Merhaba
Yaratıcı liderlik, yani yenilikçi fikirlere esin olmak ve bunları su yüzüne çıkararak yaşama becerisidir.
Alanım, kitaplar ve yazarlık olunca belirli zamanlar da başka insanlarla bağlantılar kurabilmek için büyük bir adım atarak kendi alanımın dışına çıkıyorum. Hiç bilmediğim, dünyalara giriyorum. Gözlemci olarak, tarafsızlık şapkamı takarak insanların, davranışlarını okuyarak, duygularına şahit oluyorum.
Tüm bunları yapmak digital dünyada pek mümkün değil. Digital dünyada çok sosyal olduğum söylenemez. Sahte benlik bu alandan çok besleniyor. Anlayacağınız sabitlemem gereken benlikten uzaklaşmak istemiyorum. En iyi bildiğim sosyalleşme aracı yaşamla bütünleşmek. Doğa, insan, foton enerjisi yaratıcılığı besleyen unsurlar. Enerji çalışması yapanlar hemen gülümseyecektir. Foton enerjisinin yağışını izlemek büyük bir keyiftir.
Alanımda tefekkür halinde yaptığım iş “insan” yaratmak “karekter” yaratmak olunca haliyle güçlü bir soru oluşuyor. Sizce, insanı ve insan psikolojisini anlamayan yazar olabilir mi?
Derin ve bir o kadar uzun olan bu yolculukta geliştirici, hümanist yazarlardan biri olan Abraham Maslow, İnsan Olmanın Psikolojisi adlı eserinde şöyle yazar:
Kendisini gerçekleştirebilmiş İnsanları incelemek bize kendi yanlışlarımızı, eksiklerimizi ve ne yöne doğru geliştiğimizi görme olanağı verecektir. Bizim çağımız dışında her çağın kendi idealleri vardı. Tüm bu idealler, azizler, kahramanlar, beyefendiler, şövalyeler ve gizemciler, kültürümüz tarafından saf dışı bırakıldı. Geride ise sadece iyi ayarlanmış, sorunsuz, olabildiğince silik ve belirsiz bir insanlık kaldı. Buna karşın belki de pek yakında tam anlamıyla gelişen, gizilgüçlerini değerlendiren ve kendini gerçekleştiren; içsel doğasına kendisini dile getirme özgürlüğü veren, onu kısıtlamayan, bastırmayan, yadsımayan insan ömeğini tanıyabiliriz.
Her birimizin kavraması gereken yaşamsal ve dokunaklı bir gerçek var: Türümüze özgü erdemlerden her uzak düşüşümüz, kişinin kendi doğasına karşı işlediği her suç, ayrıcalıksız herkes bilinçaltımızda bir iz bırakır ve kendimizi küçük görmemize neden olur. Karen Honey, bu bilinçdışı algılama ve anımsama eylemini, çok yerinde bir anlatımla “kaydetme” olarak tanımlar. Bizi utandıran bir davranışımız hanemize kara bir leke olarak “kaydedilir”; dürüst, güzel ve iyi davranışlarımız ise olumlu birer puan olarak… Sonuçta terazinin kefesi bir tarafı gösterir. Ya özsaygımız artar ve kendimizi benimseriz ya da küçük görür, aşağı, değersiz ve sevgiden yoksun hissederiz. Tanrıbilimciler insanın gücü yetmesine karşın, bir şeyi bile bile boşlaması günahına “miskinlik” adını vermişti.
Bu bakış açısı Freud’cu anlayışı yadsımaz. Kısa ve öz bir şekilde açıklamak gerekirse, Freud bize psikolojinin sayrıl (hastalıklı) yönünü gösterdi ama artık sağlıklı yanını da açığa çıkarmamız gerekiyor. Belki de bu sağlık psikolojisi, yaşamlarımızı denetleme ve geliştirmemizde, daha iyi insanlar olmamızda bizlere daha çok yardımcı olacaktır.
Freud, bir vicdana sahip olduğumuz konusunda haklıydı. İdeallerimizi hayatımızın erken dönemlerdeki figürler belirler, sonradan okuduğumuz “Hafta Sonunda Kendinizi Geliştirin” kitapları değil. Ama, vicdanın kiminde daha etkili, kiminde daha zayıf şekilde varlığını sürdüren değişik bir yanı, başka bir deyişle değişik türde bir vicdan vardır. Bu, “temel vicdan”dır. Bu vicdan kendi doğamızın, yazgımızın, kapasitemizin; kendi yaşam “çağrı”mızın bilinçdışı ve bilinç ötesi algılanışından kaynaklanır. Bu vicdan kendi içsel doğamıza karşı dürüst olmamızı; onu kendi zayıflıklarımız, çıkarlarımız ya da diğer nedenlerle yadsımamamızı ister bizden. Yeteneklerini körelten, doğuştan ressam olup da hisse senetleriyle boğuşan, akıllı olan ama aptalca bir yaşam sürdüren, doğruyu görüp de ağzını açmayan, yürekliliğini öldürüp korkaklaşan tüm insanlar, içten içe kendilerini aldattıklarını ve bu nedenle de kendilerini aşağı gördüklerini hissederler. Sonuçta, yaşanan kendini cezalandırma durumu, yalnızca nevroza da yol açabilir; doğru olanı yapmaya başlamanın sonucunda yenilenmiş bir yürekliliğe, haklı bir öfke ve artan bir özsaygıya da. Kısacası, gelişim ve ilerleme acı ve çatışma ile sağlanabilir.
Olumlu üzüntü ve acı sorusu ya da bunun gerekliliği konusu ile yüzleşmek kaçınılmazdır. Gelişim ve kendini gerçekleştirme acı, üzüntü, keder ve kargaşa olmadan olabilir mi?
Tüm bunlar bir noktaya kadar kaçınılmaz ve engellenemez ise sınırları çizen nedir?
Üzüntü ve acı insanların gelişimi için gerekli ise insanları acı ve üzüntüden sürekli olarak korumaya çalışmaktan kaçınmalıyız. Acı ve üzüntü bazen yapıcı olabilir ve nihai olumlu sonuçları göz önüne alınırsa arzu edilebilir. İnsanları acılarını yaşamaktan alıkoymak, sonuçta aşırı korumaya dayanan bir ilişki yaratabilir. Bu da kişinin kendi içsel doğasının bütünlüğüne olan saygısının azalması ve gelişiminin engellenmesi anlamına gelir.
Sizce, varoluşçulardan öğrenebileceklerimiz nedir?
Kıtlık hazzını bolluk hazzından, bir gereksinimi doyurmak olan “bayağı” hazzı, üretime, yaratmaya ve iç-görünün geliştirilmesine yönelen “yüksek” hazdan nasıl ayırabiliriz?
Eksikliğe güdülenmiş ve gelişime güdülenmiş algılama nedir?
Eksikliğe güdülenmiş olan insan, güçlü bir şekilde gelişime güdülenmiş insana göre, diğer insanlara çok daha bağımlıdır. Bu bağımlılık insan ilişkilerini nasıl etkiler?
Kişilik gelişim kuramı nedir?
Doruk deneyim nedir?
Varlığı doruk deneyimlerde nasıl kavrarız?
Yüksek bir olgunluk, sağlık ve kendini gerçekleştirme düzeyine erişen insanlardan neler öğrenebiliriz?
Kendini gerçekleştirmek nedir?
İnsan Olmanın Psikolojisi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın