
Sivil İtaatsizlik, Henry David Thoreau
Amerikalı yazar, filozof, şair, tarihçi, kölelik karşıtı, vergi direnişçisi, kalkınma eleştirmeni ve natüralisttir.
Yazarın, Sivil İtaatsizlik’teki ile tarihte bıraktığı iz oldukça önemlidir. Eseri, karşı çıktığı Meksika Savaşı yüzünden vergi vermeyi reddetmesinden sonra hapiste geçirdiği bir gecenin ardından yazmaya karar veren Thore Mahatma Gandi ve Tolstoy gibi isimleri etkilemiştir.
“En iyi hükümet en az hükmedendir…”
— Henry David Thoreau
Merhaba
“En iyi hükümet en az hükmedendir” şiarını gönülden benimsemiş biriyimdir ve bunun daha hızlı, daha sistematik bir şekilde hayata geçirildiğini görmek isterim. Bu şiar, uygulandığında şu noktaya gelir ki buna da inanırım: “En iyi hükümet hiç hükmetmeyendir;” insanlar buna hazır olduğunda işte bu şekilde yönetileceklerdir. Devlet denen şey en nihayetinde çaresizlikten başvurulan bir çözüm yoludur; ancak devletlerin çoğu genellikle, ve her devlet kimi zaman, bir çözüm üretemez. Kalıcı orduya yönelik itirazlar, ki bu itirazlar gayet okkalıdır ve sürekli gündemde olmayı hak eder, son kertede kalıcı devlet kavramına da yöneltilebilir. Kalıcı ordu, kalıcı devletin bir silahıdır sadece. Halkın kendi iradesinin ifazı için seçtiği yönetim şeklinden başka bir şey olmayan devlet de halk daha itaat etmeye fırsat bulamadan istismar edilmeye ve yanlış yola saptırılmaya bir o kadar meyillidir. Mevcut hükümeti bir araç olarak kullanan görece az sayıdaki bireyin eseri olan Meksika Savaşı’nı ele alalım; insanlar böyle bir şeye daha en başından karşı çıkardı.
Bu Amerikan hükümeti, daha yeni olmasına rağmen, kendini sonraki nesillere bozulmamış olarak aktarmaya çabalayan her an bütünlüğünden bir parça kaybeden bir gelenekten başka ne ki?
Devlet insanların gözünde bir tür tahta silahtır. Fakat bu, devletin gereksiz bir şey olduğu anlamına gelmez çünkü halkın, kafasındaki devlet düşüncesine bir karşılık bulması için elinde iyi kötü karmaşık bir düzende olması ve makinenin takırtısını duyması gerekir. Devletler de böylece insanlara nasıl da başarıyla dayatma yapılabileceğini, hatta insanların kendi çıkarları için birbirlerine dayatmalar yapabileceğini göstermiş olur.
Ancak, pratik anlamda ve bir vatandaş olarak konuşmak gerekirse, kendilerini devlet karşıtı olarak nitelendiren insanların aksine, ben devletin derhal ortadan kalkmasını değil, derhal daha iyi bir devlet kurulmasını isterim. Herkes nasıl bir devlete saygı duyacağını ifade etsin ki böyle bir devlete sahip olmaya doğru bir adım atılabilsin.
Neyin iyi neyin kötü olduğuna çoğunluğun değil vicdanların karar verdiği bir devlet olamaz mı? Yani çoğunluğun yararlılıkla ilgili kuralı göz önünde bulundurarak karar verdiği bir hükümet? Vatandaş vicdanını bir an için bile, bir nebze olsun, yasa koyucunun eline teslim etmeli midir? O zaman neden her insanda bir vicdan var ki?
Kurumların vicdanının olmadığı gayet yerinde bir ifadedir ama vicdanlı insanlardan oluşan bir kurumun kendisi de vicdanlı olur.
Her kim ki kendini tamamen vatandaşlarına adar, o kişilerin gözünde işe yaramaz ve bencil olur ama her kim ki kendini onlara kısmen adar, hayırsever ve velinimet sayılır…
İnsan bu Amerikan hükümetine nasıl olur da hürmet eder? Söyleyeyim, kendini küçük düşürmeden edemez. Köleliğin de o siyasi teşkilatı benim hükümetim olarak tanımam mümkün değil.
Hemşerilerimden birinin, “Keşke benden kölelerin ayaklanmasının bastırılmasına yardım etmeye ya da Meksika’ya savaşa gitmemi isteseler; bak bakalım gidiyor muyum,” dediğini duymuştum; işte bu adamlar ya doğrudan biatlarıyla ya da dolaylı olarak paralarıyla başkalarına vekâlet vermiş oluyorlar. Adaletsiz bir savaşa hizmet etmeyi reddeden asker bu savaşı çıkaran adaletsiz devleti desteklemeyi reddetmeyenler tarafından takdir görüyor, yasalarını ve yetkisini tanımadığı ve hiçe saydığı kişiler tarafından alkışlanıyor; sanki devlet yaptığından pişman olmuş da günahları yüzünden kendisini cezalandıracak birini parayla tutmuş ama bir yandan da günah işlemeyi bir an bile bırakmamış gibi. Böylece, düzen ve sivil hükümet adına hepimiz nihayetinde kendi alçaldığımıza biat etmek ve destek olmak zorunda bırakılıyoruz. Günah işlemenin utancını aldırmazlık takip eder; bu da önce ahlaksızlıkken birden düpedüz ahlak yoksunluğuna dönüşür ve kurduğumuz bu hayat için pek de gereksiz sayılmaz.
En büyük ve yaygın hataların sürdürülebilmesi için olabildiğince tarafsız bir erdem gerekir. Vatanseverlik erdeminin sıklıkla maruz kaldığı serzenişten soylular da bolca nasibini alır. Bir hükümetin karakterini ve önlemlerini tasvip etmediği halde ona biat edenler hiç şüphesiz o hükümetin en vicdanlı savunucularıdır ve sıklıkla da reformun önündeki en ciddi engeli teşkil ederler.
Devletin aklının ucundan bile geçirmediği tek cürüm otoritesinin alenen reddedilmesi olsa gerek; yoksa neden bu suç için sabit, uygun ve orantılı bir ceza belirlemesin ki? Hiçbir malı mülkü olmayan bir kişi devlete tek bir kez bile dokuz şilin vermeyi reddetse, bildiğim hiçbir yasa tarafından belirlenmemiş, yalnızca onu oraya koyan kişilerin keyfine kalmış bir süre için hapse atılır; ama aynı kişi devletten doksan kere dokuz şilin çalacak olsun, çok geçmeden salıverilir.
Devletin kötülüğü ortadan kaldırmak için sunduğu yolları benimseme meselesine gelince, ben öyle bir yol bilmiyorum. Bu yollar çok zaman alıyor ve insanın da hayatı geçip gidiyor. Benim ilgilenmem gereken başka işler var. Ben bu dünyaya burayı daha yaşanılır bir yer yapmak için değil, iyi kötü burada yaşamak için geldim. İnsanın elinden her şey gelmez ama bazı şeyler gelebilir; fakat insanın elinden her şeyin gelmemesi yanlış şeyler yapmasını da gerektirmez. Validen veya kongreden taleplerde bulunmak benim işim değil, esas onların benden talepte bulunmaları gerek; peki ya taleplerime kulak asmıyorlarsa, benim ne yapmam gerekir?
Değişim iyiye götürür, tıpkı insanın bedenini saran doğum ve ölüm gibi…
Kesin bir şekilde söylüyorum ki, paranın çok olduğu yerde erdem az olur; çünkü para insanla hedefleri arasına girer ve o hedefleri onun için elde eder; o parayı elde etmek ise hiç de büyük bir erdem değildir. Para, yokluğunda mecburen cevaplanması gereken birçok soruyu rafa kaldırır; ortaya attığı tek yeni soru ise, her ne kadar zor ama fuzuli bir soru da olsa, paranın nasıl harcanacağıdır. Böylece insanın ahlaki zemini ayaklarının altından alınmış olur. “Araçlar” dediğimiz o şeyler ne kadar artarsa hayattaki fırsatlar o kadar azalır. Bir insanın zengin olduğu zaman kültürü için yapabileceği en iyi şey, yoksulken yapmayı planladıklarını gerçekleştirmeye gayret etmektir. İsa Herodların durumuna bakıp onlara , “Bana vergi olarak verdiğiniz parayı gösterin,” der. Biri cebinden bir kuruş çıkarınca , ”Üzerinde Sezar’ın resmî olan, onun tedavüle sokup değerli kıldığı parayı kullanıyorsanız, yani bu devletin halkıysanız ve Sezar hükümetinin nimetlerinden faydalanıyorsanız, o istediği zaman bu paranın bir kısmını ona geri ödeyeceksiniz. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın ki Tanrı’ya” der. Herodların kimin hakkının kime ait olduğunu anlamamış şekilde öylece bırakıp gider çünkü Herodlar bunu bilmek istememiştir.
Konfüçyüs der ki: “Bir devlet aklın ilkeleriyle yönetiliyorsa, yoksulluk ve sefalet utanç kaynağı olur; aklın ilkeleriyle yönetilmeyen bir devlet ise utanç veren şey servet ve şöhrettir.”
Devlete itaatsizlik yüzünden alacağım cezanın bedeli, itaat etmenin bedelinden her anlam da daha hafif olacaktır. İkinci durumda kendimi daha değersiz hissederim.
Bir meşe palamuduyla bir ceviz yan yana düşerse biri öbürüne yer açmak için atıl kalmaz; her ikisi de kendi yasalarına itaat ederek filizlenir, gelişir ve biri tesadüfen diğerinin güneşini engelleyip onu alt edene kadar, büyüyebildiğince büyür. Bitkiler doğalarına göre yaşayamazlarsa ölürler; insanlar da öyle.
Devlet bireyi nihayet yüksek ve bağımsız bir güç olarak tanıyana, tüm gücünü ve yetkisini bireyden alana ve bireye buna göre davranmaya başlayana kadar gerçek anlamda özgür ve aydınlanmış bir devlet olamayacaktır.
Bundan çok uzun olmayan bir zaman önce, bir konferansta, konuşmacının kendine çok yabancı bir konu seçtiğini ve bu yüzden ilgimi yeterince çekemediğini düşünmüştüm. Konuları yürekten veya yüreğine yakın bir yerden değil, uç noktalarına ve dış görünüşlerine göre anlatıyordu. Bu anlamda, yaptığı konuşmada derste gerçek anlamda merkezi veya merkezileştirici bir düşünce yoktu. Onu, şairin yaptığı gibi, en kişisel deneyimiyle muhatap etmek isterdim. Bugüne kadar bana edilen en büyük iltifat, birinin bana ne düşündüğümü sorması ve verdiğim cevaba itibar etmesidir. Böyle bir şey olduğunda şaşırdığım kadar sevinirim de…
Hayatlarımızı nasıl geçirdiğimizi bir düşünelim.
Bu dünya iş güçle dolu bir yer. Nasıl da bitmek bilmeyen bir koşuşturma!
Bir insan günün yarısını ağaç sevgisiyle ormanda yürüyerek geçirirse, işsiz güçsüz addedilme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ama günün tamamını vurgun olarak, o ağaçları kesip biçerek ve toprağı vakitsizce kelleştirerek geçirirse çalışkan ve girişimci biri olarak saygı görür. Sanki bir kasaba halkı ormanıyla ağaçları kesmekten başka bir amaç için ilgilenemezsin gibi!
Para kazanabileceğiniz yollar neredeyse istisnasız olarak yokuş aşağıdır. Sadece para kazandığınız herhangi bir iş yapmış olmak aslında boş oturmuş olmaktır, hatta daha kötüsüdür.
Eğer yazar ya da eğitmen olarak para kazanıyorsanız popüler olursunuz ki bu da baş aşağı düşmektir aslında. İnsandan daha az bir şey olmak için para alırsınız.
Emekçinin amacı hayatını kazanmak, “iyi bir meslek” edinmek değil, belli bir işi iyi icra etmek olmalı. İşinizi para için yapacak insanlarla değil, o işi sevdiği için yapan insanlarla çalışın.
Toplum, akıllı bir insanı ayartacak rüşveti veremez. Bir dağa tünel açmaya yetecek parayı toplayabilirsiniz ama başkalarının işine karışmayıp kendi işine bakan bir adamı tutmaya yetecek parayı toplayamazsınız. Elinden iş gelen değerli biri, toplum onun parasını ödesin ödemesin, yapabildiği kadarını yapar. Elinden iş gelmeyenler ise bu verimsizliklerini onlara en fazla parayı teklif edene sunar ve birinin onu işe almasını bekler durur.
Galiba ben özgürlüğüm konusunda bir hayli kıskancım. Eşime dostuma bir miktar faydalı olmayı sağlayan bu ufak tefek işler genellikle benim için bir zevk ve sık sık bunun bir zaruret olduğunu unutuyorum. Şu ana kadar başarılı oldum.
Paranın bize verdiği, Kainatın Yazarı’nın bize vermek için bu kadar uğraştığı bu değer dersinden topyekün kaytarırız.
Bilge tabiri çoğunlukla yanlış kullanılıyor. İnsan nasıl yaşanacağını başkalarından daha iyi bilmiyorsa, eğer sadece daha kıvrak bir zekâya sahipse, nasıl bilge biri olabilir? Bilgelik değirmende mi çalışır? Yoksa nasıl başarılı olunacağını başkalarına örnek olarak mı öğretir? Hayatta uygulanamayacak bilgelik diye bir şey var mıdır? Bilgelik en has mantığı öğüten bir değirmenci midir sadece? Şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Platon geçimini çağdaşlarından daha iyi ya da daha başarılı bir şekilde mi sağlamış, yoksa diğer insanlar gibi hayatın zorluklarına yenik mi düşmüş? Bu zorlukların bazılarını sadece kayıtsız kalarak mı, yoksa büyüklük taslayarak mı aşmış? Yoksa halası vasiyetnamesinde onu unutmadığı için yaşamak ona daha kolay mı gelmiştir? Birçok insanın geçimini sağlama, yani yaşama şekli aslında sadece geçici çözümlerdir, hayatın gerçek vazifelerinden kaçmaktır; büyük ölçüde bu insanlar daha iyisini bilmediği ama biraz da daha iyisini istemediği için.
Ben hiç yanında sesli düşünebileceğiniz kadar açık fikirli bir entelektüele rastlamadım. Sohbet etmeye kalkışacaklarınızın çoğu ne yapıp edip kendilerinin de içinde bulundukları bir kurum aleyhine konuşacaktır; evrensel değil ama kişisel bir görme biçimidir. Siz önünde hiçbir engel olmayan semaya bakmak isterken onlar, sizi ha bire kendi daracık pencereli tavan aralarına iteler. Örümcek ağlarınızı da alıp çekilin yolumdan, şu pencerelerinizi de yıkayın bakayım!
Aklı fikri olan herkes Lodin’in Ruhu’yla beraber şunları söyleyebilir:
“Tepelerden aşağı uluslara bakıyorum, Hepsi de karşımda küle dönüşüyor,
Bulutlardaki meskenim huzurlu, İstirahatgahım tarlalar keyifli.”
İnsanların zihinlerini böyle çöplerle tıka basa doldurmaya, en anlamsız dedikoduların ve en önemsiz olayların, aslında düşünce için kutsal olması gereken alanı ihlal etmesine izin vermeye ne kadar hevesli olduğunu görünce de hayretler içerisinde kalıyorum. Zihin sokaktaki olayların ve çay sofralarındaki dedikoduların tartışıldığı bir kamusal alan mı olacaktır? Yoksa tanrıların hizmetine mahsus üstü açık bir tapınak, cennetin merkezi mi?
Zihnimi yalnızca ilahi bir aklın resmedebileceği önemsiz olaylarla meşgul edesim gelmiyor. Acaba sizler eliniz ve yüzünüzden önce kulaklarınızı yıkamaya özen gösteriyor musunuz?
Amerika’nın özgürlükler ülkesi olduğu söylenir; bu mudur özgürlükler ülkesi? Amerikalının kendini politik bir tirandan kurtarmasını sağlasak bile, o hala ekonomik ve ahlaki bir tiranın kölesi olacaktır.
Gerçek kültür ve insaniyet bakımından aslında hala taşralıyız, şehirli değil. Çünkü hakikate değil, hakikatin yansımasına tapıyoruz…
Sivil itaatsizlik terimini siyasi literatüre ilk kazandıran Henry David Thoreau’dur. İyi bir doğacı ve çevreci olan Thoreau’nun 1949’da yayınlanan Sivil İtaatsizlik kitabının yankıları 20. yüzyıl başında Gandhi’ye, ortalarında ise Martin Luther King’e ve onları izleyen binlerce adalet yanlısına kadar uzanır. Görüşleri ile milyonları etkilemeyi başaran yazarın yaşamına bakıldığında, gençlik yıllarından itibaren topluma karşı çıkışının izlerine rastlanır. Hiçbir zenginlik hırsı olmayan Thoreau, asgari geçim şartlarını sağlamaktan öte bir iş istememiştir…
Klasikleri Niçin Okumalı?
Klasikler, haklarında duyduklarımızla ne kadar bildiğimize inanıyorsak, gerçekten okuduğumuzda o kadar yeni, beklenmedik, benzersiz bulduğumuz kitaplardır.
Sivil İtaatsizlik, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın