Bir Yanılsamanın Geleceği, Sigmund Freud

Belli bir uygarlıkta uzunca bir süre yaşayıp sık sık bu uygarlığın kökenlerini ve nasıl bir yol izleyerek geliştiğini keşfetmeye çalıştığında bazen karşı yöne de bir bakarak bu uygarlığın geleceğinin nasıl olacağını ve ne tür dönüşümlere maruz kalabileceği sorma gereksinimini duyar.

“Hiç kimsenin inanmaya zorlanamayacağı gibi aynı şekilde hiç kimse de inanmamaya zorlanamaz.”

— Sigmund Freud

Merhaba

Belli bir uygarlıkta uzunca bir süre yaşayıp sık sık bu uygarlığın kökenlerini ve nasıl bir yol izleyerek geliştiğini keşfetmeye çalıştığında bazen karşı yöne de bir bakarak bu uygarlığın geleceğinin nasıl olacağını ve ne tür dönüşümlere maruz kalabileceği sorma gereksinimini duyar. Ama, çok geçmeden böyle bir soruşturmanın değerinin daha başından birkaç unsur tarafından azaltıldığı ortaya çıkar. Herşey bir yana, insan etkinliklerinin olanca boyutuyla değerlendirmesini yapabilecek çok az sayıda insan vardır. İnsanların çoğu, kendisini bu etkinliklerin bir tek veya az sayıda alanıyla kısıtlamaya zorlanmıştır. Ancak insan yine de, geçmiş ve şimdiki durum hakkında ne kadar az şey bilirse gelecek hakkındaki yargısı da o derecede belirsiz olma durumundadır.

Bu durumda dinsel düşüncelerin psikolojik anlamı nedir ve bunları hangi başlıklar altında sınıflandırmamız gerekir?

Soru, ilk bakışta hiç de hemen yanıtlanacak kadar kolay değil. Birkaçını yadsıdıktan sonra şu formülasyonun yanında konumumuzu alacağız: Dinsel düşünceler, dış (veya iç) gerçekliğin, kişinin henüz kendisi tarafından keşfedilmemiş yönleri hakkında bir şeyler söyleyen ve kişinin inancını gerektiren olguları ve koşulları hakkındaki öğreti ve iddialardır. Bize, yaşamda bizim için en önemli ve ilginç olan şeyler hakkında bilgi verdiklerinden özellikle üstün tutulurlar. Bunlar hakkında hiç bilgisi olmayan biri gerçekten cahildir; ama bilgi dağarcığını bu düşüncelerini ekleyerek zenginleştirmiş olan kişi kendisini çok daha varlıklı biri olarak kabul edebilir.

Dünyadaki çeşitlilikler konusunda bu türden yaygınbirçok öğreti bulunmaktadır. Her okul dersi bu öğretilerle doludur.

Atina’daki Akropol tepesine ilk kez çıkıp tapınak kalıntıları arasından mavi denizi seyrettiğimde artık olgunluk yıllarını yaşayan bir adamdım. Neşeyle karışık bir hayret duygusuna kapıldım. Bu duygu sanki şöyle diyordu: “Anlaşılan bu gerçekten doğruymuş, tıpkı okulda öğrendiğimiz gibi’ !” Eğer bunu öğrendiğimde, böylesine bir hayret yaşayabildiysem bana öğretilenlerin doğru olduğu konusunda edindiğim inancın gerçekte ne kadar yüzeysel ve zayıf olması gerektiğini bir düşünün! Ama ben bu deneyimin önemini daha fazla abartmayacağım; çünkü hayretimin o zaman anlamadığım, tümüyle öznel ve o yerin özel niteliğiyle ilgili bir başka açıklaması bulunmuş olabilir.

Buna benzer tüm öğretiler, belirtilen iddialar, için zemin oluşturularak içeriklerine iman edilmesini talep ederler. Gözlem ve kuşkuşuz çıkarsamalar temelinde yükselen daha uzun süreli bir düşünce sürecinin özetlenmiş sonucu olarak öne sürülürler. Herhangi bir kişi bu sürecin sonucunu kabullenmek yerine bu süreci doğrudan yaşamak isterse, ona bu işe nasıl başlayacağı gösterilir. Ayrıca, kaynağın coğrafya doğruları durumunda olduğu gibi herkes tarafında anlaşılır olmaması durumunda, ek olarak bu öğretilerin getirdiği bilginin kaynağı da bize her durumda gösterilir. Örneğin, dünya küre biçimindedir.

Örneğin, dünya küre biçimindedir. Bu iddia lehinde ileri sürülen kanıtlar Foucault’nun sarkaç deneyi, ufuk çizgisinin davranışı ve daima aynı yöne gidilerek dünyanın çevresinin denizden dolaşılabilmesinin mümkün olmasıdır. İlgili herkesin kabul edeceği gibi, her öğrenciye bir dünya turu yaptırmak pek pratik olmadığından okulda öğretilenlere güvenilmesini kabullenmekle yetiniriz; ama kişisel bir kamt edinme yolunun herkese açık olduğunu da biliriz.

Aynı deneyi dinin öğretilerine uygulayalım. Bu öğretilere inanma gerekliliğinin nereden kaynaklandığını sorduğumuzda kendi aralarında fark edilir derecede uyumsuz üç yanıt alırız. Birincisi, bu öğretilere ilk atalarımız inandığı için bizim tarafımızdan da inanılmayı hak ederler; ikincisi, bu konuda aynı ilkel çağlardan bize aktarılmış olan kanıtlarımız vardır; üçüncüsü, bu öğretilerin doğru olup olmadığı sorusunun herhangi bir biçimde ortaya atılması yasaktır. Eski günlerde bu derece küstah bir talep en ağır cezalara neden olmaktaydı. Günümüz toplumu bile, bu sorunun tekrar ortaya atılmasına pek iyi gözle bakmaz.
Bu üçüncü nokta en yüksek derecede kuşkumuzu uyandırır.
Her şey bir yana, böyle bir yasaklamanın tek bir nedeni olabilir. Toplumun, dinsel doktrinleri savunusunun, ardında yatan temelsizliğin iyice farkında olması. Aksi takdirde, gerekli verilerin kesin bir kanaata varmak isteyen herkesin kullanımına sunulması kuşkusuz çok kolay olurdu. Durum böyle olduğuna göre diğer iki kanıtın temelde incelenmesine, giderilmesi güç bir güvensizlik duygusuyla geçebiliyoruz. İnanmalıyız, çünkü atalarımızda öyle inanmıştı. Ama atlanılan bir şey var. Bu öncellerimiz, bizden çok daha cahildiler. Günümüzde asla kabul edemeyeceğimiz şeylere inanıyorlardı; dinin doktrinlerinin de bu kategoriye ait bulunması olasılığı aklımıza gelmektedir. Bize bıraktıkları kanıtlar, her türlü güvenilmezlik belirtisini taşıyan yazılı yapıtlardır. Bu yapıtlar çelişkiler, düzeltmeler ve yanlışlıklarla doludur ve olaylara dayanan kanıtlardan söz ettiklerinde bile, inandırıcı olamamaktadırlar. Bu yapıtların üslubunun veya hatta yalnızca içeriklerinin ilahi bir kudretten kaynaklandığının iddia edilmesi de pek yardımcı olmaz; çünkü bizzat bu iddia da gerçekliği sınanmakta olan doktrinlerden biridir ve hiç bir önerme, kendi kendisinin kanıtı olamaz.

Böylelikle şu çarpıcı sonuca varırız: Kültürel doğrularımızla sağlanan bilginin tümü arasında doğruluğu en az kanıtlanabilmiş unsurlar, tam da bizim için en fazla önem taşıması gereken ve evrenin bilmecelerini çözme, yaşamın acılarına katlanmamızı sağlama görevini üstlenmiş unsurlardır.

Bu durum, özünde çok ilginç bir psikolojik sorun taşır. Dinsel doktrinlerin gerçekliğini kanıtlamanın olanaksız oluşu konusunda söylediklerimin yeni bir şey olduğu da sanılmasın. Bu olanaksızlık tüm çağlarda, bize bu mirası bırakmış olan atalarımız tarafından da hiç kuşkusuz duyumsanmıştır. Onların birçoğu da, büyük bir olasılıkla, bizim duyduğumuz kuşkuların benzerlerini besliyorlardı. Ama üzerlerindeki baskı, bu kuşkularını dile getirmeye cesaret etmelerini engelleyecek kadar güçlüydü. O zamandan bu yana sayısız insan benzer kuşkuların cenderesine girmiş ve görevlerinin inanmak olduğunu sandıkları için bu kuşkularını bastırmaya çabalamışlardır.

Dinsel öğretilerin gerçekliğinin göz önüne serilmesi için ileri sürülen kanıtların tümü geçmişten kaynaklandığına göre, şöyle bir çevremize bakıp hakkında yargıya varmamız çok daha kolay olan çağımızın da bu türden kanıtlar sağlayıp sağlamayacağını görmek doğal olacaktır. Eğer bu sayede dinsel sistemin bir tek bölümünü bile, kuşkunun gölgesinden kurtarabilirsek, sistemin tümü inanılır olma anlamında ciddi kazançlar sağlayacaktır. Bu noktada ruhçuların etkinlikleri karşımıza çıkar. Onlar, bireyin ruhunun ölümden sonra yaşadığından emindirler. Bu dinsel doktrinin gerçekliğini hiç bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde bize gösterme çabasındadırlar. Ama ne yazık ki ruhlara ait görüntü ve sözlerin yalnızca kendi pisişik etkinliklerinin bir ürünü olduğu gerçeğini kanıtlarla çürütmeyi başaramazlar. En büyük adamlar ve en önde gelen düşünürlerin ruhlarını çağırmış olmalarına rağmen bu ruhlardan aldıkları tüm bildiri ve bilgiler o kadar aptalca olmuş, o kadar sefilce bir anlamsızlık göstermiştir ki, insan bunlarda ruhların, kendilerini çağırmış olan insan grubuna uyum gösterme yeteneği dışında inanılır bir şey bulamaz.


Bu noktada, sorundan kaçamak bir yolla kurtulmak için yapılmış ve ümitsiz bir çaba oldukları izlenimini veren iki girişimden söz etmeliyim. Bunlardan sal-\ dırgan nitelikte olanı eski, diğeriyse ustalıklı ve çağ- S daştır. Birincisi, Hıristiyanlığın ilk asırlarında yaşamış Kilise babalarından birine ait olan «Credo quia absordum deyişidir. Bu görüş, dinsel doktrinlerin mantığın yargılama alanı dışında –mantıküstü– olduğunu ileri sürer. Bu doktrinlerin gerçekliğini içimizde hissetmeliyiz, bunların kavranması gerekmez. Ama bu Credo ancak bir kişisel itiraf olarak ilgi çekebilir.Yetkin bir ifade olarak ise hiç bir şekilde bağlayıcı yönü yoktur. Ben her saçmalığa inanmak zorunda mıyım? Hepsine inanmak zorunda değilsem neden sadece buna inanmalıyım?. Mantığın terazisinden başka yargı ölçütü yoktur. Dinsel doktrinlerin gerçekliği, bu gerçekliğe tanıklık eden bir içsel yaşantıya bağlıysa bu ender deneyimi yaşamamış olan çok sayıdaki insanı ne yapacağız?

Geçmiş zamanlarda doğruluklarının kanıtı asla mümkün olmamasına rağmen, dinsel düşünceler, insanlık üzerinde olabilecek en derin etkiyi yapmıştır. Bu yeni bir psikolojik sorundur. Biz, bu doktrinlerin içsel gücünün nereden geldiği ve mantığın yargısından bağımsız olmalarına rağmen etkinliklerini neye borçlu oldukları sorusunu mutlaka sormalıyız.

Çocukluktan çaresizliğin dehşet verici izlenimi baba tarafından giderilen bir korunma -sevgi yoluyla korunma- gereksinimine yol açmıştı. Bu çaresizliğin tüm yaşam boyu sürdüğünün bilinmesi, bir babanın ama bu kez daha güçlü bir babanın varlığına bağlı kalmayı zorunlu hale getirmişti. Böylelikle ilahi bir Tanrının iyiliksever egemenliği yaşam tehlikelerinden kaynaklanan korkumuzu giderir. Ahlaki bir dünya düzeninin kurulması, insan uygarlığında büyük oranda gözardı edilmiş olan adalet talebinin yerine getirilmesini garanti eder ve dünyadaki varlığımızın gelecekteki bir yaşamla sürmesi bu arzu doyumlarının gerçekleşeceği zaman ve mekan çerçevesini belirler. Evrenin nasıl oluştuğu veya bedenle ruh arasındaki ilişkinin ne olduğu gibi insanın ilgisini çeken bilmecelerin yanıtları, bu sistemin temelinde yatan düşüncelerle uyum içinde geliştirilmişlerdir. Baba kompleksinden kaynaklanan -ve çocuğun hiç bir zaman tümüyle yenemediği- çocukluğa ait çatışmaların akıl alanından soyutlanıp evrensel kabul gören bir çözüme ulaştırılmaları bireyin ruhunda çok büyük bir rahatlama oluşturur.

Yanılsama hata ile aynı şey değildir.

Bir Yanılsamanın Geleceği, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: