“İnsan doğası ancak objektif ile sübjektif bir arada ele alındığında anlaşılabilir. Bireyin ne olduğunu değil, ne olabileceğini, ne gibi potansiyeller barındırdığını incelemek insan türünün mutluluğu ve geleceği açısından çok önemlidir.”
—Abraham Maslow
Merhaba
İnsan ve insan psikolojisini anlamadan yazar olunabilir mi?
Yaratıcı liderlik, yani yenilikçi fikirlere esin olmak ve bunları su yüzüne çıkararak yaşama becerisidir…
Yazmak, hayatın iniş çıkışlarını keşfetmeniz ve dile getirmeniz için eşsiz bir yoldur. Alanım, okumak ve yazmak olunca belirli zamanlar da insanlarla bağlantılar kurabilmek için büyük bir adım atıyorum. Alanımın dışına çıkıyorum… Hiç bilmediğim, dünyalara açılıyorum…
Yazar şapkamı (gözlemci, yaratıcı ve keşfedici bir perspektife geçiş yapmayı temsil ediyor) takarak insan davranışlarını okuyarak, duygularına şahit oluyorum. Dünyayı daha dikkatli izleyen, karakterlerin duygularına şahit olan, insan psikolojisini anlamaya çalışan bir zihinsel moda giriyorum. Bu, belki de dijital dünyanın yüzeysel sosyal etkileşimlerinden sıyrılarak gerçek benliğimle bağ kurduğum bir alan olabilir.
Alanımın işçisi olarak görevim sessizlik içinde tefekkür halinde kalarak “farkındalık hikayeleri” ve “karakter”ler yaratmak. Böyle zamanlarda güçlü bir soru oluşuyor: İnsanı ve insan psikolojisini anlamayan yazar olabilir mi?
Okuduğum büyük yazarlar, sadece kelimeleri ustalıkla kullanmakla kalmaz, aynı zamanda insan ruhunun karmaşıklığını kavrayarak karakterlerini hayata geçirirler. Dostoyevski‘nin romanlarında insan psikolojisinin derinliklerine inmesi, Tolstoy’un karakterlerinin iç dünyasını çözümlemesi, Virginia Woolf’un bilinç akışı tekniğiyle insanın zihinsel süreçlerini yansıtması hep bu anlayışın eseridir.
Yazmak yalnızca teknik bir eylem değil, bir keşif yolculuğu. İnsanlarla bağlantı kurmak, onların hikâyelerini dinlemek ve gözlem yapmak yazarlık sürecinde önemli bir yer tutar. Dijital dünya bize pek çok imkan sağlasa da gerçek benlikle temas kurmak, yüz yüze etkileşim ve derin düşünce gerektirir.
Belki de yazarlık, duyarlılıkla dünyaya bakabilmek, insanı anlamaya istekli olmak ve yaşama dair sorular sormakla başlar.
Derin ve bir o kadar uzun olan bu yolculukta geliştirici, hümanist yazarlardan biri olan Abraham Maslow, “İnsan Olmanın Psikolojisi” adlı eserinde şöyle yazar:
“Kendisini gerçekleştirebilmiş insanları incelemek bize kendi yanlışlarımızı, eksiklerimizi ve ne yöne doğru geliştiğimizi görme olanağı verecektir. Bizim çağımız dışında her çağın kendi idealleri vardı. Tüm bu idealler, azizler, kahramanlar, beyefendiler, şövalyeler ve gizemciler, kültürümüz tarafından saf dışı bırakıldı. Geride ise sadece iyi ayarlanmış, sorunsuz, olabildiğince silik ve belirsiz bir insanlık kaldı. Buna karşın belki de pek yakında tam anlamıyla gelişen, gizilgüçlerini değerlendiren ve kendini gerçekleştiren; içsel doğasına kendisini dile getirme özgürlüğü veren, onu kısıtlamayan, bastırmayan, yadsımayan insan örneğini tanıyabiliriz.” — Abraham Maslow
Her birimizin kavraması gereken yaşamsal ve dokunaklı bir gerçek var: Türümüze özgü erdemlerden her uzak düşüşümüz, kişinin kendi doğasına karşı işlediği her suç, ayrıcalıksız herkes bilinçaltımızda bir iz bırakır ve kendimizi küçük görmemize neden olur. Karen Honey, bu bilinçdışı algılama ve anımsama eylemini, çok yerinde bir anlatımla “kaydetme” olarak tanımlar. Bizi utandıran bir davranışımız hanemize kara bir leke olarak “kaydedilir”; dürüst, güzel ve iyi davranışlarımız ise olumlu birer puan olarak… Sonuçta terazinin kefesi bir tarafı gösterir. Ya özsaygımız artar ve kendimizi benimseriz ya da küçük görür, aşağı, değersiz ve sevgiden yoksun hissederiz. Tanrıbilimciler insanın gücü yetmesine karşın, bir şeyi bile bile boşlaması günahına “miskinlik” adını vermişti.
Bu bakış açısı Freud’cu anlayışı yadsımaz. Kısa ve öz bir şekilde açıklamak gerekirse, Freud bize psikolojinin sayrıl (hastalıklı) yönünü gösterdi ama artık sağlıklı yanını da açığa çıkarmamız gerekiyor. Belki de bu sağlık psikolojisi, yaşamlarımızı denetleme ve geliştirmemizde, daha iyi insanlar olmamızda bizlere daha çok yardımcı olacaktır.
Freud, bir vicdana sahip olduğumuz konusunda haklıydı. İdeallerimizi hayatımızın erken dönemlerdeki figürler belirler, sonradan okuduğumuz “Hafta Sonunda Kendinizi Geliştirin” kitapları değil. Ama, vicdanın kiminde daha etkili, kiminde daha zayıf şekilde varlığını sürdüren değişik bir yanı, başka bir deyişle değişik türde bir vicdan vardır. Bu, “temel vicdan” dır. Bu vicdan kendi doğamızın, yazgımızın, kapasitemizin; kendi yaşam “çağrı”mızın bilinçdışı ve bilinç ötesi algılanışından kaynaklanır. Bu vicdan kendi içsel doğamıza karşı dürüst olmamızı; onu kendi zayıflıklarımız, çıkarlarımız ya da diğer nedenlerle yadsımamamızı ister bizden. Yeteneklerini körelten, doğuştan ressam olup da hisse senetleriyle boğuşan, akıllı olan ama aptalca bir yaşam sürdüren, doğruyu görüp de ağzını açmayan, yürekliliğini öldürüp korkaklaşan tüm insanlar, içten içe kendilerini aldattıklarını ve bu nedenle de kendilerini aşağı gördüklerini hissederler. Sonuçta, yaşanan kendini cezalandırma durumu, yalnızca nevroza da yol açabilir; doğru olanı yapmaya başlamanın sonucunda yenilenmiş bir yürekliliğe, haklı bir öfke ve artan bir özsaygıya da. Kısacası, gelişim ve ilerleme acı ve çatışma ile sağlanabilir.
- Olumlu üzüntü ve acı sorusu ya da bunun gerekliliği konusu ile yüzleşmek kaçınılmazdır. Gelişim ve kendini gerçekleştirme acı, üzüntü, keder ve kargaşa olmadan olabilir mi?
- Tüm bunlar bir noktaya kadar kaçınılmaz ve engellenemez ise sınırları çizen nedir?
Üzüntü ve acı insanların gelişimi için gerekli ise insanları acı ve üzüntüden sürekli olarak korumaya çalışmaktan kaçınmalıyız. Acı ve üzüntü bazen yapıcı olabilir ve nihai olumlu sonuçları göz önüne alınırsa arzu edilebilir. İnsanları acılarını yaşamaktan alıkoymak, sonuçta aşırı korumaya dayanan bir ilişki yaratabilir. Bu da kişinin kendi içsel doğasının bütünlüğüne olan saygısının azalması ve gelişiminin engellenmesi anlamına gelir.
- Sizce, varoluşçulardan öğrenebileceklerimiz nedir?
- Kıtlık hazzını bolluk hazzından, bir gereksinimi doyurmak olan “bayağı” hazzı, üretime, yaratmaya ve iç-görünün geliştirilmesine yönelen “yüksek” hazdan nasıl ayırabiliriz?
- Eksikliğe güdülenmiş ve gelişime güdülenmiş algılama nedir?
- Eksikliğe güdülenmiş olan insan, güçlü bir şekilde gelişime güdülenmiş insana göre, diğer insanlara çok daha bağımlıdır. Bu bağımlılık insan ilişkilerini nasıl etkiler?
- Kişilik gelişim kuramı nedir?
- Doruk deneyim nedir?
- Varlığı doruk deneyimlerde nasıl kavrarız?
- Yüksek bir olgunluk, sağlık ve kendini gerçekleştirme düzeyine erişen insanlardan neler öğrenebiliriz?
- Kendini gerçekleştirmek nedir?
Açıkça görülüyor ki bu kitap bir toplum psikolojisi kitabıdır. Yani, değerlerin araştırılmasını toplum biliminin temel ve olanaklı görevlerinden biri olarak benimsemektedir. Dolayısıyla değerleri bilimin yaklaşımından dışlayan, özünde değerlerin keşfedilemeyeceğini, açığa çıkarılamayacağını, ancak rastgele buyurgan bir şekilde, bilim insanı olmayanlarca ifade edilebileceğini öne süren ortodoksluk ile doğrudan çelişkilidir.
Bu durum kitabın klasik değerlerden bağımsız bilime ya da tümüyle betimsel toplumsal bilime düşman olduğu anlamına gelmez. Aslında, bu ikisini daha geniş, daha kapsayıcı bir insancıl bilim ve teknoloji kavramı altında, bilimin insan doğasının bir yan ürünü olduğunu ve insan doğasının bütünlenmesini besleyebileceğini benimseyen bir kavram altında bir araya getirmeye çalışır. Bu açıdan bakılınca, herhangi bir toplum ya da bu toplum içindeki bir kurum bireylerin kendini gerçekleştirmesi yolunda besleyici ya da engelleyici olması bağlamında karakterize edilebilir.
Bu kitabın ana konusu, insan doğasının hangi çalışma koşulları ve tipleri, ne tip bir yönetim ve ödüllendirme ya da ödeme şekli ile her geçen gün daha tam ve sağlıklı bir şekilde gelişebileceğidir. Diğer bir deyişle, kişisel gerçekleştirme için en iyi çalışma koşulları nelerdir?
İnsan Olmanın Psikolojisi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. İnsan Olmanın Psikolojisi, ünlü psikolog Abraham Maslow‘un çalışmalarından ilham alan bir kavramdır. Maslow, insan doğasını anlamada önemli katkılar yapmış ve özellikle “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” ile tanınmıştır. Bu hiyerarşi, insanların temel ihtiyaçlarını sırayla nasıl karşılamaları gerektiğini gösteren bir modeldir. Maslow’a göre, insanın en temel ihtiyaçları, hayatta kalma ve güvenlikle ilgili olanlardan başlar ve daha yüksek düzeydeki ihtiyaçlara, yani psikolojik ve sosyal gereksinimlere doğru ilerler.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi şu şekilde sıralanabilir:
- Fizyolojik İhtiyaçlar: Bu en temel ihtiyaçlar arasında yemek, su, barınma, uyku gibi hayatta kalma için gerekli olan şeyler yer alır.
- Güvenlik İhtiyaçları: İnsanlar fiziksel ve psikolojik güvenlik arayışındadır. Barınma, iş güvenliği, sağlık güvencesi gibi unsurlar bu kategoriye girer.
- Ait Olma ve Sevgi İhtiyaçları: İnsanlar sosyal varlıklardır ve başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurma ihtiyacı duyarlar. Aile, arkadaşlık ve sevgi bu düzeydeki ihtiyaçları karşılar.
- Saygı İhtiyaçları: Kişinin kendine saygı duyması ve başkalarından saygı görmesi önemlidir. Bu, özsaygı, başarı, itibar ve tanınma gereksinimlerini içerir.
- Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Maslow’a göre, insanın potansiyelini tam anlamıyla keşfetmesi ve hayatını anlamlı bir şekilde yaşaması, en yüksek düzeydeki ihtiyaçtır. Kendini gerçekleştirme, kişinin kendisini tam anlamıyla ifade etmesi ve en yüksek potansiyeline ulaşması anlamına gelir.
Maslow‘un bu teorisi, sadece psikolojik bir çerçeve değil, aynı zamanda insanların hayatlarını anlamlı ve tatmin edici bir şekilde yaşamasına nasıl yardımcı olunacağına dair bir rehberdir. İnsan olmak, Maslow’a göre, yalnızca temel ihtiyaçları karşılamakla sınırlı kalmaz; aynı zamanda bireyin anlam arayışı, potansiyelini gerçekleştirme ve diğer insanlarla derin ilişkiler kurma gereksinimlerini de içerir.
Maslow‘un psikolojisi, daha çok insanın içsel motivasyonlarını ve insan doğasının yüksek potansiyelini keşfetmeye odaklanır. İnsanların sadece hayatta kalma içgüdüsüyle değil, aynı zamanda psikolojik ve ruhsal doyum arayışıyla da hareket ettiklerini savunur.
Yazarın Notu:
Sonuç olarak, Maslow’un insan doğası, gelişim ve kendini gerçekleştirme üzerine söyledikleri, yazarlık gibi yaratıcı süreçler için de derinlemesine bir anlayış ve rehber sunar. Yazarlar, insanın içsel yolculuğunu anlamadan, onu yazılarına taşımada zorlanabilirler. Bu yüzden, insan psikolojisini anlamadan yazmak, insanı ve evreni doğru bir şekilde yansıtmak mümkün olmayabilir.
Yazarlar da kendini gerçekleştirme sürecini yaşarlar. Hatta yaratıcı süreç, bir yazarın kendi iç yolculuğunun en güçlü ifade bulduğu alanlardan biridir. Maslow’un kendini gerçekleştirme kavramı, aslında bir insanın potansiyelini en yüksek düzeyde kullanması, içsel doğasını keşfetmesi ve bu keşfi dışa vurması anlamına gelir. Yazarlar için bu süreç, hem bireysel hem de sanatsal bir yolculuktur.
Bir yazar için doruk deneyimi, yazma sürecinin zirve noktasıdır. Bu, kelimelerin kendiliğinden akması, akışa girmek ve bir anlamda yazarlık kimliğinin en üst düzeyde özgürleşmesidir. Yazar, kendini en özgün şekilde ifade ederken, eserleri de bu özgünlükle şekillenir. Doruk noktası, sadece yazılan kelimelerle değil, yazma eyleminin kendisiyle ilgilidir. Yazarın yazarken hissettiği derin anlam, içsel tatmin ve özgürlük, bir tür yaratıcı doyum sağlar.
Bir yazar, yazdığı eserde kendini bulur, içsel çatışmalarını dışa vurur ve bazen kendi kimliğini yeniden şekillendirir. Bu yaratıcı süreç, bir bakıma bir tür kendi kimliğini keşfetme yolculuğudur. Doruk deneyimi, yazarlık pratiğinde, yazarın içsel dünyasını tam anlamıyla ifade etmesiyle gerçekleşir.
Özetle, yazarlar da kendini gerçekleştirme sürecinin içinde yer alır. Bu, yalnızca eserlerindeki temalarla değil, aynı zamanda yazarlık eylemiyle de ilgilidir. Yaratıcı sürecin doruk noktası, yazarın potansiyelini en üst düzeyde kullanması, hem sanatsal hem de kişisel anlamda bir evrimdir. Bu da yazarlığın içsel bir dönüşüm süreci olduğunu gösterir.
Abraham Maslow’un Hayatı ve Kariyeri
Abraham Harold Maslow, 1 Nisan 1908’de New York’ta doğdu. Yahudi göçmen bir ailenin çocuğu olarak, yoksulluk ve dışlanma deneyimleriyle büyüdü. Bu erken yaşantılar, ileride insanın temel ihtiyaçlarını ve güvenlik arayışını merkeze almasına zemin hazırladı.
Eğitim Yılları: İlk olarak City College of New York’ta okudu, ardından Cornell Üniversitesi’ne geçti. Psikolojiye olan ilgisi onu Wisconsin Üniversitesi’ne götürdü; burada ünlü psikolog Harry Harlow’un danışmanlığında doktora yaptı.
Akademik Kariyer: Maslow, Brooklyn College, Columbia University ve Brandeis University’de ders verdi. Brandeis’te profesör olarak çalışırken “insancıl psikoloji” akımının öncülerinden biri oldu.
Psikolojiye Katkısı:
- İhtiyaçlar Hiyerarşisi: En çok bilinen teorisi, insan ihtiyaçlarını beş basamaklı bir piramit şeklinde açıklayan Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’dir. Bu modelde fizyolojik ihtiyaçlardan başlayarak güvenlik, aidiyet, saygı ve en üstte “kendini gerçekleştirme” yer alır.
- Pozitif İnsan Doğası: Maslow, psikolojinin yalnızca patolojilere odaklanmaması gerektiğini savundu. İnsanların güçlü, yaratıcı ve iyileştirici yönlerini öne çıkardı.
- Kendini Gerçekleştirme: Ona göre psikoterapinin nihai amacı, bireyin potansiyelini gerçekleştirmesi ve bütünsel bir benlik entegrasyonuna ulaşmasıdır.
Kişisel Yaşamı: 1928’de Bertha Goodman ile evlendi ve iki çocuk sahibi oldu.
Vefatı: 8 Haziran 1970’te Menlo Park, California’da kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Maslow’un Mirası
Maslow, psikolojiyi yalnızca hastalıkların tedavisi olarak değil, insanın gelişim yolculuğunu destekleyen bir bilim olarak yeniden tanımladı. Bugün eğitimden iş dünyasına, kişisel gelişimden liderlik teorilerine kadar pek çok alanda onun fikirleri kullanılmaya devam ediyor.
“İnsanın olabileceği şey, olması gerekir.” Maslow’un kendini gerçekleştirme anlayışının özlü ifadesi.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın