Stefan Zweig, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar Casanova, Stendhal ve Tosltoy

Stefan Zweig “Dünya Fikir Mimarları” dizisinde yer alan Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar kitabında, pek çok açıdan birbirinden farklı üç yazarın, Casanova, Stendhal ve Tolstoy’un hikayesini anlatıyor; bu üç ayrıksı ismin yaşamlarına, biyografik, duygusal, felsefi ve insani bir sondaj yapıyor.

“Kendini anlatan bu sanatçı tipi kendi Ben’ini her tür sanat biçiminde gerçekleştirmeyi bilir, ancak sadece bir türde bunu tam olarak gerçekleştirebilir; Otobiyografi de, kendi Ben’inin kapsamlı destanında.”

— STEFAN ZWEIG

Merhaba

Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Stefan Zweig’in 1920-1928 arasında tamamladığı Dünya Fikir Mimarları, Yaratıcı Ruhun Tipolojisi dizisinin üçüncü cildidir.

Stefan Zweig çok, üretken bir yazardı; şiirler, sanat ve kültür yazıları meslektaşlarının yazdığı yapıtlara önsözler, çeviriler, öyküler, biri bitmiş, ikisi tamamlanmamış üç roman, biyografiler, monografiler, denemeler, tiyatro oyunları, söylenceler ve bir de libretto yazmıştır. Ayrıca sayısı 20.000 ile 30.000’i bulan mektubu vardır. 20. yüzyılın birinci yarısında Alman edebiyatının en çok mektup yazan yazarları arasındadır.

Thomas Mann, Stefan Zweig hakkında şunları söyler:

“Onun yazın dünyasının ünü dünyanın öbür ucuna kadar ulaşabilmiştir. Fransız ve İngiliz yazınıyla karşılaştırıldığında, Alman yazınının oldukça az ilgi görmesi göz önünde bulundurulursa, hayli dikkat çekici bir durum. Belki de Erasmus’tan bu yana hiçbir yazar Stefan Zweig kadar ün kazanmamıştır.” Ancak Yahudi kökenli Zweig’ın kitaplarının çoğu Nazi döneminde yakılmış ve kütüphanelerden çıkarılmıştır.

Altmış altı yıllık yaşamında hemen her kitabıyla büyük başarı elde eden, yapıtları başka dillere en çok çevrilen ve yaşarken ünü yakalayan ender yazarlardan biri olan Zweig, yarattığı birçok figür gibi gönüllü ölümü seçmiştir.

“İnsanlığı incelemenin gerçek yolu insanı incelemektir.” Pope

Düşün ve sanat dünyasının önemli isimlerini canlandırmaya çalışıldığı Dünya Fikir Mimarları dizisinin üçüncü cildi olan bu kitap, daha önceki iki cildin hem karşıtı hem de tamamlayıcısıdır. “Kendileriyle Savaşanlar”da içlerindeki şeytani güçler tarafından sürüklenen Hölderlin, Kleist ve Nietzsche hem kendilerini hem de gerçek dünyayı aşarak sonsuzluğa açılan üç trajik doğanın üç ayrı varlık biçimidir. “Üç Büyük Usta”da Balzac, Dickens ve Dostoyevski ise epik dünyanın yaratıcıları olarak romanlarında, dünyanın var olan gerçekliğinin yanına ikinci bir gerçekliği koymuşlardır. “Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar” ise bizleri “Kendileriyle Savaşanlar”da olduğu gibi sonsuzluğa ya da “Üç Büyük Usta”da olduğu gibi gerçek dünyaya değil, bu sanatçıların kendi iç dünyasına götürecektir. Her üçü de (Casanova, Stendhal, Tolstoy) evreni (makrokozmos) yansıtmayı, hayatın çeşitliliğini anlatmayı değil, kendi Ben’lerinin dünyasını (mikrokozmos) evrene açmayı, sanatlarının en önemli görevi olarak görmüşlerdir. Onlar için kendi varlıklarından daha önemli bir gerçeklik yoktur. Bir dünya yaratan bir yazar, psikolojik tanımıyla dışadönük bir yazar anlattıklarının nesnelliği içinde kendi benliğini hiç hissedilmeyecek kadar eritirken (insan olarak bir efsane haline gelmiş Shakespeare bunun en mükemmel örneğidir), her şeyi öznel olarak hisseden, içedönük kişi, dünyaya ait her şeyi öznel olarak hisseden, içedönük kişi, dünyayı ait her şeyi kendi Ben’i içinde sonlandırır ve öncelikle kendi hayatını anlatır. Kendisiyle meşgul, öznel sanatçı tipini ve onun seçtiği sanat biçimi olan otobiyografiği üç sanatçıda, Casanova, Stendhal ve Tolstoy’da göstermek bu üçüncü cildin amacı ve sorunsalıdır.

Zweig, “Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar”da, Casanova, Stendhal ve Tosltoy’un hikayesini anlatıyor. Bu üç farklı şahsiyetin yaşamlarını biyografik, duygusal, felsefi ve insani yönden gözlemliyor. İlk bakışta Casanova gibi, ahlak kurallarına uymayan bir çapkınla, yaptığı ve yapmadığı her davranışın kökenini kendi Ben’inde arayan bir yazar olan Stenhal ve ahlak savunucusu, gerçek bir sanatçı olan Tolstoy’un yaşam öykülerini aynı kitapta bulmak şaşırtıcı gibi görünse de Zweig bu üç ismi “Kendi Ben’lerinin dünyasını evrene açmayı, sanatlarının en önemli görevi görmek” ortak paydasında buluşturuyor.

Ancak aynı kitapta olmaları aynı düşünsel düzeyde yan yana konulduklarını göstermez, tam aksine bu üç isim üç basamağı, aşağıdan yukarıya doğru üç basamağı sembolize etmektedir; temsil ettikleri aynı biçimin gittikçe yükselen varlığını, tekrar ediyorum, aynı değerde üç varlık biçimini değil, aynı yaratıcı işlevin, kendini anlatmanın üç basamağını. Tabii ki Casanova sadece birinci, en alttaki, en ilkel basamağı, yani kendini anlatmanın en naif biçimini temsil etmektedir, burada kişi hayatı henüz dışadönük, duyusal ve gerçek yaşantılarla aynı görmekte, yaşamını ve olayların akışını hiç düşünmeden, bir değerlendirme yapmadan, kendini tahlil etmeden anlatmaktadır. Stendhal ile kendini anlatmanın bir üst basamağına çıkılır, psikolojik düzey ağırlık kazanır. Otobiyografinin bu türünde salt anlatım, basit bir curriculum vitae (kısa yaşamöyküsü) yeterli olmaz, aksine buradaki Ben kendisini merak eder, kendisini harekete geçiren mekanizmayı gözlemleye yaptığı ve yapmadığı davranışların nedenini araştırır, olayların gerilimini kendi içinde, kendi ruhunda arar. Böylece yeni bir bakış açısı başlar: Ben’in iki gözle, hem özne hem nesne olarak görülmesi, iki yan1, hem içten hem dıştan incelenmesi. Kişi bir yandan gözlemci olarak kendisini gözlemlerken, diğer yandan hisseden olarak duygularını inceler — sadece dış dünya değil, iç dünyası, ruhsal yaşamı da girer görüş alanına.

Tolstoy’da bu ruhsal kendine bakış, aynı zamanda etikdini açıdan kendini anlatmaya dönüştüğü için en yüksek seviyesine ulaşır. Burada yazar titiz bir gözlemci olarak yaşamını anlatır, dikkatli bir psikolog olarak da duygularının harekete geçen yansımalarını. Bunun dışında bir başka yeni unsur da yazarın kendine bakışını gözlemlemektedir bu yeni unsur vicdanın acımasız gözüdür, her sözcüğün gerçekliğini, her düşüncenin saflığını, her duygunun devam eden etki gücünü gözlemler: Burada kendini anlatma, merakla kendini sınamayı aşar ve kendini yargılamaya dönüşür. Sanatçı anlatırken dünyasal görünümünün sadece türünü ve biçimini değil, anlam ve değerini de sorgulamaya başlar.

Kendini anlatan bu sanatçı tipi kendi Ben’ini her tür sanat biçiminde gerçekleştirmeyi bilir, ancak sadece bir türde bunu tam olarak gerçekleştirebilir; Otobiyografi de, kendi Ben’inin kapsamlı destanında. Bu sanatçıların hepsi de farkında olmadan otobiyografiye yönelir, pek azı ona ulaşabilir, çünkü tüm sanat biçimleri içinde en çok sorumluluk isteyeni olduğu için başarı oranının da en düşük olduğu türdür otobiyografi. Yazarların çok ender (sonsuz dünya edebiyatında bu tür eserlerin sayısı bir düzineyi geçmez) denedikleri bir türdür ve otobiyografiyi tercih eden yazarlar da psikolojik gözlemleri çok ender çünkü bunu yapabilmek için kesinlikle edebiyatın düz sınırlarından çıkıp ruhbilimin en derin labirentlerine inmeleri gerekir.


Pek fazla düşünmeden bakıldığında, otobiyografi her sanatçı için en doğal, en kolay işmiş gibi görülebilir. Çünkü yaratıcı kendi hayatından daha iyi kimin hayatını tanıyabilir ki? Hayatının her yönünü tanımaktadır, en gizli sırlarının bilincindedir, içinde, en derininde saklı şeyleri bilmektedir böylece varlığını ve geçmişini anlatabilmek için hafızasının yapraklarını çevirmekten ve hayatındaki olayları kâğıda dökmekten başka yapacağı bir şey yoktur sahnelenmiş bir oyunun önündeki perdeyi, kendisi ile dünya arasındaki dördüncü duvarı kaldırmaktan daha zor olmayan bir eylem. Nasıl ki fotoğraf çekmek için bir ressam yeteneği gerekmiyorsa, herhangi bir şey hayal etmeden, sadece var olan gerçeği mekanik bir şekilde resmetmek yeterli ise, kendini anlatma sanatı da sanatçı olmayı gerektirmez, iyi not alabilen herkes bu yapabilir gibi görünüyor. Prensip olarak herkes kendi biyografisini yazabilir, kendisiyle ilgili her şeyi ve yaşadıklarını edebi biçimde ifade edebilir.

Ancak tarih bize şunu göstermiştir sıradan bir otobiyografi rastlantıların kendisine sunduğu gerçekleri kaydetmenin ötesine gidemez; ancak iç dünyanın resmini içinden çıkarıp dışa yansıtarak tecrübeli, bakma ve görme yeteneği olan bir sanatçının işidir. Bunların bile çok azı böylesine zor ve sorumluluk isteyen bir şeyi yapabilecek güçtedir. Çünkü bir insan için, karmaşık, belli belirsiz, ne olduğu iyice seçilmeyen anılarına, yüzeydeki yaşantılarından ruhunun derinliklerindeki gölgeler ülkesine, nefes aldığı şu günden, üzeri iyice kapanmış geçmişe giden yoldan daha geçilmez bir yol yoktur. Kendi hayatının resimlerinin, bir zamanlar gerçek olan varlığının “hayat belirtisi olmayan” semboller olarak uçuştuğu o sonsuz yalnızlığına gelebilmek için kendi uçurumunun önünden, kendi yanılgıları ile bilerek unuttuğu şeyler arasındaki o dar, kaygan yoldan el yordamıyla geçip kendisiyle baş başa kalabilmesi için nasıl da büyük bir cesaret göstermesi gerekir. Şu yüce sözü, vidi cor meum (kendi yüreğimi tanıdım) hakkıyla söyleyebilmek için nasıl kahramanca bir sabra ve güvene ihtiyacı vardır! Ve sonra içinin ta derinliklerinden çıkıp dış dünyaya geri dönmek, kendiyle ilgili gözlemlerini kendisini anlatan bir portreye dönüştürmek ne kadar güçtür. Bunun ne kadar zor bir iş olduğunu, bu konuda sağlanan ender başarılar gayet iyi açıklar. Ruhlarını olduğu gibi yansıtarak kendi portrelerini çizebilen yazarların sayısı bir elin parmaklarını geçmez ve bunların bazılarında da birçok boşluklar, sıçrayışlar, gerçekle ilgisi olmayan eklemeler ve yapıştırmalar vardır. Sanatta özellikle en yakındaki en zordur, en kolay gibi görünen ise en çetin görevdir: Bir yazar için kendi çağında ya da başka bir dönemde yaşayan birini gerçeğe uygun olarak anlatmak bile kendini anlatmak kadar zor değildir.

Fakat kuşaklar boyunca insanları tekrar tekrar bu çok güç görevi üstlenmeye iten neden ne olabilir?

Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Casanova, Stendhal ve Tosltoy zevkle okuyacağınız, okurken ünlü düşünürlerin yaşamlarına, sanata, yaratıcılığa farklı bir bakış açısıyla yaklaşacaksınız. Okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: