
Çocukların başka çocukları öldürdüğü, insanların birbirine acımasızca davrandığı bir dünyada yaşıyoruz ve Gruen kitabında bunlara bir çıkış yolu arıyor. İlkel toplumları, ruh hastası olarak adlandırılanları ve ölüm kamplarından çıkanları inceleyip karşılaştırmalar yapıyor. Gruen’e göre, insanlar kendi acılarını yaşayamadıklarında, bu acıyı başkalarında yaşama ihtiyacı duyuyorlar.
“Bilincimiz, soyut, analitik ve yalıtıcı düşünce tarzını barındıran baskın bir sol beyin yarımküresi ve ihmal edilmiş bir sağ beyin yarımküresi arasında bölünmesi, insan oluşumuza dair sorunun yanıtını zaten önceden belirliyor. Dost ile düşman, kurban ile suçlu arasında ayrım yapabilme olasılığımız sınırlı. Ama insan oluşumuzun tam bir tanımını yapmadıkça şiddet ve suça gerçek anlamda karşı çıkamayız. Kendimizi uygar olarak görmekte ısrar ettiğimiz sürece bakış açımız da, değerlendirme yetimiz de son derece kısıtlı kalacak…”
—
Merhaba
Uygarlığımızın hastalığı bu şekilde aktarılır; İnsan kendisinin kurban konumunda olduğunu görmek zorunda kalmamak için kendisine kurbanlar arar.
İnsanlar kendi acılarını yaşayamadıklarında, bu acıyı başkalarında yaşama ihtiyacı duyarlar. Bunu yapabilmek için başkalarını aşağılar, onlara zarar verir ve bu zayıflıklarını inkar ederler. İnkar ise kurban durumunda olanı suçlu, suçlu olanı ise kurban durumuna getiren kısırdöngünün başlangıcıdır.
Günümüzde soğuk, haşin içindeki çocuğu artık fark edemeyen insanlar idealize ediliyor. İnsanlar kendi kişiliklerini geliştirmek yerine güçlü olanla özdeşleşiyor. Bu da insan oluşun temelini bütünüyle sarsıyor.
Empatinin yitimini önlemek ve kayıtsızlık politikasına son vermek için bir çıkış yoluna ihtiyacımız var. Gruen bu kitabında ilkel toplumları, ruh hastası olarak adlandırılan kişileri ve ölüm kamplarından sağ çıkanları inceleyip karşılaştırmalar yaparak insanlığın ihtiyaç duyduğu bu çıkış yolu için ipuçları belirliyor.
İnsan Olmanın Anlamını Sorgulamak
İnsanın duygudaşlığını sorgulamak, onun insanlığını, onun kimliğini sorgulamaktır. Bu aynı zamanda insanın, bedensel ve ruhsal hasarın hangi derecesine kadar insanlığını korumaya devam edebildiğine dair bir sorundur.
Auschwitz, başkasının duygularını anlamaktan aciz insanın ne denli yozlaşabileceğini gözler önüne seren uyarıcı bir örnektir. Bunlar Da Mı İnsan, 1992 başlıklı sarsıcı Auschwitz raporunda, Auschwitz’in insanlar tarafından düşünülmüş ve gerçekleştirilmiş olmasından utanç duyduğunu yazıyordu. Ama Auschwitz, böyle bir utancın ne başlangıcıydı ne de sonu. Bu utanç antik çağdaki çocuk katliamlarıyla başladı, bugün de Güney Amerika’da, Afrika’da, eski Yugoslavya’da, Rusya’da, Yakın Doğu’da, Endonzya’da kadınların ve çocukların şiddete maruz kalmalarıyla, tecavüze uğramalarıyla ; Avrupa’da yabancı düşmanlığından kaynaklanan aşırılıklarla şiddetle hala gündelik yaşamın içinde.
Geçmişten mi ders almıyoruz?
Bilgi toplumu çağında yaşamamıza ve yüksek bilim düzeyine rağmen niçin hala geçmişi geride bırakamıyoruz?
Birbirimize olan bağımlılığımızın giderek arttığı, aynı zamanda da birbirimizle hep daha fazla çatıştığımız bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar niçin onları birbirine bağlayan bağlara, aralarındaki ortak yanlara karşı tavır alıyorlar?
İnsan olmanın ne anlama geldiği, Auschwitz’i de aşan bir soru. Auschwitz, insanın neler yapabileceğine dair bir anıttır ve insan olmanın ne demek olduğu sorgulamasını haklı kılar.
Kurban Ve Suçlular Meselesi
Eğer insan, zayıflık olarak algılamaya yöneltildiği için kendi acısını yaşayamazsa, bu acıyı başka canlılarda arama ihtiyacı duyacaktır. Bu durumdaki insan kendi yadsınmış ve bastırılmış acısını yakalamak için başkalarını aşağılayacak, başkalarına işkence edecek ve hasar verecektir. Aynı zamanda kendi ruhsal hasarını gizlemek için de bu edimini inkar edecektir. İnkar, kurban durumunda olanı suçlu haline getirir ve kurbanlarla suçluları ayırt etmeyi hepimiz için belli ölçüde güçleştirir; Kurbanlar suçlu, suçlular da kurban durumunda görülür. Bunları birbirine karıştırmak bizim kültürümüz için tipik bir özelliktir.
Bizim kültürümüzde çocuklar- özellikle de erkek çocuklar – gözyaşlarından, çaresizliklerinden, ruhsal incinmelerinden utandırılarak büyütülür. Oysa, hangi ölçüde olursa olsun acıyı inkar etme baskısı altında kaldığımızda acımızı algılayamayacak duruma gelir. Ve aynı nedenle bir başkasına verilen acıyı da algılamak istemeyiz.
Gerçek empati suçlunun kendini haklı çıkarmasını desteklemek değildir; gerçek empati daha çok, gerçek anlamda insan oluşun yolunun insanın kendi geçmiş acısıyla yüzleşmesinden geçtiğini kavramasıdır…
Acı ve empati birbiriyle sıkı bir bağ içindedirler; aynı şekilde, acıyı yaşayabilme yetimiz için belirleyicidir. Aynı zamanda, acının inkarı da, sevgisizliği sevgi olarak gösteren bir dünyanın terörü altında her birimizin yaşam öyküsünde kendiliğin tam olarak gelişimini engeller. Böylesi koşullar altında oluşan bir kimlik, sadece kendisini şekillendirmiş korkuyu yansıtabilir ve bu durumda hayat dolu ve özgün olması mümkün değildir.
Eğer insan acı ve merhamet hissetme yetisini yitirmişse geriye insanlığından ne kaldığı sorusuyla karşı karşıya getirir.
Tam gelişim göstermiş veya körelmiş bir insan oluşun temelleri çocuklukta atılır. Sonradan bilincine varmadan kuşaktan kuşağa aktarılan uğursuz hatalar burada oluşur. Bu nedenle, kültürümüz içindeki çocukluk döneminin tarihine eğilmek ve çok farklı temellere dayanan diğer kültürlerdeki çocukluk döneminin tarihiyle de karşılaştırmak anlamlıdır.
Eğer bir çocuk içindeki acıya ulaşmanın yolunu bulamıyorsa ve bunun için ona yardım edilmiyorsa canlılığı dumura uğrar, o zaman iç yaşamını dışa, maddesel olana kaydırır. Tüketim toplumumuzun bu iş için hazır tuttuğu sayısız ürünle yaşamını satın alır.
Şiddetin ve yıkıcılığın temeli, çocuklarımızla kurduğumuz ilişkinin biçiminde yatar. Çocukların kendilerine özgü yaşamlarının ve canlılıklarının inkarı, çocukluğun ileri medeniyetler dediğimiz kültürlerdeki altı bin yıllık tarihinin içinden kırmızı bir şerit gibi geçer.
Çocukların dilini anlamıyoruz. Bunun için çaba da göstermiyoruz, çünkü sahip olduğumuz güçlü konumunun kibri içinde kendimizi çok iyi, çok ileri, çok bilgili görüyoruz.
Antik çağa uzanarak çocuğa şiddetin evrelerini okuyun. Tüm yaşanan şiddet olaylarından sonra yavaş yavaş uyanan kamu ahlaki ile I.S. 374 yılında çocukların öldürülmesi ilk kez kanunen ceza kapsamına alındı.
Göstermelik duygularda yaratılan bu değişim sadece bir poz olarak kalmış olmalı.
Kökenlerine bakmayı unuttuğumuz şiddetimizi de “yüksek ideallere” hizmet edişimizle haklı çıkarmaya çalışıyoruz.
Bu, çocuklarımızın kendilerine ait birer yaşamları olduğunu görememekle başlıyor.
Kendimizi doğru algılamayı ve anlamayı nasıl öğrenebiliriz?
Duygudaşlığın yitimini nasıl telafi ederiz?
Erkek bilinç acı ve kaygıyı reddedince neler oluyor?
Peki toplumsal bağlam, her iki beyin yarımküresinin etkinliklerini ve dolayısıyla kendiliğimizin gelişimini nasıl yönlendiriyor? Toplumsallaşma sürecimiz boyunca bilincimize ve bilinçdışımıza ne oluyor?
Bir insan, acıdan ve dertten bağlarını kopartmışsa bizim gözümüzde “normal”dir. Hastanın acısına, bizi çevreleyen toplumsal patolojiden bağımsız baktığımızda, onun derdini narsistik bir kendine dönüklük olarak bir kenara itip kendimizi de sağlıklı görebiliriz. Psikiyatri bu bakış açısını destekledikçe uygarlığımızın insanlıkdışı yanının aleti oluyor ve acısını inkar etmeyenleri cezalandırıyor.
Oysa başka kültürlerde bu hastalara saygıyla yaklaşılır. Acılarıyla tüm insanlara dair bir şeyi ifade eden ve böylece düşünmeye zorlayan bir durumu dile getirdikleri için Tanrı olarak veya kahin olarak görülürler.
26 Mayıs 1923’te Berlin’de doğdu. 1936 yılında ABD’ye göç edip burada 1961 yılında Teodor Reik öğrencisi olarak psikanalist unvanını almaya hak kazandı. Çeşitli üniversite ve kliniklerde görev alan Gruen, en son New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi’nde profesör olarak görev yaptı. 1958’den itibaren özel muayenehanesinde psikoterapi alanındaki çalışmalarına devam eden Gruen’ün alanıyla ilgili birçok dergi ve gazetede sayısız yazısı yayımlandı. 2001’de İçimizdeki Yabancı adlı kitabı Geschwister- Scholl Ödülü’ne layık görüldü. Diğer eserleri arasında, Normalliğin Deliliği, Kendine İhanet, Empatinin Yitimi, İhanete Uğrayan Sevgi-Sahte Tanrılar sayılabilir.
Empati Yitimi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle, okuyunuz…
Okuma listemde yer alan kitapları hediye eden, Nadide Ablama teşekkür ederim.
Bir Cevap Yazın