur. Hayali gerçekleştiğinde artık yaşamıyor olan sabırsız bir yüreğin yolculuğu…
“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi İçindeki İnsanı anlamış olan bütün İnsanları anlar…”
— STEFAN ZWEIG
Merhaba,
Bir insan nelerin toplamıdır? Hayallerinin, mücadelesinin, dostlarının, hayal kırıklıklarının, yenilgilerinin, aşklarının, zaaflarının, güçlü yönlerinin, talihinin, trajedisinin, yazgısının… En çok da yazgısının… Bu kitapta yazgısının 50 yaşına kadar sunduğu cömert hediyelerle yücelttiği, hassaslaştırdığı, sonra da geriye kalan on senede bir kristal vazoyu yere çarparcasına yok ettiği bir adamın hikâyesini okuyacaksınız. Aynı zamanda onu kendisi yapan dostlarını, hayallerini, hayal kırıklıklarını, yenilgilerini, başarılarını, sanatının köklerini, mücadelesıni, varoluşunu, yok oluşunu… Onun hikâyesi sadece bir yazarın hikâyesi değildir, aynı zamanda Avrupa’nın hikâyesidir. O bir hayal kurdu Avrupa’nın birliğine dair, barışa dair. O, bunun gerçekleşmesinin aksine yok olduğunu gördü. Ama hayali ölümünden 51 yıl sonra gerçekleşti. Yaşasaydı bu hayali daha erken gerçekleşir miydi bilinmez ama gerçekleşmesi için önce hayal etmek ve mücadele etmek gerekirdi.
Zweig’ın hayatı iki zıtlığı bir arada bulunduruyor. Sanatın insanı duyarlı kılan, hassaslaştıran yapısı ve savaşın insanı duygusuzlaştıran yok eden yıkıcılığı… Zweig, bu iki duruma da uç noktalarda yakalandı. Sanatın insanı insan kılan iklimini Viyana, Paris gibi sanat iklimlerinde teneffüs edip hassas bir kalbe sahip oldu. Sonra da iki dünya savaşıyla bu hassas kalbi paramparça oldu.
Ülkemizde en çok okunan Batılı yazarlardan olan Stefan Zweig’ın hayatı pek çok açıdan değerli ve ilham verici. Hiçbir eser onu var eden kişiden bağımsız düşünülemez. Hiçbir sanatçı da kendi yaşamöyküsünden…
Yazgısı ona “Yaz!” diyordu…
Stefan Zweig “Artık insanları daha çok bana iyi gelip gelmedikleriyle değerlendiriyorum. Onlarla birlikte olduğumda kendimi daha iyi hissedip hissetmediğimi soruyorum kendime” der.
Zweig’e muhteşem deneyimler yaşatan cömert Paris’in süprizleri bitmiyordu. Bir gün Verhaeren’le, “Rodin’i bu kadar çok seven biri onu tanımalı” dedi. Ve Zweig’e Rodin’in atölyesine beraber gitmeyi önerdi. Bu teklif karşısında Rodin’in heykelleri gibi kalakalan Zweig’ın gözüne gece boyunca uyku girmedi. Zweig Rodin’le karşılaştığında onun sade yaşamından ve alçakgönüllü tavrından çok etkilendi. Yemekte 40 yıllık dostmuş gibi sohbet ettiler. Yemek sonrası bu büyük heykeltıraşın çalışmalarını görmek için kendisi ile beraber atölyesine geçtiler. Dünyaca ünlü bu usta son çalışmasını göstermek için çalışmanın üzerindeki örtüyü kaldırdığında Zweig, heyecanına engel olamadı ve dilinden “Büyüleyici!” sözü dökülüverdi. Bu söz üzerine Rodin heykelde bir şey fark etti. Beyaz Önlüğünü üzerine geçirdi ve eserin üzerinde fark ettiği eksikliği gidermeye başladı. Bu küçük işlem için başlayan eylem sonrasında büyülenmişçesine hareket etti. O an sanki dünya ile bağı kopmuştu. Artık Zweig’ın orada olduğunu tamamen unutmuştu. Her geçen saniye kendinden geçercesine bir ritme ulaşan bu hareketler onu daha da derinleştiriyordu. Derinleştikçe mutluluğu artıyordu. Bu ayin yarım saate yakın sürmüş ve Rodin atölyeye beraber girdiği Zweig’ı çoktan unutmuştu. Önlüğünü çıkarıp atölyeden çıkarken fark etti Zweig’ı. Zweig gördüğü bu sahne karşısında Rodin gibi kendinden geçmişti. O an büyük sanatın ölümsüz sırrına, büyük sanatçının başarısının püf noktasına vâkıf olmuştu. Tüm hisleri ve gücünü bir noktaya toplamak kendini ve dünyayı unutarak işine yoğunlaşmak… Bu ders Zweig’in tüm hayatını etkileyecek öğretilerdendi.
Zweig o ana kadar tanıdığı büyük insanlarla görüşmelerinden iki sonuç çıkacaktı:
- Büyük insanlar her zaman en iyi yürekli olanlardı.
- Büyük insanlar her zaman sade yaşardı.
Romain Roland, Zweig’i evine davet etti. Bu buluşma Zweig’in hayatına yön verecek dostluğun başlangıcıydı. Bir keşiş gibi yaşadığı, çokça dışarı çıkmadığı evinde buluştuklarında bu engin bilgili müzik insanı ve naif yazardan çok etkilenmişti. Nobel Edebiyat Ödüllü bu yazar Tolstoy, Renan gibi pek çok büyük sanatçı ile dostluk kurmuştu. Zweig ilk görüşmesinde onun Avrupa’nın vicdanı olduğunu anlamıştı. Avrupa’nın birliğini hayal eden Romain Rolland, savaş çığlıklarına karşı sanatla cevap vermenin yetersizliğinin farkındaydı.
Zweig savaş karşıtlarındandı. Üç büyük milletin üç büyük sanatçısını anlatacağı “Üç Büyük Usta” adlı önemli eserini yazmayı planlayan 32 yaşında olan Zweig, Sarabosna’dan gelen o uğursuz haberle yıkıldı.
“İçerideki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.”
Zweig, Freud’la buluştuğunda hayatının son demlerini yaşayan bu hasta adamı çok dinç buldu. Sanki güçlü yazma isteği hastalığını, sürgününü ve yaşlılığını yenmişti. Zweig onunla yaptığı konuşmalardan inanılmaz bir zevk alıyordu. Ama bir yandan da hastalığı ilerliyordu. Her görüşmelerinde biraz daha yitiyordu. Zweig, son görüşmelerinden birinde Freud’un da hayran olduğu dönemin en yetenekli ressamlarından Salvador Dali’yi de yanlarında götürmüştü. Onlar konuşurken Dali de Freud’un resmini yapıyordu. Zweig, bu resmi Freud’a asla gösteremeyecekti çünkü kaçınılmaz sonun yaklaştığını fark eden Dali, Freud’un yüzünde ölümü çizmişti. Zweig, Freud’un ortaya koyduğu çalışmaları tamamen kabul etmeyip bir kısmını eleştirse de eserlerinde, sanatında ve hayatında Freud’un etkileri olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Eserlerinin psikolojik altyapısı bunun bir nevi göstergesiydi. Çıkan her eserini ona gönderip değerlendirmesini merakla beklemişti, Avusturya’nın bilim dünyasına kazandırdığı en büyük bilim insanlarından olan Freud’un vatanının dışında hayata gözlerini yumması Zweig’ı derinden etkiledi.
Zweig, “Ruh Yoluyla Tedav”i kitabında şöyle diyecekti:
“Sigmund Freud, insanlığın kendisini daha iyi anlamasını sağlamıştır; daha iyi anlamasını diyorum, daha mutlu olmasını değil...”
Zweig, annesi 84 yaşındaydı. Hayatının son zamanlarını yaşıyordu. Cehennemin ateşi tüm Viyana’yı yakmadan vefat etmişti. Yaşasaydı göreceği çok zulüm olacaktı. İyi ki görmedi, iyi ki yaşamadı dedi Zweig.
Sanatçının sanatının köklerini bilmek ve onun hikayesini okumak, eserlerinde gizli kalmış pek çok kapıyı açmak anlamına gelmektedir. Zweig’ı; Freud, Gorki, Rolland, Thomas Mann, Strauss, Rilke, Valery gibi dostlarıyla okumanın, yazgısına tanıklık etmenin, Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı Zweig’ın hayatıyla izlemenin sizde bir farkındalık oluşturacağını düşünüyorum.
Stefan Zweig eserlerinde neden kazananı değil de, yenilenin yazgısını kaleme alıyordu?
Sanatın kökleri nereye dayanıyor?
Yazmaya başlayanlara tavsiyesi nedir?
Hayalinde nasıl bir Avrupa vardı?
Erasmus’u neden ustası olarak kabul ediyordu?
Yaptığı iki evlilik hayatını nasıl etkiledi?
Hitler faşizminin gölgesinde yaşayan ve üreten bir yazar olarak Stefan Zweig’ın yaşamına bakmak, onun sadece sanatına bakmak demek değildir. Onun hikayesi aynı zamanda Avrupa’nın da hikayesidir.
Bu kitap, hayal kuran ve hayali uğruna mücadele veren, insanlar içindir.
Bilmek Değil Sadece Hayal Etmek İnsanı Mutlu Kılar, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın