“Türkler inciye benzer; incinin deniz dibinde kıymeti yoktur.. Dünyaya çıkınca kıymetlenir.. Türkler de öyle!”

— Herbert George Wells

Merhaba

İnsan öyle kibirlidir ve bu kibri yüzünden öyle körleşmiştir ki hiçbir yazar, insanınkine benzer dünyevi bir aklın veya ondan daha zeki bir yaşam formunun var olabileceğini on dokuzuncu yüzyılın sonuna kadar öngörememişti. Dahası, Dünya’nın yüzeysel olarak yaklaşık dörtte birinden meydana gelen ve Güneş’ten daha uzak olan Mars’ın, hem Dünya’dan daha yaşlı olduğu hem de sadece zamanın başlangıcına uzak değil, aynı zamanda zamanın sonuna yakın olduğu gerçeği de göz ardı edilmişti.

Bilim kurgunun Shakespeare’i olarak anılan Herbert George Wells‘in ilk defa 1898 yılında yayımlanan Dünyalar Savaşın adlı bu kitabı, çağının ilk ve en iyi bilimkurgu yapıtları arasındaki yerini yıllardır korumaktadır.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, kimse insanların kendilerinden daha akıllı ama yine onlar gibi ölümlü varlıklar tarafından şevkle ve yakından izlendiğini düşünmezdi. Tıpkı insanların, çeşitli merakları uğruna su damlasının içinde toplanan ve çoğalan ölümlü varlıkları mikroskopla incelemeleri gibi onlarda insanları inceleyip üzerlerinde çalıştılar.

Mars gezegeninin 140 milyon mil uzaklıktaki Güneş’in etrafında döndüğünü ve oradan aldığı ışık ile sıcaklığın Dünya’nın yarısı kadarına denk geldiğini okuyucuya hatırlatalım. Eğer bulutsuların kütleçekim nedeniyle döne döne düzleşip içe çöktüğü, bunun sonucunda da yıldız ve gezegenlerin oluştuğu nebula hipotezi doğruysa, Mars bizim gezegenimizden daha yaşlı olmalı.

21. yüzyılda yeni gelişmeler kaydedemeyen insan varlığı, geçmiş yüzyılların kurgu hikayelerini günümüze taşıyarak gerçek kılmaya çalışıyor olmalı. Ayrıca şu sorunun cevabı çok önemli.

  • Dünya gezegeni bu denli gençken; neden yaşlı bir gezegen olan Mars’a gidilmek istensin?

İstilacı Bir Türün İnsanlıkla Karşılaşması: Wells, Marslıların Dünya’ya saldırısını anlatırken, insanlığın sadece teknolojik olarak değil, aynı zamanda ahlaki ve kültürel olarak da zayıf olabileceğini vurgular. İnsanlar, üstün teknolojiye sahip başka bir medeniyetin istilası karşısında çaresizdirler.

Hayatta Kalma ve İnsan Doğası: Roman, savaşın yıkıcı etkilerini ve insanların hayatta kalma içgüdüsünü inceleyen derin bir anlatı sunar. Wells, savaşın sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal ve toplumsal tahribatlarını da gösterir.

İnsanların Yüksek Teknolojiye Olan İhtiyacı: İnsanlık, teknolojik gelişmişlik ve bilim sayesinde savaşı kazanmak yerine, varoluşsal bir tehdit karşısında savunmasız kalır. Bu, teknolojinin doğrudan insan doğası ile ilişkilendirilmesini ve ona olan güveni sorgular.

Dünyalar Savaşı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. İstilacı Teknolojiler: Dünyalar Savaşı‘nda Marslıların dünyaya gelişinin bir metaforu, günümüzde siber savaşlar, yapay zeka tabanlı savaş teknolojileri ve drone saldırıları gibi yeni savaş biçimlerini yansıtabilir. Teknolojik üstünlüğe sahip bir medeniyetin, başka bir gezegenin veya insanlığın savunmasız taraflarını nasıl kolayca hedef alabileceğini düşündüğümüzde, Wells’in savaşın yıkıcı etkilerini işlediği bu romanı hâlâ geçerli.

Hayatta Kalma İçgüdüsü: Bugün, iklim değişikliği, pandemiler, nükleer tehditler ve doğal afetler gibi insanoğlunun hayatta kalma mücadelesini verdiği zorluklar arasında benzer temalar görülebilir. Dünyalar Savaşı, insanın, dış bir tehditle karşılaştığında nasıl hayatta kalma içgüdüsüne sarıldığını gösterirken, bugünün dünyasında da insanlık, çevresel, politik ve toplumsal krizlere karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor.

H.G. Wells’in eserleri, zamanının ötesine geçerek günümüzdeki toplumsal, bilimsel ve etik sorulara ışık tutmaktadır. Teknoloji ve bilimin evrimini, insan doğası ve etikle ilişkilendirerek, hâlâ geçerli ve düşündürücü temalar sunuyor. Günümüz dünyasında hızla gelişen teknoloji, toplumsal yapılar ve etik tartışmalar, Wells’in eserlerinde ortaya koyduğu distopik geleceği hatırlatıyor ve bu eserler, insanlığın kendi geleceğini nasıl şekillendireceğini sorgulamaya devam ediyor.

H.G. Wells’in eserleri, zamanının ötesine geçerek günümüzdeki toplumsal, bilimsel ve etik sorulara ışık tutmaktadır. Teknoloji ve bilimin evrimini, insan doğası ve etikle ilişkilendirerek, hâlâ geçerli ve düşündürücü temalar sunuyor. Günümüz dünyasında hızla gelişen teknoloji, toplumsal yapılar ve etik tartışmalar, Wells’in eserlerinde ortaya koyduğu distopik geleceği hatırlatıyor ve bu eserler, insanlığın kendi geleceğini nasıl şekillendireceğini sorgulamaya devam ediyor.

H.G. Wells, 1895; Zaman Makinesi, 1896; Doktor Moreau’nun Adası, 1898; Dünyalar Savaşı, bu üç eserinde de insanlık, bilim, toplum ve etik üzerine derin sorular sorar. Zaman yolculuğunun, dünya dışı istilaların ve insanla doğa arasındaki etkileşimlerin, yalnızca bilimsel spekülasyonlar değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel sorumluluklarımızı sorgulayan araçlar olduğunu gösterir. O, bilim kurgu türünü sadece eğlence amaçlı bir alan olarak kullanmak yerine, insanlığın evrimini ve bu evrimin potansiyel tehlikelerini tartışmak için bir platform olarak kullanmıştır.

Wells’in eserleri, distopyan temalarla iç içe geçmiş ve her biri, insan doğasının karanlık yönlerini ve bilimin yanlış ellerde nasıl tehlikeli olabileceğini ortaya koyar. Bu yüzden, bugüne kadar okunan ve tartışılan en önemli bilim kurgu eserlerinden bazıları olarak kabul edilir.

Eserlerinin her biri, farklı bir bakış açısı sunar ve okuyucularına hem bilimsel hem de felsefi sorular sorar. Bu, onun bilim kurgu türündeki yenilikçi ve vizyoner yaklaşımını ortaya koyar.

Ancak edebiyatın yanı sıra tarih ve politika alanlarında da kalem oynatmış verimli bir yazardır. Wells, Love and Mr. Levisham (1900; Aşk ve Bay Levisham), Kipps: The Story of a Simple Soul (1905; Kipps: Basit Bir Kişinin Öyküsü) ve The History of Mr. Polly (1910; Bay Polly’nin Tarihi) adlı romanlarında alt-orta sınıftan kişilerin beklentilerini ve düş kırıklıklarını işledi. Diğer önemli yapıtları arasında The Outline of History (1920; Tarihin Ana Çizgileri), The Work, Wealth and Happiness of Mankind (1932; İnsanlığın Emeği, Refahı ve Mutluluğu) ve The Shape of Things to Come (1933; Olayların Alacağı Biçim) sayılabilir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin