“Onlar, fırsat bulsalar beni de öldürürler…”

— Mustafa Kemal Atatürk

Merhaba

İnsanın sırdaşının bedeninde de bir karşılığı vardır…

İç sesin muhafızı damarlarımızda akan kandır. Kan’ın bir hafızası vardır. İç sesin kadim hafızası… Bu sebepledir ki, tüm kadim bilgiler damarlarımızda akan kanın sırrını araştırıp durmuşlardır.

Sırdaşımıza sahip çıkmak; kanımıza ve dolayısıyla kadim hafızamıza sahip çıkmak demektir…

En doğru tabirle, yaratıcının bize emaneti olan sırdaşımıza sahip çıkabilmek; yeryüzündeki en büyük direniş ve başkaldırıdır! Çünkü sırdaşımızın bize emanet edildiği günden bu yana, onu katletmek için fırsat kollayan kadim bir teşkilat vardır.

Bu kadim konseyin adı “Onlar Konseyi“dir. Konsey, Kan’a ait sırrın peşindedir. İnsan ile ona iç sesinden hitap eden sırdaşının arasındaki bağı kesmek için bu sırrın peşindedir.

İç sesimiz bir daha bize hitap edemeyecek şekilde susturulmak istenmektedir.

Kısacası konseyin hedefi insan denen ırkı ortadan kaldırıp, yeni bir canavar nesil yaratmaktır.

Konseyin bu hedefini günümüzde dahi hala tam anlamıyla gerçekleştirememesinin nedeni Türklerdir.

Onlar Konseyi’nin bu kadim gayesine karşı; evrende insana emanet edilen sırrı korumakla görevlendirilen kavim Türklerdir. İnsanlık düşmanını tanırken; muhafızına da sahip çıkmalıdır!

Bu sırrı bilen birçok Türk büyüğü tarih sahnesinde iz bırakmıştır.

Atatürk, insana emanet edilen sırdaşa ait deruni ilme ve bilgeliğe vakıf olduğu içindir ki, “Ey Türk istikbalinin evladı!” diyerek haykırdığı cümleyi “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyerek bitirmiştir.

İnsanoğlunun hafızasının tüm uğraşlara rağmen henüz silinemediği bir zaman dilimi düşünün…

Göğün ve yerin sırlarını kapsayan tüm kadim bilginin insanoğlunun yaşantısında yer bulduğu ve bu bilgilerin olağan karşılandığı bir zaman dilimi…

Yıldızlardaki hayatın hakikatinden, yerkabuğunun içerisinde; yerin altında yaşayan kavimlere kadar tüm varlıkların bilgisinin, insanlığı şaşırtmadığı ve genel geçer bir kabul gördüğü çağlar…

Bu kadim çağlar, yaşanılan dönemin özelliklerine göre çeşitli isimlerle adlandırılmıştır. Ancak kadim Türk bilgeliği bu çağları dönemin ulularının isimleriyle anmıştır.

Hz. İbrahim’e sorun çıkaran 10 kişi ve kavim Tevrat’ta; Hz. Yusuf’u kuyuya atarak “Biz çok güçlü bir heyetiz” diye böbürlenen 10 isim Kuran’da; Musa’nın kavminin Sina Çölü’nde kırk yıl dolaşmasına neden olan, vahye karşı gelen 10 kavmin liderinin durumu ise İncil’de elçiler vasıtasıyla anlatılmıştı.

Fatih’e 41 kez suikast düzenleyen Venedik merkezli teşkilatın ismi 10’lar Konseyi idi. Floransa’da Rönesans dönemini başlatan yapının ismi Machiavelli tarafından gururla 10’lar Konseyi olarak ilan edilmişti. Westminster Projesi ile İngiliz Krallığı’nı ele geçiren yapı, tarihi belgelere 10’lar Konseyi adı ile yazılmıştı. Osmanlı’ya Sevr’i dayatan, Paris Barış Konferansı’nı yöneten grubun ismi 10’lar Konseyi idi.

Davut ile Süleyman’ın Çağı, Bir baba ve oğul düşünün ki, kendi dönemlerinde hem devleti, hem dini, hem de ilmi yönetecek kudrete sahip olsunlar… Bir baba ve oğul düşünün ki, yüce yaratıcı tarafından verilen kudreti tek elde toplamalarına rağmen dik durup, Firavun zihniyetinin kuyusuna düşmesinler… Bir baba ve oğul düşünün ki, insandan önce yaratılan varlıklar dahi onların hükümdarlık dönemlerinde devlet kudretinin ne olduğunu öğrenmiş olsunlar…

Davut ile Süleyman… Örs ile Çekiç…

Onlar Konseyi’nin tarihinde bu iki ulu peygamber dönemindeki kadar sessiz kalınma zorunluluğu olmamıştır. O kadar ki, Onlar Konseyi kan bağı ile bağlı oldukları kendi kavimlerine dahi söz geçiremez hale gelmişlerdir. Elbette bunda yüce yaratıcı tarafından baba-oğul iki ulu peygambere verilen ilmin etkisi tek önemli faktör olmuştur. Öyle ki, bu ilim ile sadece bozgunculuk çıkaran kavimlere değil, insandan öncesine ait varlıklar olan cinlere dahi hükümdarlık edilebilmiştir.

Süleyman Peygamber, günümüzde kendi ismi ile anılan bir mabet yaptırmıştı. Davut Peygamber’in mirasçısı olan oğlunun yaptırdığı mabette; tüm yaratılan varlık âlemi, elbirliği ile çalışmıştı. İnsanlar, cinler, hayvanlar ve daha bilmediklerimiz…

Yapılan mabet, Arz-Mukaddes’in ölçülerine ve şekline göre yapılmıştı. Daha kolay anlaşılması için günümüz diliyle bir misal verelim. Düşünün bugünkü Türkiye haritasının şeklinde yapılan bir mabet… İşte Kuran’da sınırları belirtilmeyen Arz-ı Mukaddes’in sınırları; Süleyman’ın mabedinin mimarisine gizlenmişti. Tapınağın beş önemli noktasına beş önemli kutsal bilgeliğe ait eşya ve kitabe konulmuştu.

Arz-ı Mukaddes’e ait sırrın mabede işlendiğini öğrenen Onlar Konseyi tarafından bu mimariye ait sırlar çözülmeye çalışıldı. Ancak hiçbir sonuç alınamadı.

Mabedin mimarisi klasik matematik ve hesaplamalar ile açıklanamayacaktı. Mucizeler ilmine ait bir sembol kodlaması idi. Mimari, sayıların bir araya gelmesi ile değil, semboller matematiği ile inşa edilmişti.

Ne demekti semboller matematiği?

Şöyle düşünün, bugün normal harfler ile yazılan yazı ve Çin yazısı arasında nasıl bir fark var? Sayılar ve semboller matematiği arasındaki fark da tam olarak budur. Devam edelim…

Arz-ı Mukaddes’in sırrını korumaya alan ulu peygamberin, dirilmenin sırrını öğrenmesi ise çok daha mucizevi olacaktı. Kuran’da n geçen ifadeyle:

“Ant olsun ki biz Süleyman’ı bir imtihandan geçirdik; tahtıma ceset bıraktık.”

İşte bu ceset Süleyman Peygamber’in kendi cesedi idi. Süleyman Peygamber’in ruhu cesedinden ayrılmış ve tekrar ruhu ile cesedi buluşmuştu. Dirilmenin sırrını merak eden bir peygamber daha insanoğlunun en büyük sırrına bu şekilde vâkıf edilmişti

Süleyman Peygamber’in vefatının hemen ardından, onun kurduğu varlık âlemine ait düzen Onlar Konseyi tarafından ilk fırsatta bozgunculuk ile yerle bir edilmek istendi. Bu süreçte babasının mirası olan Süleyman’ın yaptırdığı mabet korundu. Ancak hükümdarlık yaptığı devlet ikiye bölündü.

Onlar Konseyi Yusuf Peygamberden beri takip ettiği, yüce yaratıcının gönderdiği elçilere yakın olma fikrinden vazgeçmişti. Çünkü insan ve evrene ait olan iki büyük sırrı bu yol ile ele geçirememişlerdi.

İşte bu süre zarfında yeni bir çıkar yol bulundu ve konsey ilk kez bir devlet kurmak için adım attı.

Süleyman’ın düzenine karşı 10 kavmin liderliğinde isyan başlatıldı ve konseyin zihin yapısına uygun yeni bir devlet kuruldu.

0nlar Konseyi’nin kurduğu ilk devletin adı İsrail idi.

İsrail’in başkentine ise; konseyin edindiği kara ilme büyük katkısı olan Samiri’nin ismi verilmişti. İsrail’in başkenti Samiriye adı ile anılacaktı.

Onlar Konseyi’nin ilk devleti İsrail Krallığı’nın merkezine tıpkı Süleyman Peygamber’in yaptırdığı gibi bir mabet yaptıracaktı. Bu mabette Onlar Konseyi’ne ait birçok sır bilgi, kitabeler ve çeşitli büyü ilmi ile var edilen eşyalar saklanmıştı.

Bu mabet öylesine büyük ve kara işim denilen sanata ait sırları barındırıyor ki…

İsrail Krallığı Asurlular tarafından yıkıldığında; Asur İmparatoru tarafından bu kara ilme ait kitabe ve eşyaların Onlar Konseyi’nin mabedinden çıkarılması emredilmişti.

Konsey, İsrail Krallığı’ndan ayrılmadan önce edindikleri kara ilme ait bilgilerini ve önemli kitabelerini de bir lahitte toplamıştı. Bu lahit konseye liderlik edecek kavmin gözetiminde saklanacaktı. Dolayısı ile Asurlular tarafından edinilen bilgi ve kitabeler; Onlar Konseyi’nin şeytani ilmine ait çok küçük bir envanterin bilgisi idi.

İsrail Krallığı’nın yıkılma süreci önemlidir. Çünkü bu devlet bir misyon gereği konsey tarafından bile isteye yıktırılmıştı. Yani konsey kendi kurduğu devletin yine kendi planı ile ve bir misyon gereği yıkılmasının önünü açmıştı. Asur İmparatoru adeta şehre davet edilmişti.

Konseyin bir misyon ile kurdukları devleti yıktıklarında; Onlar Konseyi’ne bağlı olan on kabile dünyanın on farklı coğrafyasına dağılmıştı. Ta ki yeniden aynı bölgeye hâkim olmak için dönecekleri güne kadar…

İşte bu konseyin ve İsrail Krallığı’nın dağılma süreci birçok kaynağa ve özellikle de Tevrat’a (daha sonrasından) eklenmiş idi. Tevrat’tan:

“On kabile bir daha dönmeyecektir. Çünkü şöyle yazılıdır: Rab büyük kızgınlıkla ve şiddetli öfkeyle onları ülkelerinden söküp attı; bugün olduğu gibi başka ülkeye sürdü. Bugünün yitip gitmesi, bir daha asla geri gelmeyecek olması gibi, bu kabileler de yitip gitmiştir ve geri gelmeyecektir. Haham Avika bunu söyler. Ama Haham Eliezer şöyle der: Nasıl ki gün kararır ve gecenin ardından ışık yeniden yükselir, on kabilenin de üzerine karanlık çökmüştür ama Işık yeniden onların üzerinde parıldayacaktır.”

MS Yahudiler üzerine en kapsamlı tarih kitabını yazan Josephus Flavius’a göre, on kabile hâlâ Fırat’ın öte yakasında yaşamaktadır. Bunlardan birçoğu Roma yönetimi altında hayatlarını sürdürmüştür.

Yine meşhur Yahudi mistiklerinden olan MS ikinci yüzyılda yaşamış olan Esdras adıyla anılan Ezra’nın yazdığı Ezra’nın Düşleri adlı eserden:

“Çevresinde toplanmış barışçıl topluluklar gördüğünde, bildin ki onlar on kabileydi. Kral Hoşea zamanında yurtlarından sürülmüşlerdi. Fırat’ın ötesine yerleştiler ve dağıldılar. Yüceler yücesi ırmağın suları yine duracak ve onlar yine ırmağı aşacaklardır.”

Yahudiliğe ait yarı mistik kitaplar Mişna ve Talmud’a göre:

“On kabile bir gün yeniden dönecek. Onlar daha da güçlenerek dönecekler.”

Bu isimlere daha onlarca ünlü tarihçi ve mistiği katmak mümkündür. Ancak tüm bu isimlerin ortak yanı Onlar Konseyi ismi ile var olan ve yönettikleri on kabilenin soyu ile birlikte yeniden medeniyete yön vereceklerine inandıkları bir yapılanmadan bahsetmiş olmalarıdır. Kabala inancı ile birlikte ise; Onlar Konseyi’nin başındaki ismin Mesih olacağı inancı işlenmeye başlamıştır. Diğer dokuz kişi tarafından gücü onaylanan onuncu kişi ve soyu; konseyin başına seçilecek ve Mesih olarak medeniyeti kötülükten kurtaracaktır. 

Kadim Türk bilgeliğine on bin yıldır düşman olan bir konsey!

Türklüğün var olduğu ve mührünü vurduğu her yerde, Türk’ün karşısına çıkan bir teşkilat!

Konseyin en belirgin izi, Atatürk’ün ağzından çıkan bir cümlede ve Göktürk geleneklerine göre inşa edilen Anıtkabir’de sırlanmıştı.

Atlantis-Ütopya Devlet

Ütopya devlet yan yana geldiğinde, ilk akla gelen Eflatun namı diğer Platon olmaktadır.

Platon devleti doğal bir düzen olarak; yani bir canlı organizma gibi düşünmektedir. Ona göre, devlet canlı bir organizmadır çünkü devletin her organı ancak bütün yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı bir devlet veya sivil kurum yaşamını sürdüremez. Çünkü bir organ bedene bağlı olduğu sürece canlılığını korur. Bu nedenle Platon’a göre, birey toplum dışında var olamaz; toplum da bireylerle var olur.

Platon, Devlet (Politeia) adlı eserinde ideal devletini tanımlar. Devleti oluşturan sınıflar insan ruhunun üç parçasına göre düzenlenmiştir. İnsan ruhunda “madde” ve duyguya yatkın yeti, itaati ve üretimi; cesarete yatkın yeti, korumayı ve savaşmayı; akla yatkın yeti ise yönetme ve bilgi edinmeyi içermektedir. İşte, ruhun bu üç yetisine karşılık, devlette de üç sınıf bulunmaktadır. İtaat ve üretime karşılık işçi, köylü ve zanaatkârlar; korunma ve savaşmaya, karşılık bekçiler; yani askerler; yönetme ve bilgi edinmeye karşılık yöneticiler ve bilgeler sınıfı gelir.

Platon, Devlet adlı eserini yazarken, ona ilham kaynağı olan bir kaynaktan şöyle bahsetmektedir:

“Bu kayıtlar önce büyükbabamın elindeydi; şimdi bende bulunuyor. Daha çocuk yaşta bunlar üzerinde araştırma yaptım. Bundan dolayı, bizim buralardaki özel isimlerin Mısır’da da kullanılmış olmasına şaşırmayın; çünkü artık bunun nedenini biliyorsunuz. Aşağıda anlatacağım uzun bir öykünün girizgâhıydı “

Platon, Atlantis adlı ütopya devleti anlatmadan önce yukarıdaki bilgileri aktarmıştır. Bir zamanlar var olan bu devletin ilk yazılı kaynaklarının Mısır’da da bulunduğundan ve hatta Mısırdaki birçok kelimenin köken olarak Atlantis diline ait olduğundan bahsetmiştir.

Platon, Atlantis adlı ütopya devletin kurucusu ve kan bağı ile birbirine bağlı olan yöneticileri hakkında şunları yazmıştır:

“Ayrıca beş erkek ikiz meydana getirdikten sonra, onların yetiştirilmesini sağlamış ve ardından Atlantis adasını, onların arasında bölüştürmek üzere on parçaya taksim etmiş; en büyük ikizlerin ilk doğanına annelerinin malikânesini ve onun çevresindeki en verimli en büyük bölgeyi bahşetmiş ve onu diğerlerinin kralı, diğerlerini de onun valileri olarak atamış ve her birine büyük nüfusu olan geniş bölgeler tahsis etmiş. Sonra onlara tek tek isim vermiş; onların en büyüğü olan krala, bütün adaya ve denize de verilen ismi vermiş İşte bu nedenledir ki denizin adı Atlantis’tir. Bu yüzden ilk kral Atlas’ın ismini almıştır.”
(…)
“Atlantis devletinin bulunduğu coğrafyanın tam orta yerinde inşa edilen ve ulaşılamayan mabedin tam orta yerinde; bir zamanlar on hükümdarın peydahlandığı ve doğru yerde, Poseidon ve Kleito’ya adanmış ve etrafı altın duvarlarla çevrilmiş bir tapınak varmış. Her yıl on bölgenin ilk mevsim ürünleri toplanır ve her birine ayrı ayrı adak olarak sunulurmuş.”

Yüzyıllardır ütopya devlet fikri ile Platon’un bu metinlerinden etkilenen aydınlar; tıpkı Platon’da olduğu üzere ütopya devleti bilgelik ile yöneten on kişilik bir konseyden bahsetmektedirler.

Platon’un yazmış olduğu ütopya devletin en gizli ve üst mercii olan on kişilik konsey; demokratik yasaları yapabilme yetkisine sahip olan bilgeler olarak yer almaktadır. Ayrıca kitabın ileriki bölümlerinde göreceğiniz üzere bu bilgelerin devleti yönetirken kendilerine özel ritüelleri de bulunmaktadır.

Tarihin sakladığı sır şudur: Hz. İbrahim döneminde açığa çıkan on kişilik konseyin ilk insanoğluna kadar dayandırdığı ritüelleri; konseyin ilk devleti İsrail’in yıkılmasından sonra yayıldıkları her coğrafyada sözde en kadim bilgi olarak zihinlere kodlanmıştır. Bu ritüeller, yayıldığı coğrafyalardaki devlet yöneticileri ve aydınların birçoğunu etkilemiştir. İşte Platon’un kulağına fısıldanan ütopya devlet fikri de Onlar Konseyi’nin devlet yönetim sisteminin bir propaganda aracıdır.  

Platon, bir devleti yönetecek gizli bir teşkilatı anlatırken, mavi kaftan giyen 10 kişiden bahsetmişti. Homeros İLYADA’da Truva Savaşı’nı kazananlara 10 kişilik konsey demişti. Atina’da ve Roma’da cumhuriyeti kuran teşkilatın ismi antikçağ tarih kitaplarında 10’lar Konseyi olarak ifade edilmişti.

10’lar Konseyi KaBaRa inancı, cinayet ritüelleri, kullandığı sembol ve peşinde olduğu Kan’a ait sır ile birlikte tarihte ilk kez deşifre ediliyor…

Yazarın Notu:

Düşünüyorum da böyle değerli kitaplar neden en çok satanlar listesinde yer almaz?

En çok satanlar listesi, “değerli”nin değil, “popüler”in göstergesidir. Bir kitabın gerçek değeri, onun kaç kişiye ulaştığından çok, ulaştığı kişide nasıl bir dönüşüm yarattığıyla ölçülür.

10’lar Konseyi, Baran Aydın, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak için. Baran Aydın’ın “10’lar Konseyi” eseri, günümüzde Türk kimliği, tarih bilinci ve kültürel köklerle bağ kurma açısından önemli bir hatırlatma işlevi görüyor. Kitap, kadim Türk bilgeliğine karşı tarih boyunca var olduğu iddia edilen gizli bir konsey üzerinden, ulusal hafızayı ve bağımsızlık mücadelesini güncel bir bağlama taşıyor.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  • Kimlik ve Hafıza: Kitap, Türk kimliğinin köklerini hatırlatıyor. Günümüzde küreselleşme ve kültürel erozyon karşısında, tarihsel bilinci canlı tutma ihtiyacına cevap veriyor.
  • Bağımsızlık ve Direniş: Konsey metaforu, Türk milletinin tarih boyunca karşılaştığı engelleri simgeliyor. Bu, günümüzde bağımsızlık, özgürlük ve kültürel değerleri koruma mücadelesiyle ilişkilendirilebilir. Atatürk’ün sözleriyle bağ kurulması, eserin modern Türkiye’nin kuruluş idealleriyle doğrudan bağlantısını güçlendiriyor.
  • Felsefi ve Bilgelik Boyutu: Kitap, sadece tarihsel bir anlatı değil; aynı zamanda bilgelik ve öz farkındalık çağrısı.

“10’lar Konseyi”, günümüz için iki yönlü bir önem taşıyor:

  • Bireysel düzeyde: Okuyucuya kendi kimliğini ve yönünü sorgulatıyor.
  • Toplumsal düzeyde: Türk milletinin tarihsel hafızasını ve bağımsızlık mücadelesini hatırlatıyor.

Bu nedenle eser, hem kişisel bilgelik yolculuğuna hem de ulusal bilinç tazelenmesine katkı sağlayan bir metin olarak öne çıkıyor.

Baran Aydın

Baran Aydın, tarihsel bilinç ve Türk kimliği üzerine eserler kaleme alan çağdaş bir yazardır. Özellikle Atatürk’ün Gizlenen Vasiyeti, 10’lar Konseyi ve Ay Yıldız Teşkilatı gibi kitaplarıyla dikkat çekmiştir. Onun yazarlığı, bireysel merak ve araştırma yolculuğundan doğmuş, zamanla ulusal hafıza ve kültürel kimlik üzerine özgün bir söyleme dönüşmüştür.

Yazarlık Serüveni:

  • İlk dönemlerinde tarihsel araştırmalara ve Atatürk’ün mirasına yoğunlaştı.
  • Öne çıkan eserleri:
    • Atatürk’ün Gizlenen Vasiyeti
    • 10’lar Konseyi
    • Ay Yıldız Teşkilatı
    • Atatürk’ün Sırrı: Ötüken
  • Bu eserlerde, Türk milletinin tarihsel kökleri, bağımsızlık mücadelesi ve kültürel bilgelik temaları öne çıkar.

Düşünsel Katkıları:

  • Tarih bilinci: Aydın, eserlerinde Türk kimliğinin köklerini hatırlatmayı amaçlar.
  • Bilgelik ve öz farkındalık: Kitaplarında bireysel yolculuğu ulusal hafızayla birleştirir.
  • Metaforik anlatım: “Konsey” gibi sembolik yapılar üzerinden tarihsel mücadeleleri günümüzle ilişkilendirir.

Baran Aydın, günümüz Türkiye’sinde tarihsel bilinç ve kültürel kimlik üzerine yazan, eserleriyle hem bireysel hem de toplumsal yolculuğa eşlik eden bir yazardır. Onun biyografisi, gençlik yıllarındaki meraktan doğup, kitaplarıyla ulusal hafızaya katkı sunan bir düşünsel serüven olarak okunabilir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz.

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin