“Hiçbir şey besinsiz hayatta kalamaz. Tükettiklerimiz bize şifa da olur zehir de. Beslenme deyince aklımıza sadece ağzımızdan girenler gelse de, gözümüzle, kulağımızla, burnumuzla, dilimizle, bedenimizle tükettiklerimiz de gıdadır. Çevremizde duyduğumuz konuşmalar ve iştirak ettiğimiz sohbetler de gıdadır. Peki, tükettiğimiz ve ürettiğimiz besinler sağlığımıza iyi geliyor mu, gelişimimize yardımcı oluyor mu?”
-Thich Nhat Hạnh
Merhaba
Bizi besleyen, çevremizdekilerin moralini yükselten bir söz söylediğimizde sevgi ve şefkati çoğaltırız. Konuşmalarımız ve davranışlarımız gerilim ve öfke yarattığında ise şiddeti ve acıyı besleriz.
Kulak misafiri olduklarımızdan, izlediklerimizden ve okuduklarımızdan sık sık bünyemize zehirli içerikler alırız. Peki, bünyemize aldıklarımız anlama ve şefkat duyma yetimizi geliştiriyor mu? Öyleyse iyi gıdalarla besleniyoruz demektir. Fakat bize kendimizi kötü ve güvensiz hissettiren veya muhatabı yargılayan kibirli konuşmaları da bünyemize alırız sık sık. Sohbetlerimize de gıda ve beslenme gözüyle bakabiliriz. İnternet de bir beslenme aracıdır; şifalı ve zehirli gıdalarla doludur.
- Hangi iletişimin sağlıklı hangisinin zehirli olduğunu nasıl bilebiliriz?
Sağlıklı bir iletişimin mayası farkındalık enerjisidir. Farkındalık demek yargılamayı bırakmak demektir, nefes ve beden farkındalığına geri dönerek bütün dikkatimizi kendimizde ve çevremizde olup bitenlere vermektir. Bu sayede az önceki düşüncemizin sağlıklı mı sağlıksız mı, sevecen mi nobran mı olduğunu anlayabiliriz.
Sohbet bir besin kaynağıdır. Hepimiz zaman zaman yalnız hisseder ve biriyle konuşmak isteriz. Fakat konuştuğumuz kişinin sözleri, öfke, nefret ve hüsran gibi zehirlerle dolu olabilir bazen. O kişiyi dinlerken bu zehirleri bünyemize alırız. Hem bilincimizi hem de bedenimizi etkiler bu zehirler. Konuşurken ve dinlerken işte bu yüzden önemlidir.
Ruhsal dengemizin bozulmasına yol açabilecek bu tür sözlerin bize sirayet etmemesi için bilinçli farkındalık geliştirmemiz gerekir. Kendimizi şefkatin enerjisiyle korumalıyız ki karşımızdakini dinlerken bünyemize zehir almak yerine içimizdeki şefkati büyütebilelim. Böyle dinlediğimizde şefkat bizi korur, karşımızdakini dinlerken daha az acı çeker.
Düşündüğümüz şeyler, söylediğimiz sözler, sergilediğimiz davranışlar kadar, başkalarıyla iletişim kurarken duyduğumuz fikirler ve sözler, gördüğümüz davranışlar da bünyemize işler. İletişim de bir tüketim biçimidir.
Çoğumuz iletişimdeki zorluklardan dolayı acı çekeriz. Anlaşılmadığımızı hissederiz, özellikle sevdiklerimiz tarafından. İlişkilerde insanlar birbirinden beslenir. Bu yüzden ilişki kurduğumuz kişiye sunduğumuz gıdalar konusunda dikkatli olmalıyız, kişiyi zenginleştirmeyi sağlayacak türeden besinler seçmeliyiz.
Eğer acı sürüyorsa, onu beslemeye devam ediyoruz demektir. Bilinçli farkındalıktan yoksun konuştuğumuz her defasında acılarımızı besleriz.
Bilinçli farkındalık acımızın kaynağını görebilir, ne tür besinlerle onu diri tuttuğumuzu anlayabiliriz. Acılarımızın nelerden beslendiğini bulursak, onu bu besinlerden mahrum bırakarak acımızı dindirebiliriz.
Doğru iletişim sevgimizi hayata geri döndürebilir. Kafamızın içinde, kalbimizde ürettiğimiz her düşünce o ilişkiyi besler. Düşüncemiz, öfke, korku, kızgınlık taşıyorsa bundan ne kendimiz ne de öteki beslenir. Şefkatten değil de yargılardan ve öfkeden beslenen ilişki zora düşer.
Yalnızlık çağımızın derdi. Etrafımız insanlarla çevrili olsa bile çok yalnız hissedebiliyoruz. Hep birlikte yalnızız. İçimizde bir boşluk var. Boşluk bizi rahatsız ettikçe başkalarıyla bağlantıya geçerek onu doldurmaya çalışıyoruz. Bağlantıya geçtiğimizde yalnızlık hissimizin ortadan kalkacağını sanıyoruz.
Teknoloji bize “bağlantıda” kalabileceğimiz çok sayıda araç sunuyor. Ama bağlantıdayken bile yalnız hissetmeye devam ediyoruz. Gün boyunca defalarca e-postalarımıza bakıyor, mesaj gönderiyor, durum güncellemeleri paylaşıyoruz. Paylaşmak ve paylaşılanları takip etmek istiyoruz. Bütün günü bağlantı halinde geçirmek bile yalnızlık hissimizi hafifletmiyor.
Hepimiz sevgiye açız. Ama sevgiyi bizi besleyecek bir tarzda var etmeyi bilmiyoruz. Boş kaldığımızda yalnızlık hissimizi dağıtmak için teknolojiyi kullanıyoruz ama nafile. İnternetimiz, e-postamız, görüntülü konuşmalarımız, mesajlarımız, sosyal medya hesaplarımız, uygulamalarımız, mektuplarımız ve cep telefonlarımız var. Her şeyimiz var. Ama bütün bu imkanların iletişimimizi geliştirdiği pek de söylenemez.
Çoğumuzun cep telefonu var. Başkalarıyla temas halinde olmak istiyoruz. Ama telefonlarımıza o kadar güvenmemeliyiz. Telefonun iletişimi kolaylaştırdığını düşünüyor olabiliriz ama konuşmalarımız sahici olmadığı takdirde, bu cihaz yoluyla mesajlaşarak veya konuşarak karşımızdakiyle iletişim kurmuş olmuyoruz.
İletişim teknolojilerine fazla güveniyoruz. Ama her türlü teknolojik iletişim aracının ötesinde en asli iletişim aracımız zihindir. Zihinlerimiz kapalıysa kendimizle ve başkalarıyla iletişimsizliğimizi hiçbir şey telafi edemez.
Çoğumuz başkalarıyla buluşmaya ve yazışmaya çok zaman harcıyoruz, ama aynı zamanı kendimizle iletişime harcamıyoruz. Bu yüzden de içimizde ne olup bittiğini bilmiyoruz. İçimiz darmadağınık olabilir. Peki, kendimiz böyleyken, başkasıyla nasıl düzgün iletişim kurabiliriz ?
Bütün bu teknolojik cihazlar yoluyla iletişim kurduğumuzu düşünürüz ama bu bir yanılsamadır. Gündelik hayatımızı kendimizden kopuk geçiririz. Yürürüz ama yürüdüğümüzün farkında olmayız. Burada bulunuruz ama burada bulunduğumuzun farkında olmayız. Hayattayız ama hayatta olduğunuzun farkında olmayız. Gün boyu kendimizi kaybederiz.
Durup kendimizle iletişim kurmak devrimci bir eylemdir. Oturursunuz; kaybolma ve kendiniz olmama haline son verirsiniz. Yaptığınız şey her neyse onu durdurur, oturup kendinizle temas kurarsınız. Buna bilinçli farkındalık denir. Farkındalık mevcut ânın bütünüyle bilincinde olmaktır. Telefona, bilgisayara ihtiyacınız olmaz. Öylece oturarak nefes alıp verirsiniz. Bu şekilde birkaç dakikada kendinizle temas kurmanız mümkün. Bedeninizde, hislerinizde, duygularınızda ve algılarınızda olan bitenleri öğrenirsiniz.
Karşılıklı iyi bir iletişim kuramayacağınızı hissettiğiniz zamanlar da en iyi iletişim kurmanın yolu yazmaktır. Böyle bir dönemde yazdıklarınızın anlayış ve şefkat dolu olmasına dikkat ederseniz karşınızdaki insanı beslemiş olursunuz. Karşınızdakini yaşadığı duygu yoğunluğundan uzaklaştırırsınız.
Yazarken hemen gönder tuşuna basarsınız. Ama acele etmenize gerek yoktur aslında. Böyle bir yaklaşımla dünyadaki şefkatli iletişimi çoğaltabilirsiniz. Artık tüm hazırlıklar tamamsa bilinçli farkındalık kendimize eve giden yolu açmaya başlar. Evdeyken sıcak, rahat, güvende, hoşnut hissederiz. Çok uzun süredir evlerimizden uzak kaldık, evlerimiz ihmal edildi.
Ama eve dönüş yolu uzun değil. Ev içimizde. Eve dönmek zor değil, yeter ki durup oturalım, kendimizle olalım, mevcut durumu olduğu gibi kabul edelim. Evet, içerisi darmadağınık olabilir, ama bunu normal karşılarız, çünkü ne zamandır evde olmadığımızı biliriz. Nefes alıp nefes vererek nefesimizin farkında olarak, evlerimizi düzenlemeye başlayabiliriz.
Eve dönüş yolu nefesle başlar. Nefes almayı öğrenirseniz, farkındalık içerisinde yürümeyi, oturmayı, yemek yemeyi, çalışmayı da öğrenebilirsiniz, bu sayede kendinizi bilmeye başlarsınız. Kendinizle iletişim kurabildiğinizde dışarıyla kurduğunuz iletişim de berraklaşacaktır. Giriş yolu çıkış yoludur.
Nefes farkındalığı da bir iletişim aracıdır. Zihinle beden arasındaki iletişimi düzenler. Ne hissettiğimizi anlamamızı sağlar.
Başkaları nefes alıp verdiğinde bunu anlarız; Özgür görünürler. Korku, öfke, pişmanlık veya kaygıyla doluysak şayet, toplumda nasıl bir konumda olursak olalım, ne kadar paramız olursa olsun, özgür değilizdir. Gerçek özgürlük acılarımızı serbest bırakıp eve döndüğümüzde gelir. Özgürlük varolan en değerli şeydir. Mutluluğun temelidir ve her bilinçli nefeste bizim için mevcut hale gelir.
Mutluluk kendinizle iletişimdeyken mümkündür…
Yanlış algı bir anda, kaşla göz arasında oluşabilir. Oluşturduğumuz algılara kapılırız. Dolayısıyla kapıldığımız algılara dayanarak bir şey söylemek ya da yapmak tehlikeli olabilir. En iyisi hiçbir şey söylememek ve yapmamaktır! Bu yüzden Zen geleneğinde konuşma ve düşünme yollarının kesilmesi gerektiği söylenir. Konuşma yolu kesilir çünkü konuşmaya devam ederseniz, sözlerinizin esiri olmaya devam edersiniz.
Düşünmeyi ve konuşmayı bırakıp kendimizi dinlemeye başladığımızda hayatımızda bize ıstırap veren şeylerin de farkına varırız. Bu ıstıraplar bedenimizde farkına varmadığımız bir gerginlikten veya fiziksel bir acıdan kaynaklanıyor olabilir.
Çoğu zaman farkındalığı omzumda bir melek olarak taşıyorum….
Kendinizle yakınlık kuracağınız eve dönün ve dinleyin. Kendinizle iyi iletişim kurmazsanız başkalarıyla iyi iletişim kuramazsınız. O eve tekrar tekrar dönün ve kendinizle sevgiyle iletişim kurun. Pratik budur. Kendinize dönün ve şu an sahip olduğunuz mutluluğa kulak verin; bedeninizdeki ve zihninizdeki acıya kulak verin ve onu kucaklayıp iyileştirmeyi öğrenin.
Farkındalıkla yürürken nefesinizi her adımınıza dahil edin ve ayağınızın zeminle kurduğu bağa odaklanın. Adımlarınızın farkında olduğunuzda düşünmeyi tamamen bırakırsınız. Düşüncelere daldığınızda bedeninizde, duygularınızda ya da dünyada ne olup bittiğini bilmezsiniz. Yürürken düşüncelere daldığınızda tam olarak yürümüş sayılmazsınız. Dikkatiniz nefesinizde ve adımınızda olsun. Ayaklarınızın, hareketinizin ve değdiğiniz zeminin farkında olun. Dikkatinizi adım atmaya verdiğinizde özgür olursunuz çünkü zihniniz sadece attığınız adımdadır. Zihniniz artık ne geleceğe ne de geçmişe gider. Bir adım atarsınız ve özgürsünüzdür.
Yürürken kendinize şöyle diyebilirsiniz. Vardım. Evdeyim. Bu sözler bir beyandan ya da olumlama pratiğinden ibaret değildir. Sözler gerçekleşir. Hiçbir yere koşmanıza gerek yoktur. Çoğumuz hayatımız boyunca koşup durduk. Şimdi hayatı düzgün yaşamaya başlıyoruz.
Ev şimdi ve burasıdır, yaşamın tüm harikalarının mevcut olduğu yer burasıdır, beden denen mucizenin mevcut olduğu yer burasıdır. Bütün bedeninizle ve zihninizle şimdiki zamana yerleşmediğiniz takdirde bütünüyle şimdi ve buraya varmanız mümkün değildir.
Şefkatin temeli kendini sevmektir…
Sevdiklerimizi çok iyi tanıyıp anladığımızı düşünmeye meyilliyizdir, ama durum öyle olmayabilir. Kendi acımızı ve hislerimizi anlamadıysak, başkasının acısını nasıl anlayabiliriz? Başkası hakkında her şeyi anladığımızdan o kadar da emin olmamalıyız. Kendimize şunları sormalıyız: “Kendimi yeterince anlıyor muyum? Acımı ve acımın köklerini anlıyor muyum?”
Kendi acınızı anlamaya, içgörü kazanmaya başladığınızda başkasını daha iyi anlamaya ve onunla daha iyi iletişim kurmaya başlarsınız. Kendinizi kabul etmezseniz (kendinizden nefret ediyorsanız ve kendinize kızıyorsanız) başkasını nasıl sevebilir ve ona sevginizi nasıl ifade edebilirsiniz ?
Kişinin kendine yönelik geliştirdiği anlayış başkasını anlamasının anahtarıdır; kendini sevmek başkasını sevmenin anahtarıdır. Acınızı anladığınızda daha az acı çekmeye başlar ve başkasının acısını da çok daha kolay anlayabilmeye başlarsınız. Başkasının acısını idrak edebildiğinizde ve bu acının nasıl meydana geldiğini gördüğünüzde şefkat doğar. O zaman karşınızdakini cezalandırma veya suçlama arzusu hissetmezsiniz. Derinlemesine dinleyebilirsiniz, konuştuğunuzda ise sözleriniz şefkat ve anlayış taşır. Konuştuğunuz kişi daha rahat hissetmeye başlar, çünkü sesinizde anlayış ve sevgi bulunur.
Acılarımızı ve köklerini anlamak için kendimizdeki eve dönmek ilk adımdır. Acımızı ve nelerden oluştuğunu anladığımızda başkalarıyla kurduğumuz iletişim onların da daha az acı çekmesini sağlayacak bir tarzda olur. İlişkilerimiz hem kendimizin hem de başkalarının sıkıntılarını ve hayallerini anlama kapasitemize bağlıdır.
Bazen iletişim en çok kendi ailemizde zordur çünkü aile fertleri benzer acılardan mustariptir ve acılara benzer şekilde tepki verirler. Ebeveynlerimize kendi ebeveynlerinden ve atalarından bir takım acılar aktarılmıştır. Kendi acılarınızı anlamaya ve kendinizle uzlaşmaya başlamadığınız taktirde, bu acılar gelecek nesillere aktarılmaya devam edecektir. Bu nedenledir ki farkındalıklı iletişim yalnızca kendimiz ve sevdiklerimiz için değil gelecek nesiller için de yaptığımız bir çalışmadır.
Kendi acınızı anladığınızda, babanızın acısını da anlarsınız. Babanız çok acı çekmiş, bu acıyla başa çıkamamış ve bu acıyı dönüştürememiş, bu yüzden de bütün bu acı yükünü size aktarmış olabilir. Acımızı babamızdan ve annemizden miras almış olabiliriz.
Anne babalarımızdan ve atalarımızdan olumlu ve olumsuz pek çok tohum aldık. Alışkanlıklarını dönüştürmenin yollarını bilmediklerinden bunları olduğu gibi bize aktardılar. Bazen bu alışkanlık enerjileri nesiller boyunca devam eder.
Babamızın, annemizin ve atalarımızın devamı olduğumuzu anlamamız ve kabul etmemiz gerekiyor. Farkındalığımızı geliştirerek yaşadığımızda, alışkanlık enerjisi her ortaya çıktığında onu tanıyabilir ve farkındalık enerjimizle kucaklayabiliriz. Bunu her yapabildiğimizde alışkanlık enerjisi zayıflar. Bu pratiğe istikrarlı bir şekilde bağlı kaldığımızda, aktarım döngüsünü kırabiliriz. Bu sadece kendimizin değil çocuklarımızın ve torunlarımızın da yararına olacaktır. Ayrıca çocuklarımızın alışkanlık enerjisiyle başa çıkmayı öğrenmelerine ve içlerindeki olumlu unsurları beslemelerine yardım edebiliriz.
Yine de farkındalıkla nefes alma, farkındalıkla yürüme ve derinlemesine bakma pratiğimiz sayesinde, en geçimsiz ailelerde bile dönüşümü sağlayabilir ve iletişimi yeniden kurabiliriz. Diğer kişi de farkındalık pratiği yapıyorsa, bu daha kolaydır, ama o kişi pratiği bilmiyorsa bile uzlaşma mümkündür.
Uzun süreli ilişkilerde, tıpkı ailelerde olduğu gibi, bir yerden sonra değişimin mümkün olmadığını düşünürüz ve düşünme biçimi alışkanlık olarak zihnimizde yer eder. Karşımızdakinin değişmesi gerektiğini ama değişmeyeceğini düşünürüz ve ümidi keseriz. Oysa yapmamız gereken, yargılamayı bırakmak ve kendi içimizdeki iletişime dönmektir.
Karşımızdakinin değişmesini beklersek, vaktimizi beklemekle geçirebiliriz. O yüzden en iyisi öncelikle kendimizi değiştirmektir. Uzun zaman alsa bile, kendiniz üzerinde hakimiyet kazandığınızda ve elinizden gelenin en iyisini yaptığınızda daha iyi hissedeceksiniz.
Dolayısıyla asıl mesele birlikte kalıp kalmamak değil, şefkatle konuşarak ve derinlemesine dinleyerek, neticesi ne olursa olsun, birbirinizi anlamaya çalışmaktır.
Gerçekten kendimizdeki eve döndüğümüzde ve kendimizi dinleyebildiğimizde, yaşadığımız her andan bir şey öğrenebiliriz. Her ânın tadını çıkarabiliriz. Nefes farkındalığıyla kolaylaşan iyi bir iç iletişimle kendimizi, acılarımızı ve mutluluğumuzu anlayabilmeye başlarız. Acıyla baş etmenin yolunu öğrendiğimizde, mutluluğu yaratmanın yolunu da öğreniriz. Gerçekten mutlu olduğumuzda bu mutluluk herkesin yararına olur. Bu dünyada mutlu insanlara ihtiyacımız var.
Anlama ve sevme kapasitesi olarak tanımlıyorum mutluluğu, çünkü anlayış ve sevgi olmadan mutluluk mümkün olamaz. Hayatlarımızda yeterince sevgi ve anlayış olmazsa çok acı çekeriz.
- Şefkat de sevgi de anlayıştan doğar. Anlamadan nasıl sevebiliriz ki? Sevdiğimiz kişinin acılarını ve dertlerini bilmeden nasıl mutlu edebiliriz ki?
Bir ilişkide ötekini anlayıp anlamadığınızı bilmek istersiniz. İletişimin iyi olduğu uyumlu bir ilişkiyse, orada mutluluk var demektir. İletişim ve uyum varsa, orada karşılıklı anlayış var demektir.
Bodhisattva tatlılıkla, sevgiyle konuşabilen, şefkatle dinleyebilendir. Özenle ve sebat ederek çalıştığında herkes bodhisattva olabilir. Bodhisattva olmak için on yıl pratik yapmanız gerekmez. Her gün bir, beş on dakika bile olsa, oturup farkındalıkla nefes alarak ve kendinizi dinleyerek geçirin.
Dört Konuşma için On Bodhisattva Alıştırmasının dört bodhisattva ilkesi şöyledir;
- Doğruyu söyleyin. Yalan söylemeyin ya da gerçeği çarpınmayın.
- Abartmayın.
- Tutarlı olun. Yani ikili konuşmayın; Bencilce veya manipülatif nedenlerle bir şey hakkında birine başka, ötekine başka konuşmayın.
- Sakin bir dil kullanın, sert konuşmalar yapmayın, sözlü istismarda bulunmayın, suçlayıcı ifadeler kullanmayın.
Buddha’nın zamanında insanlar zihinsel kurgulara kapılıp öğretileri asıl amaçlarından farklı yorumlamışlardır. Buddha ve öğrencileri her türlü öğretinin barındırması gereken dört ölçüt ortaya atmıştır. Bugün bu dört ölçüt kendimizin ve başkalarının Doğru Konuşmayı hayata geçirip geçirmediğini ve etkili bir biçimde doğruyu söyleyip söylemediğini değerlendirmemizi sağlar.
Bu dört ölçüt şunlardır:
- Dünya diliyle konuşmalıyız.
- Kişilerin düşünme biçimlerine ve öğretiyi anlama kapâsitelerine göre onlarla konuşma şeklimiz farklılaşabilir.
- Tıpkı bir doktorun doğru ilacı yazması gibi biz de uygun öğretiyi kişiye, mekâna ve zamana göre belirleriz.
- Mutlak doğruyu yansıtacak şekilde öğretiriz.
Derinlemesine dinlemek bir bakıma derinlemesine bakmaktır. Gözlerinizle baktığınızda acıyı görürsünüz. Kulaklarınızla baktığınızda o kişinin sözlerindeki titreşimleri duyarsınız.
- Kötü haberlerin bu kadar fazla, iyi haberin bu kadar az olduğu günümüzde siz bir yazar olsaydınız, nasıl yazılar yazardınız? Ya da paylaşımlar yapardınız? Yazı yalnızca şok, korku, ya da infial içinde aktarırsanız yazdığınız yazı okura korku ve öfkesini körükler, muhtemelen daha fazla şiddete yol açar. Peki böyle bir yazı bize ulaştığında ne yapabiliriz?
Gerçeği söylemek zorundayız, ama insanların içindeki korku ve intikam tohumlarını sulamayacak şekilde yazı yazmalıyız. Dolayısıyla oturup düşünmeli; derinlemesine bakmalı ve “Bir insan neden masum insanlara şiddet uygular?” diye sormalısınız. Derinlemesine baktığınızda, şiddet uygulayanların yanlış algılarla hareket ettiklerini görürsünüz. Kendi algılarının doğru olduğundan o kadar eminlerdir ki.
Gerçeği söyleyebiliriz ama bunu yaparken insanların anlamasına yardımcı olmalıyız. İnsanlar anladıklarında öfkeleri azalır. Umutlarını kaybetmezler, bu tür acıların devam etmesi için ne yapmaları ve ne yapmamaları, neyi tüketmeleri ve neyi tüketmemeleri gerektiğini öğrenirler. Olayların neden meydana geldiklerini anlamalarına yardımcı olduğumuzda anlayış ve şefkatlerinin artmasını sağlayabiliriz. Derinlemesine bakma pratiğiyle büyük bir fark yaratabiliriz. Çözüm gerçeği hasıraltı etmek değil.
İletişim Sanatı, okumayanlara tavsiye okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Dünyanın en tanınmış Zen ustalarından ruhani lider, şair, aktivist Thich Nhat Hanh İletişim Sanatı’nda hayattaki en önemli beceri olan iletişimi geliştirerek hem kendimizle hem başkalarıyla huzur, özgürlük ve esenlik içinde yaşamanın yollarını gösteriyor.
Buddhizm’in temel öğretilerinden hareketle evrensel öğretiler geliştiren Thich Nhat Hanh derinlemesine dinleme, sevgiyle konuşma ve farkındalıklı iletişim pratikleri yoluyla ilişkilerimizde mevcudiyete dayalı anlayışlı ve şefkatli bir yaklaşım geliştirmenin hayatımızı ve ilişkilerimizi dönüştürme, iyileştirme ve zenginleştirme gücünü ortaya koyuyor.
Gündelik etkileşimlerden, çift ve aile ilişkilerinden, iş hayatından, siyasi görüşmelerden örnekler vererek iletişimde yaşadığımız zorluklarla başa çıkmanın yollarını ve doğru iletişimin kendimizi ve dünyayı dönüştürme potansiyelini berrak ve bilgelik dolu bir üslupla anlatıyor.
Thich Nhat Hạnh ( d. 11 Ekim 1926 – ö. 22 Ocak 2022) Vietnamlı bir Zen Budist rahip, öğretmen, yazar, şair ve barış aktivisti.
40’tan fazlası İngilizce olmak üzere 100’den fazla kitap yazmıştır. Barış hareketinin içinde aktif olarak yer almıştır. 1967’de Martin Luther King tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmiştir.
Yazarın Bir Ağız İki Kulak, Sessizlik, Bizim Dünyamız, İyileştiren Sevgili ve Buda’nın Öğretileri, adlı eserleri Blog’da okuyabilirsiniz.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın