
Hermann Hesse
“Ağaçlar eserinde şöyle diyordu: “Onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi bilen hakikati öğrenir.”
Sevgili Okur,
Hayatın akışı içinde, bazen her şey durur… İçten bir çağrı yükselir. Yaratıcı sürecin sessiz adımlarında, yazının gölgesinde… bazen bir cümlede kendinle, tinsel değerlerle karşılaşırsın. Tinsel karşılaşmada değerler seni dönüştürmek için değil — seni kendine döndürmek için vardır.
Bugün, dünyamız büyük bir nükleer savaş tehlikesi içinde. Birçok ülke ciddi boyutlara ulaşan işsizlik sorunuyla savaşmaya çalışıyor. Suç oranları gitgide artıyor. Terör korkusu uluslararası düzeye ulaşmış durumda. Dolayısıyla, bunalıma giren insan sayısı da, ne yazık ki, gitgide artıyor. İşte bütün bunların arasında, Leo Buscaglia’nın sesi tüm gücüyle “İnsan olağanüstü güzel, olağanüstü güçlü bir varlıktır. İnsan olmaktan kıvanç duyun. Aradığınız her yanıt içinizdedir.” diyordu.
İşte o an kalbimle karşılaştım… Çünkü yaşam sevgi demektir… Leo Buscaglia mesajı ise şöyledir: “Sevgi, insanın varabileceği en yüksek bilinç düzeyine ulaştıran sürekli yol göstericinizdir…”
Yaratıcılığın Sessiz Uyanışı
Bir gün uyandım… Ve en hakiki halime dönüş için bir çağrı aldım… Anladım ki, engel olan şeyin ne olduğunu öğrenmeden kendimi keşfedemeyeceğim. Bir an durdum ve hayatımı gözden geçirmeye karar verdim. Kendimle tanışmaya, oynadığım tüm rollerin altında yatan kişiyi ortaya çıkarmaya, hatalardan ve alışkanlıklardan sıyrılmaya…
Peki bu karşılaşmalar bizi nasıl dönüştürür? O hâlde, yaratıcılığın doğasına yeniden bakalım…
Belki de yaratıcı karşılaşma, kendi içimizde uzun zamandır bizi bekleyen bir fark ediştir.
Yaratıcı Karşılaşma
Doğada yapabileceğimiz en iyi egzersiz yürümektir…Yürüyüş yapmak, en güzel egzersizlerden biri olup, muhteşem bir stres giderici ve ruh halini olumlu hale getiren bir uygulamadır. Güzel bir yürüyüş dünyayı bir bakış açısına oturtup gerilmiş sinirlerinizi yatıştırmanıza yardımcı olabilir. Gerçekten de canlı hissetmek istiyorsanız, rüzgarlı ya da yağmurlu bir havada yürüyüşe çıkın!
Bunun için özel bir yere gitmeniz gerekmez. Sakin kafayla mahallenizde yapacağınız bir yürüyüş Nietzsche gibi dağlarda yapacağınız bir yürüyüş kadar ilginç olabilir. Bunu yaparken, aceleyle bir yere gitmeniz gerektiğini düşünmenize gerek yoktur, buradaki amaç mümkün olduğunca farkındalıkla yürümek, farkındalığınızı yere değen ayaklarınıza çevirmek ve tüm ayak ve bacak kaslarınızın ve tendonlarınızın akıcı hareketlerini hissetmektir.
İstanbul
İstanbul bir metropol kültürel ve ekonomik olarak gelişmiş bir şehir. İstanbul en çok göç alan şehirlerden biri. Çevre kirliliği, trafik ve dengesiz yapılaşma gibi sorunlar metropollerde sıkça rastlanan sorunlardır. Tanıdığım bu sokaklarda yürürken izlenimler ediniyorum. Etrafımı saran meyve ağaçları erik, kiraz her birinin dalından yerken ışıklara geliyorum. Birkaç saniye sonra yanan yeşil ışık karşıya geçmemi söylüyor. Araçların yaşadığı bir şehirde dikkatli olmak gerekir.
Dikkat ederek karşıya geçiyorum.
Özgürlüğe Doğru Adımlar
Birkaç adım sonra Göztepe Özgürlük Parkının eşiğindeyim. Parkın kapısından geçip güvercin heykelini selamlıyorum. Özgürlüğün metaforunu yapan kuş heykeli. Aynı benim gibi yükselmeyi bekliyordu.
Richard Bach’ın “Martı” kitabı aklıma geldi. Bu eser, Martı Jonathan Livingston’ın hikayesi üzerinden özgürlük ve özgünlük mücadelesini anlatıyor. Jonathan, kendine has uçma deneyimlerinin sonunda hayalini kurduğu uçuşları gerçekleştiriyor. Kendi olma mücadelesini kazanarak farklılığını korumayı başarıyor. Tüm bunları yapabilmek için ise insanın kendini geliştirmesi gerekiyor.
Özgürlüğü seçmenin bir bedeli vardır… Kendi kendine yetebilen, özgür, güçlü ve mutlu bir insan olmak bazen yalnız hissettirebilir. Öteki olmak, azınlıkta kalmak gibi. Bu hayat sizin; engelleri aşan da, ödülleri toplayan da siz olacaksınız. Kendini büyütme yasası der ki: “Önümdeki engel benden büyüktü, aşamadım. Ancak ben de kendimi geliştirebilir, kendimi büyütebilir ve o engeli aşabilirim.”
Gitmek zamanı geldiğinde iyi düşünmeli… Ödenmesi gereken bedel varsa ödemeli, çekeceği acıları yaşamalı insan. Bol ağaçlı bir parkta, temiz hava alarak yürürken düşünmeli. Yaşadığı şehri, hayatı ve gelecekte olmak istediği yeri. Hedeflerin gerektirdiği kadar donanımlı, hedeflerin gerektirdiği kadar cesur olmayı. İnsan kendi çabasıyla çıktığı yükseklikte, kendi çabasıyla kalabilmeli. Limit Sizsiniz…
Tıpkı Mümin Sekman’ın söylediği gibi: “Kişisel gelişim ile sosyal başarı çoğu zaman karıştırılır. Bazısı hep sosyal başarı peşindedir. İçe dönüp kendini geliştirmez. Büyük makamlara gelir ama içi boş ve karışıktır. Bu nedenle bazı mevkiler ‘az gelişmişlere’ bırakılmamalıdır.”
Çünkü insan, önce kendini inşa etmeli. Sonra o inşa ettiği benlikle dünyaya dokunmalı.
Ben İki şeyim
Baharın habercisi rengarenk çiçekler ve yeni biçilmiş çimlerin kokusu. Bitkiler, ağaçlar ve yürüme yolları. O yollardan birini seçerek ilerledim. Bir süre sonra yol bir ağacın gölgesinde duran banka götürdü. Banka oturup sırtımı dikleştirdim. Eşsiz bir manzara vardı karşımda. Manzaraya eşlik eden mavi bir gökyüzü, ağaçlar ve kuş sesleri. Yanıma yaklaşıp kucağımda yerini bulan bir kedi. Mırıltı eşliğinde minik patiler şifa verirken; güneşin ısıttığı iklimde gözlerimi kapatıp düşündüm.
Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı kitabında şöyle der: “Düşüncenin insanı götürebileceği en yüce nokta, bilmediğimizi bilmektir. Bilmek ve gene de bilmediğimizi sanmak en yüce başarıdır; bilmemek, gene de bildiğimizi sanmak hastalıktır.”
En yüce Tanrı’ya ad takılamaması bu felsefenin doğal sonucundan başka bir şey değildir. Mutlak gerçeklik, mutlak bir sözle ya da düşünceyle yakalanamaz. Evren’deki mutlak güç de hem düşünceler, hem de duygular evrenini aşar. Rigveda’da “Ben iki şeyim: Yaşam gücüyüm ve yaşam maddesiyim ; ben aynı anda bunların ikisi birdenim.” Bu fikrin getirdiği, düşüncenin her şeyi ancak zıtlıklar içinde kavrayabileceği sonucu Veda felsefesinde daha ağır bir inanca yol açmıştır.
Tanrı sevgisi üzerine düşüncelerimden sıyrılıp ayağa kalkıyorum. “Ağaçlar” eserinde yazan şu derin sözleri hatırlayarak gülümsüyorum.
Ağaçların Kökleriyle Öz’ü Hatırlamak
“Onlarla konuşmayı, onları dinlemeyi bilen hakikati öğrenir.” Hesse’nin sözleri, doğanın bize sadece fiziksel bir alan sunmadığını, aynı zamanda içsel yolculuğumuzda bir rehber olduğunu hatırlatıyor. Ağaçların kökleri gibi, bizim de özümüzü hatırlayıp kim olduğumuzu keşfetmemiz gerekiyor. Modern dünyanın karmaşasında kaybolduğumuzda, doğanın sessiz bilgeliğine kulak vermek bize denge ve huzur sağlayabilir.
Sol Yanım
Takip eden günlerde yol hep aynı yere götürdü. Sol yanımda tüm heybetiyle duran ağacın kucaklayıcı yayılışı, toprağı kavrayışındaki narin denge tüm bunlar ve ağacın birçok özelliği algım tarafından emiliyordu. Yeryüzüyle hemhal olmuş dönüşüm başlamış ve bu süreçte beden ve zihin farkındalığı daha da artıp, gerçek özgürlüğe bir adım daha yaklaştırmıştı. Önemli ruhsal etkiler yaratan bu süreçler, duyarlı bir insanı, ona böyle neler olduğunu sormaya sevk eder.
Sınırın Ötesinde: Hastalığın Öğrettikleri
Bazı dönüşümler bedenle değil, bilinçle başlar… Ölümün kıyısında bekleyen kişi, sadece karanlığı değil, içindeki ışığı da keşfeder.
Zihinsel anlamda kitaplarla geçirdiğim vakitte, Stefan Zweig Ruh Yoluyla Tedavi adlı eserinde şöyle diyordu: “Sağlıklı olmak insanlar için doğaldır, hastalık ise doğal değildir. Sağlık; vücut sağlığı normal kabul eder, tıpkı akciğerlerinin havayı, gözlerinin ışığı doğal kabul ettiği gibi; yaşamın genel duygusu içinde birlikte sessizce yaşararak büyür. Ama hastalık; hastalık birdenbire yabancı biri gibi içeri dalar, korkudan dehşete düşen ruha sanki saldırır ve onun içindeki sorular yumağını sarsarak uyandırır. O kötü düşman başka yerden geldiğine göre, onu kim göndermiş olabilir? Kalacak mı, gidecek mi? Ruh gibi çağırılabilir mi, rica ederek elde edilebilir mi ya da alt edilebilir mi? Hastalık sert pençeleriyle karşıt duyguları kalbe sıkıştırır: korku, inanç, umut, yılgınlık, küfür, tevazu ve umutsuzluk. Hastaya sorgulamayı, düşünmeyi ve dua etmeyi öğretir, ürpermiş gözlerini boşluğa dikmeyi ve korkusunun götüreceği bir varlık bulmayı öğretir. İnsanoğlunun çektiği, acılar, ilkin din duygusunu ve tanrı düşüncesini yaratmasına vesile olmuştur.”
Stefan Zweig’in satırlarında dolaşırken, zihnimde gezinen sorular artık yalnızca düşünsel değil, varoluşsal bir yankıya dönüşmüştü…
Sağlık insanda doğal bir şekilde var olduğundan, insan onun niçin var olduğu konusunda bir açıklama yapma ihtiyacı duymaz ve açıklamak da istemez. Ama ıstırap çeken insan, acılarına her seferinde bir anlam vermeye çalışır. Çünkü hastalığın anlamsız bir şekilde sağlığın üzerine çökmesi, bedeninin bir kusuru olmadığı halde durup dururken birdenbire hastalanması. Yaşanan bu anlamsızlık konusunda birinin/birilerinin insana garezi olması gerekir; birinin öfke duyuyor olması, ondan nefret etmesi gerekir… Yıllardır süre gelen insanlığın bu sancısına bir son vermeyi kim cesaret edebilecek???
Ama her insanın zihninde kendi bilgeliğinden meydana gelen, her an çıktığı bir mahkemeye ihtiyacı vardır. Her gün buraya çıkmalı ve kendisine sormalıdır: “Nasıl yaşıyorum? Bundan mühim bir şey olacak mı? Bundan herhangi bir şey elde edecek miyim? Bununla bir yere ulaşacak mıyım? Kaçışımı sonlandıracak mı? Istırabımı bertaraf edecek mi? Karanlığı defedecek mi? Ölümü yok edecek mi?”
Tüm bu sorular, kişinin zihninde büyük bir yoğunlukla yükselir.
İçimin derinliklerinde, ölümsüzlüğü nasıl elde edebileceğimi merak ettiğim bir dönem yaşıyordum. Bir hoşnutsuzluk, bir gerginlik, bir endişe olmadığı sürece anlamlı olana doğru ilerleme fikri, düşüncesi içimizde nasıl yükselebilir? Takip eden günlerde kendimde olağanüstü gerçekleşen bir şey olduğunu fark ettim… Kendi bedenimdeki izleri takip ettiğim o sürede kanser hastası olduğumu öğrendim. Geçen yıllar içinde kanserin öğrettiği en önemli şey, ne kadar güçlü bir enerjiyle mücadele ettiğinizdir.
Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir” sözünü severim. Bir insanı tanımak istiyorsanız, onun neyle mücadele ettiğini anlamanız yeterlidir.
Yasemin senden geride ne kalacak?
“Metanetine hayran kaldım” diyen bir doktorum vardı. Ameliyat, tetkikler ve diğer her şey hızla gerçekleşirken, yaşamımı bir gözlemci gibi izliyordum. Tedavi amacıyla yapılan 21 gen araştırmasının ardından ortaya çıkan olasılıklar beni derin düşüncelere sürükledi. Sonra fırtına kısa süreliğine dindi… Evimde dinlenirken bir gün farkına vardığım bir şey oldu. O an hızla ayağa kalktım. Evde çok az eşya vardı; çünkü bu evi, eşyalar değil, benim yaşamam için düzenlemiştim. İşten yorgun geldiğimde uzandığım, kitap okuduğum, sohbet ettiğim, örgü ördüğüm ikili koltuk… Masanın üzerindeki, içinde sayısız hikâye barındıran bilgisayar… Giyinme odasındaki kıyafetler ve en sevdiğim kazak… Yemek yaparken kullandığım bıçak… Çay terapisi yaptığım bardak ve dahası…
Yaşam dersim açıktı… Son durak! Holdeki aynanın tam karşısına geçip kendime sordum: “Yasemin, senden geriye ne kalacak?” Belki birinin zihninde bir hikaye… Eşyalar ise ölümümden sonra tek tek dağıtılacaktı. O gün, kendimi öldürerek onun ötesine geçtim. Etrafımdaki her şey yok olacaksa, yıkılamaz olanı bulmanın yolunu keşfettim. Bazı eşyaları kendi ellerimle verdim. Ve her şeyi ardımda bırakıp, pusulamla (kalbim beni hiç yanıltmadı) yeni bir sayfa açmaya karar verdim. Anne rahmine “yeniden doğmak” için döndüm. Bu seferki doğum fiziksel değil, “ruhsal doğum” içindi…
Karanlık bir boşluktan içimde parlayan bir bilince doğru yürüdüm…
İçimde Başlayan Değişim: Yeniden Doğum
İçsel dönüşüm “yeniden doğum” başlamıştı… Yeniden doğmak isteyen herkesin doğum sancılarından geçmesi gerekecek… Tüm kıyafetlerini çıkarmak zorunda kalacak, tüm içi boş ahlak anlayışını kenara koyarak, kendi içine bakacak. Gerçekte olduğun halini bilmeye ve görmeye istekli olursan bu sana o kadar acı verebilir ki değişmeye hazır hale gelirsin; başka bir yol kalmaz.
Yaranın Görünür Olması
Aradan bir yıl geçmişti ki kontrol esnasında kanserin tekrar ettiğini öğrendim. Hayat tam normale dönmeye başladı derken; kanserin tekrar ortaya çıkması bir engel olarak hayatımın tam ortasında duracak mıydı? Yoksa öğrendiklerimle kanserle daha iyi mücadele ederek bu engelin üzerinden gelebilecek miydim?
Son on altıncı kemoterapi seansına yapraklar renk değiştirirken girmiştim. Mevsim sonbahardı. Aralık ayı tüm duygularını yansıtıyordu… Yolda iki seçenek vardı. Devam edip hiçbir terslik yokmuş gibi davranabilir (ve giderek daha da mutsuz oluruz) ya da kendimizle ve dünyayla ilişki kurmanın farklı bir yolunu benimseriz. Bu farklı yaklaşım, kendimizi ve bizi rahatsız eden şeyi kabul etmekle ilgilidir. Karşılaştığım zorlukla yaşamayı kolay hale getirecek egzersiz ve meditasyon yapmaya devam ettim.
Uzun bir süre sağlıkla ilgili sürecim sarsıcı bir şekilde devam etti. O süre boyunca kendimi iyileştirmekle ilgilendim. Çünkü bu hastalık bedenden daha derin bir yere zihnime ve varlığıma dokunuyordu. Hastalık için doğru teşhise ve doğru tedaviye kavuşmak adına, hastalık hakkında netliğe sahip olmak gereklidir.
“Esas başarı gerçekte sadece içten meydana gelir, dıştan değil…. Doğanın kendisini bir ‘iç hekim’ olarak görür; bu hekimi herkes doğuştan itibaren içinde taşır, bu yüzden de hastalık hakkında sadece dıştan semptomlara dokunan bir uzmandan daha çok şey bilir.” Jung’un “iç hekim” dediği bu kavram zihnime yerleşti. Yaraların, gizli kalmamalıdır; ancak o zaman tedavi edilebilirler. Görünür olduklarında onları tedavi etmeden bırakmak zordur.
Kaybın İçinden Doğmak
En sevdiğimi kaybettikten sonra, dağılan tüm parçalarımı toparlamak zaman aldı. Yas, insanın hem ruhunu hem bedenini sarsan bir süreçtir. Ancak bu sarsıntı, aynı zamanda yeniden doğuşun da kapısını aralayabilir. Bir gün yeniden aynaya baktığımda, artık aynı kişi olmadığımı fark ettim.
İnsanın ilk kişiliği ile sonradan edindiği kişilik çoğu zaman birbirinden farklıdır. Carl Gustav Jung bu noktada şöyle der: “Yaşamın ilk yarısında kişiliğin çoğalması ya da değişmesi mümkündür.”
Bu değişim, dış katkılarla gerçekleşebilir; yaşadığımız kayıplar, karşılaştığımız insanlar, deneyimler… Hepsi kişiliğimizi dönüştürür. Ancak asıl zenginlik, içsel kaynaklarla beslenen bir çoğalmaya varabilmektir.
Ruhumuz yeterince geniş değilse, hayatın bize sunduğu büyük görevlerle baş edemeyiz. Bu nedenle şu söz çok doğrudur: “İnsan, görevinin büyüklüğüne göre büyür.”
Kaybın ardından gelen boşluk, aslında içsel büyümenin alanıdır. Kayıp bizi küçültmez; içsel kaynaklarımızla yüzleştiğimizde, bizi büyüten bir yolculuğa dönüştürür.
Ölümün Sessizliğiyle Yüzleşmek
Yaşamda ölümden daha kesin olan hiçbir şey yoktur ama bunu hemen hemen hiç düşünmeyiz. Diğer her şey belirsizdir, diğer her şey şüphelidir. Tanrı’nın var olması ya da olmaması mümkündür; ruhun var olması ya da olmaması mümkündür. Etrafımızda gördüğümüz dünyanın da orada olup olmaması mümkündür; sadece bir rüya olabilir. Yine de kesin olan bir şey vardır, bir şey kaçınılmazdır ve bunda en ufak bir şüphe yoktur: Şimdi burada olan biri, sonsuza dek burada olmayacaktır. Ölüm kesinlikle gelecek; ölümden daha büyük bir gerçek yoktur.
Kendi ölümümüz hakkında asla düşünmeyiz, her zaman ona sırtımızı döneriz. Biri sana onu hatırlatırsa şöyle dersin: “Böyle uğursuz bir şeyden bahsetme; böyle şeyler konuşma. Neden ölümden konuşuyorsun ki?” Ölüm konusuyla aramıza açık bir biçimde mesafe koyarız. Ama ölümden ne kadar uzak durursan dur, ölüm seni muazzam biçimde sever ve senden uzun süre uzak kalmayacaktır. Yaşam üzerine düşünüp taşınan kişi ölümün en kesin şey olduğunu bulacaktır.
Bağımsız olarak düşünmeye başladığımızda olacak ilk şey kendi hakkımızdaki bazı gerçekleri görmeye muktedir olmamızdır. Çok azımız bunları görme yetisine sahiptir; hepimiz olmadığımız bir şeyler olduğumuzu sanırız. Doğrumuzu ve gerçekliğimizi detaylıca görmediğimiz müddetçe yaşamlarımızda hiçbir gelişim mümkün değildir. Ancak ondan sonra herhangi bir dönüşüm gerçekleşebilir.
Köklerine İnmeden Göğe Uzanamazsın
Gökyüzüne dokunmak isteyen biri, cehennemdeki köklerini bulmak zorundadır, aksi takdirde bu mümkün değildir. Yükselmek isteyen biri, kendi içinde derinlere inmeli ve içsel hayvanını açığa çıkarmalı, ona iyice bakmalıdır. Bu senin gerçeğindir. Senin içinde mevcuttur; ondan kaçamazsın.
Özgürlükten korkma, yanlıştan kork… Kandırmacadan ve kendini kandırmaktan kork. Gerçek yüzümüzü gizlemek için kendimize dayattığımız kıyafetlerden kork.
Öleceğini hatırlamak, kararlar vermene yardımcı olan en önemli araçtır. Çünkü -tüm dış beklentiler- ölümün karşısında önemini yitiriyor ve geriye sadece gerçekten önemli şeyler kalıyor…
Farkındalığın Sessiz Dirilişi
Dünyayı yorumlama şekliniz nasıl tepki verdiğinizi büyük oranda etkiler… Dünya, üstüne kendi yorumlarınızı yazdığınız sessiz bir film gibidir. Dünyayı istediğiniz gibi değil, olduğu gibi tam bir uyanıklıkla kabul etmenize yardımcı olan türden bir farkındalığa erişin. Yaşama sevincinizi tüketen toksik düşünce alışkanlıklarından kurtulun. Yani duygularınız ve fiziksel hislerinizin yarattığı davranışlarda sürüklenmek yerine, gerçek anlamda var olabilmenizi sağlayan bir farkındalığı tadın… Yaşam kısa yeniden keşfettiğiniz farkındalığınızla anın keyfini çıkarın…
Tüm sevgimle…
Hakkında
İçsel Gelişim Yolculuğum
Tinselliğe sakince yaklaşmalı ve sakince yönetilmelidir. İlerlemeyi hafife almak kadar küçümsemek de tehlikelidir.
Hiçbir zeki öğrenci başkalarını yanıltma karmasını üstlenmek istemez…









Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.