
“Bir şeyin nasıl ortaya çıktığını bilmek çoğu zaman nasıl işlediğine dair en iyi ipucudur.”
Terrence Deacon
Merhaba
Güneşli güzel bir havayla güne başlamak herkesi biraz olsun motive etmiştir.
Dışsal sorumluluk bittikten sonra sıra kendime ayırdığım saatlere geldiğinde, “Ne okuyorsanız osunuz” sözünde hangi kitabın sayfalarını aralamıştım.
Mabedimde, kitabın içinden çıkan birçok bilgi beni farklı bir noktaya getirirken, yazınsal kültüre neden ağırlık verdiğimi tekrar hatırlattı.
İlk okuma nasıl gerçekleşti?
Sokrates yazıya neden karşı çıktı?
Okuyan Beynin Bilimi ve Hikayesi’nde Wolf, okuyan beynin tarihini, hem yazının icadından bu yana hem de günümüzde bir yaşamı boyunca ele alıyor. Önümüzdeki teknoloji değişikliklerinin okuyan beyni ve entellektüel repertuvarımızı nasıl etkileceğine dair temkinli gözlemler sunuyor.
Beyin okumayı nasıl öğrendi?
Çocuk beyni okumayı nasıl öğrenir ve hayatımız boyunca nasıl değiştiriliriz?
Ya beyin okumayı öğrenemezse?
Beyin okumaya kendini nasıl uyarladı?
Alfabe nasıl oluşur?
Bir alfabe farklı bir beyin inşa eder mi?
Tüm bu soruların cevaplarını düşünürken edindiğim bilgilerle geldiğim nokta.
Neredeyse son kırk bin küsür yıldır bütün insanların temel beyin yapısı aynıdır, dolayısıyla bizimle atalarımız arasında hipokampüs, amigdala, ön loblar ya da hatırlamaya yarayan diğer bölgeler bakımından yapısal farklılıklar olduğunu düşünmek için pek bir neden yoktur. Antik Yunan’daki atalarımızı bizden ayıran, Yunanlıların sözlü kültüre ve hafızaya verdikleri değerdi. Nasıl ki Socrates ve hitabet yeteneklerini gelişmiş ve sözlü kelimeleri bilgili ve güçlü bir şekilde kullanma yeteneğine hemen her şeyden daha fazla değer vermişlerdi. Yunan atalarımızın şaşırtıcı derecede güçlü bellekleri bir sonuçtur. Muhtemelen doğuştan gelen bilişsel süreçlerin (hatırlama gibi) gelişimdeki kültürün kayda değer etkileri olduğunu hatırlatır bize.
Son derece gelişkin olan bu sözlü kültüre Yunan yazılı alfabesi bodoslama daldı. Bazı araştırmacılar Yunan yazılı alfabesinin doğuşunu büyük oranda Yunanlıların Homeros’un sözlü geleneklerini muhafaza etmek istemelerine borçlu olduğumuzu savunur, başka bir deyişle alfabe sözlü dile tabi bir role sahipti. Ne olursa olsun, antik Yunanlar bugün üzerinden 2.700 yıl geçmişken araştırmacıların onların başarılarına saygıyla yaklaştığını duysalardı çok şaşırırlardı, zira bu başarı onların baş tacı ettikleri hafıza ve retorik kapasitelerinden daha az yararlanmalarına ve bizi günümüzde de şekillendirmeye devam eden yeni ve farklı bellek biçimlerinden ve bilişsel kaynaklara başvurmalarına yol açacaktı.
Yunan alfabesinin icadı nasıl oldu?
İlk kurgu, Alman araştırmacı Joseph Tropper’ın alfabenin kökenlerine dair “standart teori” adını verdiği görüştür; Yunan alfabesi Fenikeceden gelir, o da önceki Ugaritçe ya da proto Kenanlı yazı sisteminden gelir ki o da muhtemelen Mısırlı’ların ünsüz temelli küçük bir grup karekterinden türetilmiştir. Ne var ki Alman araştırmacı Karl Thomas Zauzich kanıtlara dair farklı bir iddiada diretir: “Yunan yazı sistemi Fenikelilerin yazı sisteminin kızı değil, kız kardeşidir! Bu iki yazı sisteminin bugün hiçbir tanığın bilmediği ortak bir Sami annesi olmalıdır.” Zauzich, Yunan yazı sisteminin özgün Mısır bitişik el yazısına Fenikeceden daha çok benzediğini savunur. Bu ve diğer kanıtlar hareketle, Yunan alfabesinin Fenikeceden gelmediği, daha ziyade ikisinin de başka bir sistemden türedikleri sonucuna varır; Kendi tabiriyle, bunlar kardeştir.
Mitoloji alengirli bir kaynak malzemedir. Azımsanmayacak sayıda mite göre, alfabe Yunan topraklarına Thebai’nin efsanevi kurucusu Kadmos’tan gelmiştir ki Samicede “Doğu” anlamına gelir. Demek ki bazı Yunanlar alfabelerinin Samice kökenlerinin farkındaydı. Niyetleri ne olursa olsun, Tanrı’ların fani Kadmos’a harfleri nasıl bahşettiğine dair Yunan mitleri iş hunharlığa geldiğinde Grimm kardeşlerin masallarıyla yarışır; en azından bir versiyonu, Kadmos’un büyümesi ve yayılması için yere kanlı dişler (harf metaforu) dikmesiyle bitiyor.
Bu alegorik dişler gibi, Yunan alfabesinin draması da yüzeyin altında saklıdır. Standart teori”ye göre benzer olan ders kitabı izahı şöyledir; Yunanlar MÖ 800 ila 750 yılları arasında alfabelerini tasarlamış ve Girit Thira (Santoron) El Minya ve Rodos’taki Yunan kolonilerine yaymışlardır. Yunanlar buna yapabilmek için, Fenike ve Yunan dillerindeki arabirimlerinden her birini sistemli şekilde analiz etmiştir. Ardından, Fenikelilerin ünsüz temelli sistemini temel olarak kullanarak kendi ünlü sembollerini yaratmış, harfler ile bilinen tüm sesler arasındaki mütekabiliyeti azimle yetkinleştirmişlerdir. Bu sayede Yunan alfabesi Estürkçeden Türkçeye kadar çoğu Hint Avrupa alfabesinin atası haline gelmiştir. Bu ayrıntıların altında biliş bilimciler ve dilbilimciler için birçok gizem saklıdır ki bunların başında da bu bölümün ikinci genel sorusu gelmektedir.
Bir alfabe farklı bir beyin inşa eder mi?
Siz soruyu düşünürken, konuyla ilgili birkaç cümle yazmak isteği doğdu. “Yunan atalarımızın şaşırtıcı derecede güçlü bellekleri bir sonuçtur. Muhtemelen doğuştan gelen bilişsel süreçlerin (hatırlama gibi) gelişimdeki kültürün kayda değer etkileri olduğunu hatırlatır bize.”
Günümüz insanının ortalamasına bakılacak olursa; atalarımızın o çağdaki belleğine sahip olunmadığı ortada. Hangi bilgiyi verirseniz verin hatırlayan pek yok gibi.
Anlamak istediğim günümüz insanı sözel kültürü ne olarak görüyor.
Taslak olarak yazıyı buraya bırakıyorum. Okudukça bilmediğim hangi bilgiler çıkacak ortaya.
Okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın