Deliliğin Tarihi, Michel Foucault

Michel Foucault, Deliliğin Tarihi’nde, deliliğin gündelik yaşamın bir parçası sayıldığı, kaçıklarla çılgınların sokaklarda ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları Orta Çağ’dan, tehlikeli sayılmaya başladıkları, tımarhanelere kapatıldıkları, öteki insanlarla aralarına ilk kez duvarların çekildiği 18. yüzyıla kadar, Batı’da deliliğin arkeolojisini irdeliyor.

“Ve düzenden kurtularak Tanrıya ulaşmak için girişilen hareket de deliliktir… “

— Michel Foucault

Merhaba

Michel Foucault, Paris’teki St. Anne Hastanesi’nde stajını yaptı; burada Jacques Lacan’ın ilk seminerlerini izledi. Bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi sorgulamaya ve tıp gibi “normalleştirme pratikleri”ne dair eleştirisini geliştirmeye bu yıllarda başladı. Deliliğin Tarihi (1961) ve Kliniğin Doğuşu (1963) bu çalışmalarının ürünüydü. Deliliğin Tarihi’nde, topluma aykırılığı ve deliliğiyle bürokrasinin ve geleneklerin normalleştirici gücüne direnen romantik sanatçı figürüne odaklandı.

1970’te Fransa’nın en saygın eğitim ve araştırma kurumlarından Collège de France’a profesör olarak atandı ve 1970- 1984 yılları arasında burada Düşünce Sistemleri Tarihi dersini verdi. Derslerin bant çözümlerinden derlenen kitaplar ölümünden yıllar sonra yayımlandı.

College De France’de bilinçlenmeleri için halka eğitim veriliyordu...

Ülkemizde de halkın bilinçlenmesi için eğitimler verilse ne güzel olur…

Hedeflenen gerçek neydi?

Deliliğin Tarihi‘nde, deliliğin yaşamın bir parçası sayıldığı, kaçıklarla çılgınların sokaklarda ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları Orta Çağ’dan tehlikeli sayılmaya başladıkları , tımarhanelere kapatıldıkları , öteki insanlarla aralarına ilk kez duvarların çekildiği 18.yüzyıla kadar, Batı’da deliliğin arkeolojisini irdeliyor.

Deliliğin Tarihi, aynı zamanda aklın tarihinin ana hatlarını da ortaya koyuyor; Akıl, kendini ancak deliliğin zıddı olarak tanımlanabiliyor. Öyleyse delilik, toplum düzeninin varlığı için gerekli; çünkü bu düzen ancak kendi negatifinin aynasında kimlik bulabilir.

Kimlik doğuştan verilen bir şey midir?

Ve düzenden kurtularak Tanrıya ulaşmak için girişilen hareket de deliliktir. Korinthoslulara Mektup, “Hiçkimsenin olmadığı kadar deli olan biri olarak konuşuyorum”. Delilik dünyadan el etek çekmedir, delilik kendini Tanrı’nın meçhul iradesine terk etmektir, delilik sonu bilinmeyeni aramadır; bütün bunlar mistiklerin sevgili eski temalarıdır.

Tanrıya doğru ilerleyen insan deliliğe her zamankinden daha fazla maruz kalmaktadır ve Tanrısal lütfun onu sonunda ittiği hakikat limanı, aslında onun için bir meczupluk uçurumundan başka nedir ki? Tanrı’nın bilgeliği uzun zaman örtülü kalmış bir akıl değil de, dini olmayan bir derinliktir. Sır burada bütün sır boyutlarını korumakta, çelişki burada hep kendinin tersini söylemektedir, bunu da bilgeliğin merkezinin deliliklerin baş dönmesi olmasını isteyen esas çelişkiye uygun olarak yapmaktadır. “Efendimiz, senin tavsiyen çok derin bir uçurumdur.” Ve Erasmus, Tanrı’nın selametin sırrını bilgelerden bile gizleyerek, böylece dünyayı bizatihi deliliğin aracılığıyla kurtardığını kuru bir şekilde söylerken uzaktan bildiği şeyi, Cusanuslu Nikolaus, delilikten başka bir şey olmayan zayıf insani aklını kaybederken, Tanrı’nın bilgeliği olan büyük uçurumu, deliliği içindeki hareketinde uzun uzadıya anlatmıştır; “hiçbir söz bunu ifade edemez, hiçbir anlatma eylemi bunu anlatamaz, hiçbir ölçü bunu ölçemez, hiçbir tamamlanış onu bitiremez, hiçbir son onu sona erdiremez, hiçbir oran onu oranlayamaz, hiçbir kıyas onu karşılaştıramaz, hiçbir görüntü onu görüntüleyemez, hiçbir biçim onu biçime sokamaz… Hiçbir sözle ifade edilemeyen bu cinsten cümleler sonsuzda kavranabilirler, çünkü hiçbir kavrayış, her şeyin onunla, onda ve ondan itibaren hareket ettiği bu Bilgeliği kavrayamaz.”

Delilik aklın çabasını cezalandırıyorsa, bunun nedeni zaten bu çabanın içinde yer alıyor olmasıdır: imgelerin canlılığı, tutkuların şiddeti, zihnin kendi içine geri çekilmesi delilik alanına ait olup, en tehlikeli unsurlardır. Çünkü bunlar aklın en keskin unsurlarıdır. Hiçbir güçlü akıl yoktur ki eserini tamamına erdirebilmek için delilik tehlikesiyle karşılaşmasın;”delilik bulaşmamış hiçbir güçlü akıl yoktur… Bilgeler ve en iyi şairler delice davranmayı ve bazen kantarın topunu kaçırmayı bu yüzden onaylamışladır.”

Delilik, ama aklın çabası içinde güç, buna karşılık esaslı bir andır; akıl görünüşteki zaferlerinde bile kendini, onun aracılığıyla göstermekte ve başarılı olmaktadır. Delilik onun için yalnızca canlı ve gizli bir güç kaynağından ibarettir.

Delilik yavaş yavaş silahlarını kaybetmiş ve aynı zamanda yer değiştirmiş; akıl tarafından kuşatılmış, onun tarafından kabul edilmiş ve onun içine alınmıştır. Böylece onu sınırlandıran biçimlerin ve onu inkar eden güçlerin bilincinde olan şu kuşkucu düşüncenin veya daha doğrusu, aklın ikircikli rolü işte böyle olmuştur; deliliği kendi biçimlerinden biri olarak keşfetmektedir-bu, boyun eğdirilmez çatışma, aşkınlık işareti, dış güç olabilecek her şeyi reddetmenin bir biçimidir-; ama aynı zamanda deliliği kendi öz doğasının esaslı bir anı olarak işaret ederek, onu kendi faaliyetinin kalbine yerleştirmektedir. Ve Montaigne ve Charron‘un ötesinde, ama deliliği bizzat aklın doğasının içine dahil eden şu hareketin dahilinde, Pascal’ın düşünce eğrisinin çizildiği görülmektedir. “İnsanlar öylesine zorunlu olarak delidirler ki, deli olmamak başka bir çılgınlık içinde deli olmak olacaktır.” Erasmus’la başlayan o koskoca uzun çalışma bu düşüncede yeniden ele alınmakta ve derlenip toparlanmaktadır; akla içkin bir deliliğin keşfi; sonra buradan hareketle çift hale gelme ; bir yanda akla özgü bir deliliği reddeden ve bunu yaparken onu ikiye katlayan ve bu ikiye katlanmanın içinde deliliklerin en basit, en kapalı ve en dolaysızının içine düşen “çılgın delilik”; öte yanda da aklın deliliğin kabul eden, onu dileyen, onun haklarını tanıyan ve onun canlı güçlerinin kendine nüfuz etmesine izin veren, ama bu yolla kendini deliliğe karşı her zaman baştan yenik düşen bir ret inatçılığından daha gerçek bir şekilde koruyan “bilge delilik”.

Bunun anlamı deliliğin gerçeğinin artık aklın zaferiyle ve nihai egemenliğiyle bir ve aynı şey olduğudur, çünkü deliliğin gerçeği akla içkin olmak, onun bir biçimini, bir gücünü meydana getirmek ve onun kendine güven durabilmesi için anlık bir ihtiyaç olmaktır.

Bir geceden ertesi sabaha cüzzamlılardan çok daha katı bir şekilde kapatılan veya dışlanan bütün bu insanların ötesinde hedeflenen gerçek neydi?

Kapatma uygulaması sefalete yönelik yeni bir tepkiyi, yeni bir patetiği- daha da geniş olarak, insanın kendi varoluşu içinde sahip olabileceği gayriinsani yanla olan başka bir ilişkisini- belirlemektedir. Fakir, sefil, kendi varoluşuna karşılık veremeyen insan, XVI. yüzyıl esnasında, Orta Çağın tanımadığı yeni bir çehre kazanmıştır.

Rönesans, sefaleti, mistik olumluluğundan ayıklanmıştır. Ve bunu, Fakirliği mutlak anlamından ve Hayır faaliyetini de bu yardımına koşulan Fakirlikten ötürü sahip olduğu değerden kopartan çifte bir fikir hareketiyle yapmıştır.

Sefaletin ahlaki olarak geçirdiği evrim büyük kapatma evlerini ortaya çıkarmıştır.

Foucault’nun, on yedinci yüzyıl sonrasında Avrupa’da yaşanan yönetimsel ve toplumsal değişimleri ve oluşturulan modern kurumları nasıl eleştirdiğini okuyacaksınız. Ünlü düşünür, okulun hapishaneden, fabrikanın hastaneden bir farkı olmadığına herkesi inandırırken, modern Batı toplumlarına dair efsaneleri temelinden sarsıyor. Modernleşmenin ilerleme anlamına gelmediğini, ortaçağdan bugüne iktidarın sadece şekil değiştirdiğini anlatıyor.

Erasmus’un Deliliğe Övgü adlı eserini de tavsiye ederek; Michel Foucault, Deliliğin Tarihi, eserini buraya bırakıyorum.

Deliliğin Tarihi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle, okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: