Merhaba
“Kimya Hatun”Saide Kuds’un ilk romanıdır. Yazar, yayınladığı tarihte İran’da büyük ilgi gören ve uzun süre en çok satanlar listesinde bulunan bu ilk romanıyla, İran’ın en prestijli ödüllerinden olan 2006 Parvin Etesami Edebiyat Ödülü’nü almıştır.
Kocasının ölümünden sonra Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ile evlenen
Kerra Hatun yeni kocasının haremine yerleşir. Tabii sevgili kızı Kimya da onunladır. Kimya Hatun içine düştüğü bu yeni dünyada bir yandan kendini bulmaya çalışırken, diğer yandan da Mevlânâ’nın özel yaşamına şaşkınlıkla şahit olmaktadır.
İrfan ve tasavvuf dünyasının iki dev ismi, Mevlânâ ve Şems’in yaşamına dair birçok bilinmeyenin açığa çıkmasına yardımcı olan bu romanın asıl kahramanları, herhâlde kadın oldukları için tarih tarafından bir kenara itilmişlerdi. Yazar Saide Kuds eski yazılar ve Şems ile Mevlânâ’nın karşılaşma kayıtlarını derinlemesine inceledikten sonra hayatı bu her iki adama da bağlı olarak geçen genç bir kadının hikâyesinin unutulduğunu fark etti. Ve biyografik bir roman dili ile anlattığı Kimya Hatun’un yaşamını tozlu sayfaların arasından çekip gün ışığına çıkarıyor.
Kütüphaneyi gözden geçirirken, konu tasavvuf olunca “sanal kütüphanede” kitap yerini bulsun istedim.
Kitaptan aldığım notlar şöyle:
Kimya Hatun, Gözlerim sadece koca bir boşluk görüyordu, “Annem neden bu hayatta babam ve babalığımdan daha fazla bedel ödemelidir Tanrı’m? Aşkının bedelini canıyla mı ödemeliydi? Aşk ne demekti?” sorularıyla kendimden geçtim ve olduğum yere yığılıp kaldım, der.
S.187
Kerra Hatun, Bahaeddin’in kendisinden bir şeyler gizlediğini sezebiliyordu. Zira o, diğerleri gibi babasının ansızın kaybolduğuna inanmıyordu. Kesinlikle onun nerede olduğunu biliyor ama kimseye bir şey çaktırmıyordu. Sadece Israrlı sorulara, “Nerede olduğunu ve ne zaman döneceğini bilmediğim bir yolculuğa çıktı” şeklinde cevaplar vermekle yetiniyordu.
S.205
Haremdeki herkes kadının endişesine ortaktı. Daha sonra kadını annesi gibi seven Alâeddin ona, “Babamın nerede olduğunu öğrenmeden adımımı bu eve atmam” diyerek haremden çıktı. İki üç gün sonra geri döndü ve Hüdavendiğar’ın Selahattin Zerküp’ün bağ evinde o yabancı yaşlı adamla beraber inzivaya çekildiği haberini getirdi. Durumu da gayet iyiymiş fakat kendisiyle görüşememiş. Sadece onunla değil, kimseyle görüşmüyormuş. Sabretmekten başka bir yol yoktu. S.205
Gök Türk, Anunnakiler adlı eserinde Şems’in Sırrı bölümünde S.187’de şöyle yazar: “Mevlana’nın büyük oğlu Sultan Veled, “İbtida-name” adlı yapıtında “Onun da Hızır’ı, Tebriz’li Şems’ti” derken Şems’i Hızır gibi insanüstü bir Allah görevlisi olarak göstermiştir. Mevlâna ile Şems’in buluşmasını ise Musa ile Hızır’ın buluşmasına benzetmişdir. Veled’e göre; Mevlâna Musa’yı, Şems de Hızır’ı temsil etmektedir.”
“Ansızın Şemseddin geldi, ona ulaştı Mevlana’nın gölgesi ışığında kayboldu…. Şems dedi ki: Batın aleminde ilerisin, ama batıninin de batınisiyim. Sırların sırrıyım, nurların nuruyum ben. Erenler, benim sırlarıma erişemez…. Diri sevgi tapımda ölüdür… Şems, Mevlana’yı şaşılacak bir âleme çağırdı; öyle bir âlem ki ne Türk gördü âlemi, ne Arap… Üstat şeyh, yeni bilgi beller bir hâle geldi: her gün onun huzurunda ders okumaya başladı. Sona varmıştı, yeni baştan başladı; kendisine uyulurken o, ona uydu. Bilgide tek olgun erdi ama onun gösterdiği bilgi, yepyeni bir bilgiydi, Gerçek âşık pek az bulunur; o, sır gibi insanlardan gizlidir, Dünya’da; inci gibi pek az bulunur; pek az kişi onun belirtisini görür; ondan haber alır.”
Selçuk üniversitesi Mevlana Araştırma Merkezi Müdürü Osman Nuri Küçük’Hızırlık’ durumunu şöyle ifade tmektedir: “Şems’in döneminin toplumsal normlarına genellikle zıt hareket etmesi, pek fazla kişiyle arkadaşlık etmeyişi, genelde yalnız oluşu gibi özellikleri, yaptıklarından dolayı kendini insanlara ve onların teamüllerine uygun bir sorumluluk İçinde görmeyen Hızır’ı akla getirmektedir. Çünkü Hızır’ın dikey boyuttan yönlendirilen davranışları yatay boyutun toplumsal teamül ve normlarına zıttır, alışılagelen bilgi kalıplarının ötesindedir”.
Asıl adı Şemşeddin Muhammed olan
Şems Tebrizi, son yüklendiği siyasal ve diplomatik görevin içeriği nedeniyle Moğol Hanı Guyuk tarafından mı öldürüldü?
Mevlana’nın küçük oğlu Alaeddin tarafından kıskançlık yüzünden mi öldürüldü?
Sünni Konya eşrafınca Mevlana’yı kendilerinden uzaklaştırdığı için mi öldürüldü?
Şems öldü mü, öldürüldü mü yoksa gitti mi?
Bu öldürülme olayıyla ilgili tek bilgiyi bu tarihten yaklaşık 100 yıl kadar sonra yazılan Eflaki, Dede’nin ‘Ariflerin Menkıbeleri’ adlı eseri veriyor. Burada Şems’in öldürüldüğünden bahsediliyor ancak aynı kaynakta yer alan bu bilgilere inanırsak, Şems’in mezarı bugünkü bilinen yerde değil, Mevlana Müzesi İçinde Mevlana’nın babasının yanı başında olmalıdır. Bu çelişki oluşturuyor. Bügünkü Şems-i Tebrizi Türbesi ise Mevlana’nın yaşadığı dönemden 150 yıl kadar sonra, o tarihte Konya’ da yaşayan hem Hristiyanlar hem de Müslümanlarca şifalı olduğuna inanılan bir su kaynağının yanına yapılmış. Şems’in burada öldürülüp kuyuya atıldığının bilinip bilinmemesi bir tarafa, mezarının da nerede olduğu kesin olarak bilinmiyor, Bu konuda o kadar çok rivayet var ki; Konya’da 3 nokta, Türkiye genelinde 4 nokta, haçta İran ve Pakistan’da bile Şems’in mezarı ya da makamı gibi algılanan yerler var.
En doğru ilk kaynak Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in İbtidaname adlı eseridir. Sadece ‘gizlendi, ‘kayboldu’ şeklinde ifadeler vardır.
Eğer Şems bir Anunnakiyse hangisidir?
Bence, en önemli soru : Mevlana’nın hayatını alt üst eden, kalbini aşkın büyüsüyle yakan Şems, “Tanrı’yı onda gördüm”dediği Kimya Hatun, neden ölmüştür?
Şu ölümlü dünyada zahir aşkların elinde ölmemek mi, gerekir?
Sorular, sorular…
Her ne ararsan kendinde ara…
“Hakikat, güzellik ve yalın bir yaşamda olup alabildiğince yakınımızdadır ama maalesef dünya, baş döndürücü bir oyunun içinde bocalayıp durmaktadır: Avam kendi sevdasında, âlem kendi sevdasında, Şeyh, Sûfi de kendi sevdasında. Zaman ve mekân ise kendi işleriyle uğraşmakta… Gecikmiş olmayalım? Aşil topuklarını göster onlara, nerede giriftar olduklarını söyle. Onlara sadece ve sadece renklerin ötesini keşfetmek, orayı görüp okuyabilmek için daha çok dua etmelerini hatırlat. Sadece renklerin ötesini bilsinler, başka bir şeyi değil. Zira bilenle bilmeyen hiçbir zaman bir olmadı, olmuyor ve olmayacaktır…”
Kimya Hatun, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın