Merhaba
Bugün “suskunlar diyarını” ziyaret ettim. Ölüm dersini anlatan Ata’mın toprağında açan çiçekleri sevdim. Yoldaşımla mekanın da dertleştim. 33 yaşında hastalığına rağmen rüyasında beni görüp aldırmaktan vazgeçen; beni yaşatmayı şeçen; yaşamın anlamını keşfetmem de emeği olan; varoluş kahramanıma her şey için teşekkür ettim.
“Ey müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selam olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız.” Bu sözlerin ardından hepimizin gideceği yeri dinledim.
Annemi, vefatından bu yana her ay üç kez ziyarette bulundum. Zorlu zamanlarda kabir ziyaretinde yanımda olmayı seçen Doğan ve Ailesine teşekkür ederim. Onlarında yirmi yıl boyunca Annesi oldu.
Canımın içi görevini tamamlayarak şu an YARATICININ mekanında…
Teoloji, “Tanrı” kavramı ve din olgusunun sistematik olarak ele alan disiplindir. Temel konusu doğaüstü güçlerdir ancak dini epistemeoloji ve vahiy ile ilgilenir. Vahiy üzerinden tanrı ya da tanrıların varlığının kabulüne ulaşır.
Yazınsal kültürle ilgilenen, varoluşçu felsefenin izini süren teologdur. Peki, “Olmak Cesareti” bu işin neresindedir? Güçlü soruyu sorarak ilerleyelim.
Az sayıda teolog Paul Tillich kadar modern dünyanın hayal gücünü yakalayabildi. Din adamları tarafından olduğu kadar içinde bulunduğu kültür tarafından da çok ciddiye alınan Tillich, bir ilahiyat ve felsefe klasiği olan bu metinde modern insanın ikilemini tasvir eder ve kaygı sorununu yenmenin yoluna işaret eder.
“Kader, suçluluk, ölüm korkusu ; modern ruhu altüst eden üst kaygıydı. Kader, anlamı ve amacı tutsak etmişti; yaşayan ölü olmaktı. Ölüm ise hayatta anlamın olmayışının ve herhangi bir ödül ya da ceza ümidi olmadan anlamsızlık tecrübesinin ta kendisiydi.”
Seneca der ki “Korkunun kendisi dışında berbat olan hiçbir şey yoktur.” Epictetus ise şöyle der “Korkunç olan ölüm ya da zorluk, değildir, ölüm ve zorluk korkusudur.” Kaygımız bütün insanlara ve varlıklara korkunç maskeler takar. Onlardan bu maskeleri çıkartırsak, kendi yüzleri ortaya çıkar ve ürettikleri korku yok olur. Bu, ölüm için bile doğrudur. Her gün hayatlarımız azar azar bizden alındığı için, varoluşumuzun son bulduğu saatin kendisi ölümü getirmez, yalnızca ölüm sürecini tamamlar. Ölüm imgesinin maskesi düştüğü zaman, bu korkular da yok olur..
Olmak Cesaret S59
Birine yokluk ile kendi olmanın nasıl bağlantılı olduğunu sorulsa ancak mecazen yanıt verebilir; Varolma kendisini ve varolmamayı ‘kucaklar’. Varolma, varolmamayı “içinde” barındırır, tıpkı ezelden beri orada olduğu ve ilahi hayat sürecinde onu yendiği gibi. Var olan her şeyin temelinde, hareket ve oluş içermeyen ölü bir varlık bulunmaz, yaşayan bir yaratıcılık bulunur. Yaratıcı biçimde kendisini onaylar, sonsuza dek kendi yokluğunu mağlup eder. Her sonlu varlığın kendisini onaylamasının örüntüsü ve varolma cesaretinin kaynağı böyledir işte.
Cesaret genellikle zihnin korkuyu yenme gücü olarak tanımlanır. Korkunun anlamı sorgulanması için fazlasıyla açık görünürdü. Ancak son yıllarda derin psikoloji, varoluşçu felsefeyle işbirliği yaparak korku ve kaygı arasındaki keskin ayrımın görülmesine ve bu kavramların her birinin kesin tanımlarının yapılmasına yol açtı. Günümüze ilişkin sosyolojik çözümlemeler, bir topluluk olgusu olarak kaygının önemine işaret etmektedir. Edebiyat ve sanatı kaygıyı -içerik ve biçem açısından- yaratımlarının temel teması haline getirmiştir. Bunun sonucu, en azından eğitimli toplulukların kendi kaygılarının farkına varmaları ve toplum bilincine kaygı düşüncelerinin ve simgelerinin nüfuz etmesi olmuştur. Bugün zamanımızı ‘kaygı’ çağı olarak adlandırmak neredeyse herkes için bilinen bir gerçek artık. Amerika ve Avrupa için de aynı durum geçerlidir.
Ancak yine de cesaret ontolojisinin, kaygı ontolojisini içermesi şarttır, zira ikisi birbirine bağlıdır. Cesaret ontolojisinin ışığında kaygının kimi temel unsurlarının görünür hale gelebilmesi anlaşılırdır. Kaygının niteliği hakkındaki ilk sav şudur; Kaygı, bir varlığın kendi muhtemel yokluğunun farkında olması halidir. Aynı yargı daha kısa şöyle ifade edilir: Kaygı, varolmamaya yani yokluğa dair varoluşsal farkındalıktır. Bu cümledeki ‘varoluşsal’ kaygıyı üretenin, yokluğa dair soyut bilgi olmadığı, yokluğun kişinin kendi varlığının bir parçası olduğuna dair farkındalık olduğu anlamına gelir. Kaygıyı üreten; evrendeki her şeyin geçici, fani olduğunun farkına varılması hatta başkalarının ölümlerinin tecrübe edilmesi dahi değildir, bu olayların bir gün ölecek olduğumuza dair hep üstü örtük olan farkındalık üzerindeki etkisidir. Kaygı sınırlıdır, kişinin kendi sınırlılığı gibi tecrübe edilir. Bu, insanın, insan olarak ve bir şekilde bütün canlıların doğal kaygısıdır. Yokluk kaygısıdır, sınırlı olarak kişinin sınırlılığının farkında olunmasıdır.
Yazdığım kitaba yaşam dersleriyle etkisi olan site logosunun “E” harfini temsil eden Anneme ve tüm varoluşçuların yol göstericiliğine teşekkür ederim.
Olmak Cesareti, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak için.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın