Düşünmek Ve Olmak, Henri Bergson

“(…) Ruh inceliğinden mahkum bir düşünüşün olabilmesi mümkün değildir ve ruh inceliği de önsezinin zekaya yansımasından başka bir şey değildir!”

—Henri Bergson

Merhaba

Yıl 2013-2014 eğitime yemek arası verildiğinde, Şişli’de cadde üzerinde bir kitapevi vardır. Hızlıca yürüyerek, soluğu orada aldığımı hatırlıyorum. “Kendini Gerçekleştirmek” anlamını işin ustalarından öğrenme gayretiyle, araştırma yapıyordum. Raftan bana bakan kitap Timur Tiryaki, Koçluk Okulu. Hemen satın alıp, kitapevinin yan tarafındaki kafeye oturup çay eşliğinde bir saatte kitabın sayfalarını hızlıca okumuştum.

Her kitap bir sohbettir. Timur Tiryaki’yle satırlarında sohbet ederken, çok değerli bir şey öğrenmiştim. Koçluğun yaşam amacı gibi derin farkındalığa hizmet ediyor olması. “Koçluk Özünde Felsefi Bir Süreçtir”. İnsanın kendisini anlamasına, kendi düşünceleriyle yüzleşmesine yardımcı olan alan psikolojiye yakın olmakla birlikte temellerini felsefeden almaktadır. Kimi insanın doğası sorgulayıcıdır, bilgisini sorgulamaya, gerçekten bilip bilmediğini anlamaya isteklidir. Öğrenmeye, anlamaya sürekli açıktır. Günümüzde filozof ruhlu birçok insan ekonomik sistemin zorunlulukları yüzünden geçim kaygısı mücadelesinde olup aslında kendi doğasındaki filozof yanla tanışmaya fırsat bile bulamamıştır.

Diyalektik ve retorik sanatlarını anlamayan birinin iyi bir koç olacağını düşünmek nasıl mümkün olabilir ki?

Koçluk yaklaşımı Türkiye’de etkinliği diğer ülkelere göre daha düşük. Nedenini hiç düşündünüz mü?

Tüm bunları öğrenmek için ne üniversite mezunu olmam ne de yabancı bir dil bilmem gerekiyordu. Tek bilmem gereken şey “KENDİNİ BİLMEK“ti…

İnsanı içine alan ne kadar konu varsa hepsini okumaya çalıştım. Ömrünüz yazılı tüm kitapları okumaya yetecek gibi görünmese de, geliştirici yazarların kitaplarına sembollerine ulaşarak, kafa patlatıp, okumak benim için büyük bir onur. Kendimi anlamama, varoluşu kavramama destek oldukları için hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim.

Mentor kelimesine yazılı kayıtlarda ilk Homeros’un destanlarından Odyseus’ta rastlanır. Odyseus’ın arkadaşı ve Telemachus’un güvendiği bilge danışman Mentor olarak bilinir.

Etimolojik olarak kelime Yunanca “men” düşünmek fiil kökünden alır “mental” niyet, amaç, yaşam tutkusu, kelimesiyle benzeşir ama temel olarak düşünen kişi anlamını taşır.

Cansız Mentorum, Düşünmek Ve Olmak kitabıyla Henri- Louis Bergson, Fransız filozoftur. Özellikle 20.yüzyılın ilk yarısında etkili olmuştur. Bergson, birçok düşünürü, gerçekliği kavramak için sezgi süreçlerinin soyut rasyonalizm ve bilimden daha anlamlı olduğuna ikna etmiştir.

Bu Fransız düşünürün, coşkulu dinleyicileri College de France’ın salonlarını doldurmaya çeken ve Fransa’nın dışına taşan büyük ünü hangi alımlılık ve büyüden doğmuştu?

College de France gibi bizim ülkemizde de halka eğitim veren kurumlar olsa. Kürsüyü dolduracak düşünürlerin aktarımlarıyla ülkece kazanımlarız neler olurdu?

Bergson, durağan nitelikleri yok sayarak devinimi, hareketi öne çıkaran “süreç felsefesi” adı verilen felsefe türünün en önemli temsilcilerindendir.

Eserlerinde insani ve tinsel değerleri öne çıkaran Bergson, bu önemli kitabında fikirlerini “Hakikatin Gelişimi, Gerçeğin Geriye Doğru Hareketi, Problemlerin Konumu, Olası Ve Gerçek, Felsefi Önsezi, Değişim Algısı, Metafiziğe Giriş, Claude Bernard’ın Felsefesi, William James’in Pragmatizmi Üzerine Gerçek ve Gerçeklik, Ravaisson’nun Hayatı ve Eserleri” başlıkları altında, Kant, Berkeley, Spinoza, Spencer gibi değerli filozofların görüşlerine de yer vererek anlatmıştır.

Düşünmek Ve Olmak, S55

Aristo’nun bütün kavramları tek bir kavramın potasında eritmeyi başarması ve Platon’un İyilik Fikri’nin yakın akrabası olan bir “Düşünce’nin Düşüncesi”ni evrensel açıklama prensibi olarak ortaya atması, Aristo’nun kinin bir devamı olan modern felsefenin ise benzer bir yolu tutturmuş olması da kesinlikle anlaşılabilir şeylerdir. En az anlaşılan şey ise Tanrı’nın, insanlığın bu kelime ile her zaman için ifade etmiş olduğu prensip ile müşterek hiçbir yanı bulunmayan bir prensip olarak adlandırılmasıdır. Antik çağların mitolojilerinin tanrıları ile Hıristiyanlığın Tanrı’nın en küçük bir benzerlik taşımadığına hiç kuşku yoktur fakat her ikisine de dua edilmekte, her ikisi de insan ile ilgilenmektedir: Statik veya dinamik, din, bu noktayı kendisi için temel kabul etmektedir. Ama felsefe Tanrı’yı, özü, insanların yakarışlarını hiçbir surette dikkate almamaya mahkûm edilmiş bir varlık olarak adlandırmayı yine de başarmıştır, sanki* teorik açıdan her şeyi kucaklıyormuş gibi Tanrı gerçekten de ıstıraplarımıza karşı kör, dualarımıza karşı sağır bir durumdaydı. Bu nokta biraz daha derinleştirilecek olduğunda ise insan zihni için son derece tabii olan, açıklamalı bir fikir ile etkin bir prensip arasındaki karmaşa karşımıza çıkmaktadır. Olgular, kendi kavramlarına çekildiği ve kavramlar da birbiri içine geçmiş olduğu için aracılığıyla her şeyin açıklanabileceğinin düşünüldüğü, bir fikirlerin fikrine ulaşılır. Doğrusunu söylemek gerekirse, fazla bir şey de açıklamaz bu fikir, nedeni de gerçeğin her şeyden önce toplumun dilde depolamış olduğu ve bunu da hayli sıklıkla kendi rahatlığı için yaptığı kavramlarda alt bölümlere ayrılmasını kabul etmiş sonra da bu kavramlardan yapmış olduğu sentezin maddeden yoksun ve tümüyle sözlere dayalı olmasıdır. Burada bu temel noktanın nasıl olup da en bilgili filozofların gözlerinden kaçtığı ve bu filozofların dünyayı açıklamak için oluşturdukları prensip her ne ise, onu betimlemek için geleneksel olarak tek bir işaret ile yetindikleri halde o prensibi ayrımsadıklarına inanabildikleri sorusu rahatlıkla ortaya atılabilir. Yukarıda da söylediğimiz gibi: “Kendinde şeye” hangi ad verilirse verilsin, ister Spinoza’nın yaptığı gibi Madde, ister Fichte’nin yaptığı ğibi Ego, ister Schelling’in yaptığı gibi Mutlak, ister Hegel’in yaptığı gibi Fikir, isterse de Schopenhauer gibi İstem olarak adlandırılsın, iyi tanımlanmış anlamı ‘ile kendisini sunma o kelime için son derece yararsız olacak, olguların bütününe tatbik edildiği andan itibaren bütün anlamını kaybedecektir. Bu büyük “sentezlerin” sadece en sonuncusundan bahsedildiği takdirde bir İstem’in sadece istenmeyen şeyleri kendisinden söküp atmak suretiyle bir İstem olabileceği açıkça ortada değil midir? Fakat maddenin kendisi de bir istem ise eğer o zaman zihnin maddeyi kendisinden söküp atması nasıl mümkün olabilecektir ki? İstemi her yere yerleştirmek onu hiçbir yere bırakmamak ile aynı anlama gelmektedir, zira bu benim açıkça bir tekrarın, bir öngörülebilirliğin, bir gerekliliğin bulunduğu yerlerde kendimde şeyin özü -süre, fışkırma, devamlılık sahibi bir yaradılış- ile olgularda algıladığım şeylerin özlerini özdeşleştirmek demek olacaktır. “Her şey mekanizmadan ibarettir,” veya “Her şey istemden ibarettir,” denildiği zaman bunun fazla bir önemi olmayacaktır; her iki durumda da her şey birbirine karışmış olacaktır. Her iki durumda da “mekanizma” ve “istem” kelimeleri “varlık” kelimesi ile aynı anlama gelmektedirler, dolayısıyla her ikisinin de ifade ettiği anlam aynıdır. Felsefi sistemlerin en başta gelen kusuru da işte burada yatmaktadır. Ona bir ad vermek suretiyle bizi mutlak üzerine bilgilendirmiş olduklarına inanmaktadırlar. Fakat bir kez daha bir kelimenin kesin bir anlamının olması ancak tek bir olguyu belirttiği zaman mümkün olabilir; bütün olgulara tatbik edildiği andan itibaren anlamını tamamıyla yitirecektir. Yine bir kez daha istemin, o kelimeden ancak benim veya bana benzeyen varlıkların isteme yetilerini hatta benim bilinç itkime benziyorsa eğer organik varlıkların yaşamsal dürtülerini anladığınız takdirde istem olduğunu bilmekteyim. Fakat kelimenin kapsamı ne kadar genişletilirse kavrayışı da bir o kadar azaltılmış olacaktır. Maddeyi kendi kapsamı içinde toplayacak olursanız anlayışını da eşzamanlılığın mekanizmaya ve özgürlüğün de gereksinime direnmesine aracı olan olumlu özelliklerden mahrum etmiş olursunuz. En sonunda söz konusu kelime var olan her şeyi belirtme noktasına geldiği zaman da belirttiği şey artık sadece varlık olacaktır. O zaman sadece onun var olduğunu belirtmek yerine dünyanın istemden ibaret olduğunu söylemekle ne elde edilebilir?

Fakat bu şekilde ulaşılan, içeriği belirsiz, daha doğrusu bir içerikten yoksun ve artık herhangi bir şey de olmayan bir kavramın da her şey olması istenilmektedir. O zaman belirleyiciliğin bizzat kendisi ve üstelik temel olarak da etkin olan dinsel Tanrı’ya başvurmak gerekecektir. O, varlığın zirvesi konumundadır: Bu ilginin zirvesi olarak kabul ettiğimiz şeyi onunla örtüştürmemiz ise son derece haksız ve hatalı bir davranış yerine geçecektir. O zaman insanlığın ona adamış olduğu aşırı sevgi ve saygıdan bir şeyler onun adıyla bezenmiş olan prensibe intikal edecektir. Çağdaş felsefedeki dogmatizm de zaten büyük ölçüde buradan ileri gelmektedir.

Gerçek şudur ki bir varoluşun ancak bir tecrübede verilmiş olması mümkündür. Maddi bir nesnenin söz konusu olduğu durumlarda imge veya temas, genel olarak da dışsal bir tecrübe olarak adlandırılabilecek bu tecrübe zihne dayandığı takdirde de önsezi adını alacaktır. Peki önsezinin nereye kadar gidebilmesi mümkündür. Bunu sadece o söyleyebilir. Bir iplik yakalar önsezi ve bu ipliğin göğün en yükseklerine kadar tırmandığını mı yoksa yerin birkaç metre yukarısında durduğunu mu görmek ona kalmış bir iştir. Birinci durumda, metafiziksel tecrübe büyük mistiklerinkilere bağlanacaktır ve biz de o zaman gerçeğin orada yatmakta olduğunu belirleyebileceğimizi düşünürüz. İkinci durumda ise bu iki metafiziksel tecrübe, bu yönden aralarında karşılıklı herhangi bir zıtlık bulunmaksızın birbirlerinden izole bir durumda kalacaklardır. Her halükarda da felsefe bizi, insanlığın durumunun üzerine çıkarmış olacaktır.

Bu konu burada bitmez, beyin fırtınası yapmak için filozofların kitapları ilerleyen zamanlarda yer alacak.

Düşünmek Ve Olmak, eserin ilk bölümlerinden biri hazzı ve acıyı ele almaktadır. Bir öğrenen olarak şu soruyu yöneltiyorum, kendime “Zevk mutluluk anlamına gelebilir mi yoksa gelmez mi?” Peki bu cümle şu anlama gelebilir:

Mutluluk ve zevk terimlerinin alışılagelmiş anlamı göz önüne alındığında mutluluğun zevklerin bir sonucu olduğunu söylemek gerekir mi?

O zaman da ortaya bir sözcük dağarcığı sorunu çıkacak ve bu sorun da “mutluluk” ve “zevk” kelimelerinin bir dili en iyi kullanan kişiler olan yazarlar tarafından nasıl kullanılmış olduklarının araştırılması suretiyle çözümlenebilecektir.

Düşünmek Ve Olmak, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: