“Cehennem kutsal kitapların bahsettiği gibi odunlu ateşli bir yer değildir, cehennem insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir…”
— Virginia Woolf
Merhaba
Uzun süre can çekişen Viktorya Çağı bitmiş, modern çağ başlamıştır. İngiliz edebiyatında bu modern çağın başlıca öncülerinden olan Virginia Woolf, hem içerik hem de biçim açısından bu yeni çağa uygun yepyeni bir roman türü yaratmak gerektiğine inanır. 1934 tarihli güncesinde şöyle der:
“Tüm kalıpları kırmaya, duyduğum ve düşündüğüm her şey için yeni bir ifade biçimi bulmaya kendimi zorladım… Sürekli bir çaba gerektiriyor bu…” — Virginia Woolf
Woolf’a göre gerçek, her insana göre değişen, elle tutulamayan, su gibi akan bir şeydi. Asıl önemli olan, o gün ne yaptığını rapor etmek değil; aklından gelip geçen duygularla düşünceleri, anlık izlenimlerle saptamaya çalışmaktı.
Çünkü yaşamın asıl gerçekleri “maddesel” değil, “ruhsal”dı. Asıl gerçekler dış dünyayla değil, insanın iç dünyasıyla ilişkiliydi. Gerçekçi romancılar ise, dış dünyanın önemsiz ayrıntıları üstünde duruyor, bu ıvır zıvır ayrıntıları büyük ustalıkla işiyor; yaşamın ve insanın asıl gerçeğini ele almayı önemsemiyorlar. Wool’un gözünde gerçek yaşam “binlerce izlenim”den oluşuyordu.
Virginia Woolf 1925 yılında Mrs. Dalloway‘yi yayımlamadan önce yeni teknikler peşindedir. Güncesinde Mrs. Dalloway üzerine çalışırken, şimdiki zaman ile geçmiş zamanın iç içeliğini verebilmek amacıyla tunnelling process (tünel açma süreci) dediği yöntemi, ancak bir yıl uğraştıktan sonra keşfettiğini yazar. Bu yöntem, yarattığı karakterlerin benliğinde “mağaralar” açmaktı. Bu mağaraları tünellerle birbirine bağlayarak, o kişilerin bugünüyle geçmişleri arasındaki bağlantıyı kuracaktı.
“Hiçbir konuşma yoktur, hiçbir anı yoktur bütünlüğü içinde yaşayan, parçalanmayan. Zihinde yaşananlar kopuk kopuktur, parça parçadır. Her bir anı kendi yalnızlığında, kendi karanlığında, kendi unutuluşunda olsa da yine yaşıyordur. Zihinde bir bütün yoktur, hep parça parçadır. Geçmiş bir bütünden kopmuş, parçalanmıştır. Her anımsama koptuğu yerden yeni bir bağ oluşturmaya ve yeniden yaşamaya çalışır. Her anımsayış bir yorumdur.” — Virginia Woolf
Virginia Woolf kişilerini oluştururken geleneksel roman yazarlarından ayrılır. Onlar gibi tam olarak kişileri saptamaya kalkmaz. Çünkü ona göre, hiç kimsenin kişiliğini tamı tamına saptamanın yolu yoktur. 28 Kasım 1927 güncesinde şöyle yazar:
“Bütün fazlalıkları, ölü parçaları, lüzumsuzlukları elemek istiyorum; bunu yaparak anı tümüyle vermek; içinde her ne varsa… Romancılara bu yüzden kızmıyor muyum? Hiçbir şeyi seçmedikleri için? Şairler arındırmak yoluyla başarıya ulaşmıyorlar mı; hemen her şey dışarıda bırakılıyor.” — Virginia Woolf
Virginia Woolf kişilerin duygu ya da düşüncelerini, hemen o an hiçbir değişime uğramadan, kendi yorumunu eklemeden bize aktarmak ister. Çünkü insanları gerçek yaşamda, mantıkla düzenlenmiş durumları ve olayları değil, düzensiz olarak birbirini izleyen anıları yaşadıklarını bilir. Amacı o anları kaydederek, insanlar gerçekte nasıl yaşıyorlarsa romanlarındaki kişileri de öyle yaşatmaktır. 4 Ocak 1929 günkü güncesine şu notu düşer:
“… şu içinde bulunduğum an. O da geçici, uçucu, geçirgen. Bulutların üzerinde bir bulut gibi geçip gideceğim. Belki de değişmekle birlikte, birbiri ardınca, uçarcasına, çabucak, çabucak, gene de bir biçimde ardı ardına diziliyoruz, sürekliyiz biz insanoğlu.” — Virginia Woolf
Bir Yazarın Günlüğü (A Writer’s Diary), Virginia Woolf‘un yazarlık sürecini, kişisel yaşamını ve düşüncelerini yansıttığı derinlikli bir eserdir. Bu kitap, Woolf’un 1918’den 1941’deki ölümüne kadar yazdığı günlüklerden seçilen pasajları içerir. Woolf, bu yazılarda yazarlık pratiğini, edebiyatın rolünü, toplumsal cinsiyet meselelerini, sanatın anlamını ve günlük yaşamın ona nasıl ilham verdiğini keşfeder. Kitap, sadece bir yazarın içsel dünyasına dair bir bakış sunmakla kalmaz, aynı zamanda Woolf’un yaratıcı sürecine dair çok önemli ipuçları verir.
Woolf, günlüklerinde yazma sürecini bir tür keşif ve özgürlük olarak tanımlar. Yazmanın bir tür iyileştirme ve kişisel ifade biçimi olduğunu vurgular. Kitap, bir yazarın zihinsel çatışmalarını, yaratıcı tıkanmalarını ve yenilik arayışlarını gözler önüne serer.
Woolf, eserlerinde sıkça karşılaşılan temasal ögeleri burada da işler: toplumsal cinsiyet, kadınların edebiyat dünyasındaki yerleri, bireysel özgürlük ve dış dünyaya karşı içsel tepki. Özellikle kadın yazar olarak yazarlık deneyimini aktarır ve kadınların edebiyat dünyasındaki yerini sorgular.
Woolf, zamanın geçişini, belleğin oyunlarını ve insan zihninin, özellikle yaratıcı bir zihnin işleyişini sıklıkla tartışır. Bu noktada, yazarlık pratiğinin insan zihninin geçici doğasıyla nasıl bir ilişki kurduğunu anlamaya çalışır.
Woolf’un günlüklerinde, çağdaş toplumsal olaylara ve özellikle dönemin kadın haklarıyla ilgili gelişmelere dair güçlü yorumlar da bulunur. Bu yorumlar, onu bir feminist düşünür olarak da tanımlar. Ayrıca, toplumdaki hiyerarşilere ve edebiyat dünyasında kadının yerini eleştirir.
Woolf, yazmanın estetik yönüne de büyük bir önem verir. Edebiyatın sanatsal bir ifade biçimi olduğunu savunur ve dilin gücünü, yazının yaratıcı ve özgün olma potansiyelini tartışır. Günlüklerinde dilin işlevini, biçimini ve içeriğini derinlemesine sorgular.
Bloomsbury grubu
1904’de Virginia, kardeşleriyle Bloomsbury’e taşınmaya karar verdi.
Virginia burada girdiği ressam, eleştirmen, yazar ve felsefecilerden oluşan çevreyle birlikte Londra’nın entelektüel yaşamını belirleyecek olan ve birçok edebiyatçıdan meydana gelen Bloomsbury grubunu kurdu.
Bu oluşumun içinde bulunmak Virginia’nın yazarlığını besliyordu; nitekim Bloomsbury, düşüncenin dürüstlüğüne inanan, özgürlükçü birçok ünlü edebiyatçıyı içinde barındırıyordu. Victoria Dönemi kısıtlamalarının dışında yaşamayı seçen bu entelektüel topluluğun temelini, Virginia Woolf, kız kardeşi ressam ve tasarımcı Vanessa Bell, modern makroekonominin kurucularından John Maynard Keynes, psikolojik incelemeleri tarihi biyografide ilk defa kullanarak çığır açan Lytton Strachey, romancı E.M. Forster, post-izlenimci ressamlar Roger Fry, Duncan Grant ve sanat eleştirmeni ve siyasi danışman Clive Bell, edebiyat gazetecisi Desmond MacCarthy, denemeci ve yazar, Virginia Woolf’un eşi Leonard Woolf oluşturuyordu.
Bir Yazarın Günlüğü, modern edebiyatın en büyük isimlerinden Virginia Woolf‘u, sanatına vurgun bir yazar, tutkulu bir okur, olağanüstü bir gözlemci ve alabildiğine hassas bir kişilik olarak çıkarıyor karşımıza.
Yazarın, eleştiriler ve okur tepkileri karşısında yaşadığı sevinç ve isyan duygularına, klasikler hakkındaki görüşlerine; güncel olaylara, dönemin önemli sanatçı ve aydınlarına dair düşüncelerine, birer portre değerindeki betimlemelerine tanıklık ediyoruz.
Bir Yazarın Günlüğü, Virginia Woolf’un kendisidir…
“Eskiden yazdığım defterleri yeniden okurken gördüğüm gibi en temel gereklilik, bence, denetçi rolünü üstlenmemek, tersine aklına estiği gibi çalakalem yazmak; çünkü gelişigüzel alınmış şeyleri nasıl seçtiğimi merak ettiğimde önemli olan şeyin o sıra fark etmediğim yerde bulunduğunu gördüm. Ama gevşeklik hemen derbederliğe dönüşür. Yazılması gerekli kişi ya da olayla yüz yüze gelmek biraz çaba gerektirir. İnsan yazsın diye kalemi kendi başına bırakamaz…” — Virginia Woolf
Bir Yazarın Günlüğü, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Virginia Woolf’un Bir Yazarın Günlüğü, sadece yazarlık süreci üzerine bir içsel monolog değil, aynı zamanda bir dönemin ve yazarın hayatının izlerini de taşır. Woolf’un zengin iç dünyasını, edebi dertlerini ve entelektüel çabalarını anlamak isteyen okurlar için büyük bir değere sahiptir. Bu eser, aynı zamanda yazarlık hakkında düşünmek ve yazarlığın inceliklerine dair derin bir anlayış geliştirmek isteyen herkes için önemli bir kaynaktır.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Bu eser, Woolf’un kendi yaratıcı sürecini ve yazarlık pratiğini keşfettiği bir tür içsel günlük niteliğindedir. Onun bu yoldaki düşünceleri ve gözlemleri, birçok edebiyatsever ve yazarı etkileyen önemli bir miras bırakmıştır.
- Virginia Woolf’un edebiyatı, modernizm akımının temel taşlarından biridir. Eserleri, sadece dönemin estetik anlayışını değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel yapıları da sorgular. Woolf, özellikle kadın yazarların edebiyat dünyasındaki görünürlüğünü artırmış ve feminist edebiyatın temel figürlerinden biri olmuştur. Eserleri günümüzde de geniş bir okur kitlesi tarafından okunmakta ve modern edebiyatın en önemli başyapıtlarından sayılmaktadır.
- Woolf, bir düşünür, yazar ve toplumsal eleştirmen olarak, yalnızca çağdaşlarına değil, sonraki nesillere de ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
- Feminizm, herkes için eşitlik talep eden bir hareket olduğu halde, hala birçok kişi tarafından yalnızca kadınların hak talep etmesi olarak görülebilir. Ancak feminizmin amacı, toplumda her bireyin haklarına saygı gösterilen, eşit fırsatlar sunulan bir yapı kurmaktır. Bu, sadece kadınlar için değil, tüm cinsiyetler için faydalıdır. Çünkü feminizm, tek bir cinsiyetin diğerine üstün olması gerektiğini değil, her iki cinsiyetin de eşit haklara sahip olmasını talep eder. Bu da demek oluyor ki, savunulacak ilke, eşitlik ve adalet olmalı, bir tarafı savunarak diğerini ezmek, feminizmin özüne ters düşer.
Virginia Woolf
Virginia Woolf, 25 Ocak 1882’de Londra’nın South Kensington semtinde dünyaya geldi; edebiyatın modernist damarına yön verecek bir yaşamın ilk adımıydı. 28 Mart 1941’de Sussex’teki Ouse Nehri kıyısında hayata veda etti; ardında hem kırılganlığın hem de edebî cesaretin izlerini bıraktı.
Woolf’un Başlıca Eserleri:
Bir profesyonel olarak 1905’lerde yazmaya başladı. Başyapıtları ise şöyle:
- 1915 –Dışa Yolculuk, (The Voyage Out) Virginia Woolf’un ilk kitabı. Bu kitabın yazımı çok uzun sürmüş, bir yıl içinde üç kez tekrar yazılmıştır.
- İlk romanı, gençliğin heyecanını ve İngiliz toplumunun yapısını sorgular.
- Kadın-erkek ilişkileri, din ve ölüm gibi temaları işler.
- Serbest dolaylı anlatım tekniğinin ilk örneklerini barındırır.
- 1919/1920 –Gece Ve Gündüz Virginia Woolf‘un ikinci romanıdır. Woolf’un “bilinç akışı” tekniğini kullandığı daha sonraki modern deneysel romanlarından farklı olarak klasik gerçekçi üslûpla kaleme aldığı bu eserdir.
- Olay örgüsü, gerçek mekân tasvirleri ve titizlikle betimlenmiş karakterleri, dönemin atmosferini yansıtan özellikleriyle dikkat çekiyor.
- 1920’de yayımlanan roman, daha sonraki eserlerinin habercisi olarak, nesnel gerçekliğin ve tarihselliğin insan bilincindeki yansımalarını birbirinden oldukça farklı karakterlerde ustalıkla canlandırıyor.
- Roman, I. Dünya Savaşı öncesi Londra’sında geçer. Woolf, dönemin entelijansiyasını, fikir ve ruh dünyasını mizahî ancak sıcak, insanî bir dille anlatır. Kadın hakları, sınıfsal farklılık, aşk, evlilik ve özgürlük gibi meseleleri, karakterlerinin yaşamları, mücadeleleri, umutları, acıları ekseninde tartışıyor.
- Gece ve Gündüz, Katharine, Mary ve Ralph’in hakikat arayışlarında tanık olduğumuz modern insanın yazgısı, bir başkasını anlama çabası üzerine duygulu ve derin bir metin.
- 1925 – Mrs. Dalloway Bilinç akışı tekniğinin en güçlü örneklerinden biri; Londra’da bir günün panoraması.
- 1927 – Deniz Feneri (To the Lighthouse) Modernist edebiyatın başyapıtlarından; Ramsay ailesi üzerinden zaman, bellek ve varoluş sorgulanır.
- Üç bölümden oluşur: Pencere, Zaman Geçiyor, Deniz Feneri.
- Olay örgüsü geri planda, karakterlerin iç dünyaları ve düşünce akışları ön plandadır.
- Mrs. Dalloway’den sonra Woolf’un bilinç akışı tekniğini daha da ileri taşıdığı eser kabul edilir.
- Dalgalar’ı Virginia Woolf, 1931’de yayımladığı. Dalgalar’ı yazarken o güne değin hiçbir başka romancının göze alamayacağı değişik şeyleri yapmak istediğini, bu romanın o güne değin yazılan hiçbir başka romana benzemeyeceğini biliyordu. (…)
- Metne hakim olan dalga imgesi sayesinde Woolf hayat denizini sergileyen düz yazı şeklinde bir şiir yazmıştır. Tüm romanı kaplayan su imgesiyle okur dalgaları duyabilir, görebilir, hissedebilir.
- Altı karakterin iç monologlarıyla ilerler; zamanın akışı ve bireysel bilinçlerin dalgalanması üzerine kurulu.
- Modernist edebiyatın en yenilikçi ve deneysel eserlerinden biri kabul edilir.
Woolf’un eserlerinde:
- Kadın kimliği ve özgürlüğü önemli bir tema olarak öne çıkar.
- Toplumsal eleştiri ve bireysel psikoloji iç içe geçer.
- Bilinç akışı tekniği ile karakterlerin iç dünyasına derinlemesine girilir.
- Zaman ve hafıza kavramları sürekli sorgulanır.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle, okuyunuz…



Yorum bırakın