“…Zira varlığın gücü, bireysel varlıkların gücü aracılığıyla hareket eder…”
— Paul Tillich
Merhaba
Bugün “suskunlar diyarını” ziyaret ettim. Ölüm dersini anlatan Ata’mın toprağında açan çiçekleri sevdim. Yoldaşımla mekanın da dertleştim. 33 yaşında hastalığına rağmen rüyasında görüp beni aldırmaktan vazgeçen; yaşatmayı seçen; yaşamın anlamını keşfetmem de emeği olan; varoluş kahramanıma her şey için teşekkür ettim.
“Ey müminler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selam olsun. İnşallah, biz de sizlere katılacağız.” Bu sözlerin ardından hepimizin gideceği yeri dinledim.
Annemi, vefatından bu yana her ay üç kez ziyarette bulundum. Ve şimdi YARATICININ mekanında sevgilerimi iletiyorum…
Teoloji Nedir?
“Tanrı” kavramı ve din olgusunun sistematik olarak ele alan disiplindir. Temel konusu doğaüstü güçlerdir ancak dini epistemeoloji ve vahiy ile ilgilenir. Vahiy üzerinden tanrı ya da tanrıların varlığının kabulüne ulaşır.
Vahiy, burada yalnızca bir bilgi aktarımı değil; varlığın kendini açma biçimidir. Teoloji, suskunlar diyarında açan çiçekleri, rüyada verilen kararları ve ölümün içindeki yaşamı anlamlandırma çabasıdır.
“Yazınsal kültürle ilgilenen, varoluşçu felsefenin izini süren teologdur… “
Peki, “Olmak Cesareti” Bu İşin Neresindedir?
Az sayıda teolog Paul Tillich kadar modern dünyanın hayal gücünü yakalayabildi. Din adamları tarafından olduğu kadar içinde bulunduğu kültür tarafından da çok ciddiye alınan Tillich, bir ilahiyat ve felsefe klasiği olan bu metinde modern insanın ikilemini tasvir eder ve kaygı sorununu yenmenin yoluna işaret eder.
“Kader, suçluluk, ölüm korkusu ; modern ruhu altüst eden üst kaygıydı. Kader, anlamı ve amacı tutsak etmişti; yaşayan ölü olmaktı. Ölüm ise hayatta anlamın olmayışının ve herhangi bir ödül ya da ceza ümidi olmadan anlamsızlık tecrübesinin ta kendisiydi.”
Stoacı Seneca & Epictetus
Seneca der ki “Korkunun kendisi dışında berbat olan hiçbir şey yoktur.” Epictetus ise şöyle der “Korkunç olan ölüm ya da zorluk, değildir, ölüm ve zorluk korkusudur.” Kaygımız bütün insanlara ve varlıklara korkunç maskeler takar. Onlardan bu maskeleri çıkartırsak, kendi yüzleri ortaya çıkar ve ürettikleri korku yok olur. Bu, ölüm için bile doğrudur. Her gün hayatlarımız azar azar bizden alındığı için, varoluşumuzun son bulduğu saatin kendisi ölümü getirmez, yalnızca ölüm sürecini tamamlar. Ölüm imgesinin maskesi düştüğü zaman, bu korkular da yok olur..
Olmak Cesareti
Birine yokluk ile kendi olmanın nasıl bağlantılı olduğunu sorulsa ancak mecazen yanıt verebilir; Varolma kendisini ve varolmamayı ‘kucaklar’. Varolma, varolmamayı “içinde” barındırır, tıpkı ezelden beri orada olduğu ve ilahi hayat sürecinde onu yendiği gibi. Var olan her şeyin temelinde, hareket ve oluş içermeyen ölü bir varlık bulunmaz, yaşayan bir yaratıcılık bulunur. Yaratıcı biçimde kendisini onaylar, sonsuza dek kendi yokluğunu mağlup eder. Her sonlu varlığın kendisini onaylamasının örüntüsü ve varolma cesaretinin kaynağı böyledir işte.
Cesaret genellikle zihnin korkuyu yenme gücü olarak tanımlanır. Korkunun anlamı sorgulanması için fazlasıyla açık görünürdü. Ancak son yıllarda derin psikoloji, varoluşçu felsefeyle işbirliği yaparak korku ve kaygı arasındaki keskin ayrımın görülmesine ve bu kavramların her birinin kesin tanımlarının yapılmasına yol açtı. Günümüze ilişkin sosyolojik çözümlemeler, bir topluluk olgusu olarak kaygının önemine işaret etmektedir. Edebiyat ve sanatı kaygıyı -içerik ve biçem açısından- yaratımlarının temel teması haline getirmiştir. Bunun sonucu, en azından eğitimli toplulukların kendi kaygılarının farkına varmaları ve toplum bilincine kaygı düşüncelerinin ve simgelerinin nüfuz etmesi olmuştur. Bugün zamanımızı ‘kaygı’ çağı olarak adlandırmak neredeyse herkes için bilinen bir gerçek artık. Amerika ve Avrupa için de aynı durum geçerlidir.
Ancak yine de cesaret ontolojisinin, kaygı ontolojisini içermesi şarttır, zira ikisi birbirine bağlıdır. Cesaret ontolojisinin ışığında kaygının kimi temel unsurlarının görünür hale gelebilmesi anlaşılırdır. Kaygının niteliği hakkındaki ilk sav şudur; Kaygı, bir varlığın kendi muhtemel yokluğunun farkında olması halidir. Aynı yargı daha kısa şöyle ifade edilir: Kaygı, varolmamaya yani yokluğa dair varoluşsal farkındalıktır. Bu cümledeki ‘varoluşsal’ kaygıyı üretenin, yokluğa dair soyut bilgi olmadığı, yokluğun kişinin kendi varlığının bir parçası olduğuna dair farkındalık olduğu anlamına gelir. Kaygıyı üreten; evrendeki her şeyin geçici, fani olduğunun farkına varılması hatta başkalarının ölümlerinin tecrübe edilmesi dahi değildir, bu olayların bir gün ölecek olduğumuza dair hep üstü örtük olan farkındalık üzerindeki etkisidir. Kaygı sınırlıdır, kişinin kendi sınırlılığı gibi tecrübe edilir. Bu, insanın, insan olarak ve bir şekilde bütün canlıların doğal kaygısıdır. Yokluk kaygısıdır, sınırlı olarak kişinin sınırlılığının farkında olunmasıdır.
Yazdığım hikayelere yaşam dersleriyle etkisi olan site logosunun “E” harfini temsil eden Anneme ve tüm varoluşçuların yol göstericiliğine teşekkür ederim…
Olmak Cesareti, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak için. “Olmak Cesareti”, Paul Tillich’in modern insanın varoluşsal kaygılarına karşı geliştirdiği felsefi bir direniş manifestosudur; bireyin hiçlik karşısında kendi varlığını onaylama cesaretini kutsar. Günümüzde psikoloji, teoloji ve kişisel gelişim alanlarında temel bir başvuru metni haline gelmiştir.
Eserin Günümüz İçin önemi Nedir?
Paul Tillich’in 1952’de yayımladığı The Courage to Be (Türkçesi: Olmak Cesareti), yalnızca bir felsefi metin değil, aynı zamanda modern insanın varoluşsal krizlerine karşı bir manevi pusuladır. İşte bu eserin günümüzdeki yankıları:
- Varoluşsal Kaygıya Karşı Cesaret
- Tillich, insanın temel korkusunu “hiçlik” olarak tanımlar. Bu hiçlik, ölüm, anlamsızlık ve suçluluk gibi üç temel kaygı biçiminde tezahür eder.
- Olmak Cesareti, bireyin bu kaygılarla yüzleşip, kendi varlığını onaylama gücünü bulmasını savunur. Bu, özellikle psikolojik dayanıklılık ve travma sonrası yeniden inşa süreçlerinde güçlü bir teorik zemindir.
- Teoloji ve Felsefede Köprü Kurucu
- Tillich, Hristiyan teolojisini varoluşçu felsefeyle harmanlayarak, Tanrı’yı “varlığın zemini” olarak tanımlar. Bu yaklaşım, dogmatik din anlayışından uzak, deneyimsel bir inanç dili sunar.
- Günümüzde dinî düşünceyi felsefi sorgulamayla birleştiren akademik çalışmaların çoğu, Tillich’in bu metninden ilham alır.
- Kişisel Gelişim ve Psikoterapi Alanında Etkisi
- Kitap, yalnızca teologlar için değil; psikologlar, terapistler ve kişisel gelişim uzmanları için de bir kaynak haline gelmiştir.
- Olmak Cesareti, bireyin kendini gerçekleştirme sürecinde karşılaştığı içsel engelleri tanımlamak ve aşmak için bir felsefi terapi sunar.
- Dijital Çağda Kimlik ve Varlık Sorgusu
- Bu eser varlığın dijital temsiliyle metafizik boyutu arasında bir köprü kurabilir.
- Dijitalleşme ile birlikte kimlikler parçalanırken, Tillich’in “olmak” kavramı, sanal varlıkların gerçeklik değeri üzerine yeni tartışmalara zemin hazırlar.
Paul Tillich: Varlığın Eşiğinde, Adaletin İzinde
Doğum: Sessiz Bir Başlangıç (1886, Starosiedle) Paul Johannes Tillich, Prusya’nın sessiz bir köyünde doğdu. Ama bu doğum, yalnızca bir bireyin değil, bir çağın metafizik sorularının zuhuruydu. Dindar bir Lutheran papazın oğlu olarak, hem Tanrı’ya hem dünyaya sorularla büyüdü.
Savaş ve Sarsıntı: Bir Teologun Yaraları I. Dünya Savaşı’nda cephede görev aldı. Bu deneyim, onun teolojisini romantik Tanrı imgelerinden ayırdı. Savaşın hiçliğiyle yüzleşen Tillich, “olmak cesareti”ni yalnızca felsefi değil, varoluşsal bir zorunluluk olarak tanımladı.
Almanya’dan Amerika’ya: Sürgün ve Yeniden Doğuş Nazilerin yükselişiyle birlikte akademik özgürlüğü tehdit altına girdi. 1933’te Amerika’ya göç etti. Bu göç, onun için bir sürgün değil; bir bilinç sıçramasıydı. Union Theological Seminary’de ders verirken, Avrupa’nın metafizik mirasını Amerikan pragmatizmiyle buluşturdu.
Teo-Sosyalizm: Din, Adalet ve Eşitlik Tillich’in ahlak anlayışı, Tanrı’dan kopuk bir etik değil; varlığın zeminiyle kurulan bir ilişkiydi. Ona göre:
- Ahlakın kaynağı dindir, çünkü varlık ancak kutsal olanla anlam kazanır.
- Sınıflaşma yapaydır; sömürü düzeninin bir sonucudur.
- Üretim ve tüketim, eşitlik ilkesine göre düzenlenmelidir. Bu görüşler, onu klasik varoluşçulardan ayırır: Tillich, bireyin sancısını toplumsal adaletle örer.
Olmak Cesareti: Hiçliğe Karşı Direniş 1952’de yayımladığı The Courage to Be, modern insanın hiçlik karşısındaki direnişini kutsar. Bu kitap, yalnızca bir felsefi metin değil; bir ruhsal manifesto, bir içsel devrim çağrısıdır.
Ölüm: Chicago’da Bir Sessizlik (1965) Tillich, 1965’te Chicago’da vefat ettiğinde, ardında yalnızca kitaplar değil; bir çağın vicdanını bıraktı. Mezarı, New Harmony’deki bir parktadır. Ama asıl mezarı, onun kavramlarında, cesaret çağrısında, adalet özlemindedir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın